30 Haziran 2011 Perşembe

ONURSUZLUK VE ERDEMSİZLİK BAZEN İNSANI ESİR ALIR


Tarih bir zaman makinesi gibidir. Belleğinde geçmişin olaylarını, doğrularını ve yanlışlarını görmek mümkündür.
İnsanlık yüzyıllardır olayları kaydetmektedir. Taşlara, deri üzerine, kâğıda vs. kayıtlar sistematik olarak gerçekleştirilmiştir. Böylece insan geçmişini ve geçmiş olayları, yaşamları öğrenme olanağına kavuşmuştur.
Günümüz teknolojisi ise önemli olayların yanı sıra yaşanan büyük küçük her türlü olayı anında tarihin hafızasına kaydetmektedir.
Bu bağlamda gerçekler tarihin belleğinde yer aldığı gibi olaylar ve sorumluları da o bellekte yer alır. Gelecek kuşaklar da geçmişi öğrenme ve değerlendirme olanağına kavuşurlar.
Ne yapılırsa yapılsın o bellekte yer alan doğruları karanlık kuyuya göndermek olanaklı değildir.
Tarih boyunca güçlü daima egemen olmuştur.
Güçlünün etrafında da soytarıları eksilmemiştir. Yalaka takımı da denebilir bu zevata. Güç yer değiştirdiği anda onlarda anında saf değiştirirler. “Dün dündür bugün bugündür” mantığı onları rahatsız etmez. Tarih bunun örnekleri ile doludur.
Onursuzluk ve erdemsizlik bazen insanı esir alır.
İnsan hakları, yaşamın kutsallığı, masumiyet karinesi, özel yaşamın gizliliği, demokrasi, hukuk kuralları onursuzluğa ve erdemsizliğe kurban edilir.
Omurgasızlık, çıkarcılık, yalancılık, üçkâğıtçılık yaşam biçimidir artık.
Dünyanın neresine giderseniz gidin. Gelişmiş ya da gelişmemiş olsun tüm toplumlarda geçmişe dönmeyi ve geçmişin kılıç kalkan oyunlarını isteyenler vardır.
Bu toplumlarda ileriye dönük çağdaş yaşamı yaşamak isteyenlerin yanı sıra kaderine razı olmuş, düşünemeyen, okumayan, yaşamı günübirlik bulduğu ile geçirmeyi alışkanlık haline getirmiş, belleği zayıf, sadaka kültürünü benimsemiş olanlarda vardır.
Lâiklik ve şeriat ikilemi…
Bilimin yol göstericiliğini kabul edip etmeme…
Demokratik maskeyi takıp takmama…
Kültür ve çağdaş sanatı benimseyip benimsememe…
Cehalet denizinden kurtulup kurtulmama…
Aydınlanma ve çağdaşlaşma yolunda ilerleyip ilerlememe…
Omurgasız ile erdemliyi ortaya çıkaracaktır.
Tarihin hafızası da bunu kaydedecektir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın

25 Haziran 2011 Cumartesi

AYRILIK


Bahçenin uzak köşesinde yüzünü güneşe vermiş düşünüyordu. Kuşkular ve tedirginlikler içinde kıvranıp avuçlarını kan ter içinde kalırcasına sıkarak düşünüyordu. Gözlerinin etrafı hafiften morarmıştı. Beklenmedik bir yağmurun ılık, ama serinletici damlalarına nasıl söz anlatılamazsa o da yüreğine söz anlatamıyordu. Ve kendisine uzanacak o ince narin parmakları hayal ediyordu.
Oysaki saçların rüzgârla dağılırken, sen onun içindeki acıdan habersizdin. Nasıl bir hüzün ve ızdırap içinde olduğunu hesap edemiyordun. Edemezdin de zaten. Çünkü farkında bile değildin… Farkında değildin içten içe yüreğini kuşatan, kimi zaman mutluluk, kimi zaman bir damla gözyaşı olan acı, hüzün ve mutluluğun.
Ve sen doğaldır ki sessizce yaşanan acıları, coşkuları, beklentileri ne izliyor, ne görüyor ne de biliyordun.
Uzunca bir zamanı geride bıraktığında çektiği acılar dayanılmaz olmuştu. Ne güzel bir söz söylemesini becerebilirdi, ne de sevgi sözcüklerini mırıldanabilirdi.
Sonra… Evet, sonra mektuplar geldi aklına. Kokusu, tadı, insanı alıp dağlara, kırlara götüren mektuplar. Giz dolu, sır dolu mektuplar. İnsanın içini sızlatan, yüreğini burkan, duygu seline bırakan mektuplar. Anaların oğullarına seslendiği, özlem ve gözyaşı kokan mektuplar.
Gözlerinde mutluluk ışıkları yandı söndü. Mürekkebi kâğıda iyice sinsin diye sözcükleri yavaşça ve bir sanatçının titizliğiyle oya gibi işledi mektubuna. Acı ile birlikte sevgiyi de yüreğinde hissetsin diye özenle seçti kelimeleri. İstedi ki incinmesin, kırılmasın. Acı biber yemiş gibi yüreği yansın, burkulsun. Biliyordu ki acı güzel şeydi. İnsanın içi yanardı ama bir türlü vazgeçemezdi acıdan.
Ne ki, acıyı da sevgiyi de, insanlığı da çok gördüler. Yalansız yaşamak isterdim dediğinde bile yüreğini cehaletin en onulmaz yalanları ile doldurduklarının farkında bile değildin. Oysa yıllarca kendi yalanımızın da başkalarının yalanının da yükünü taşımıştık omuzlarımızda. Bedeller ödenmişti ortaçağda da günümüzde de. Ödemeye de devam ediyorduk.
Yalan söyleyen gazetecinin, politikacının, kitapların, büyüklerin yalanları ile geleceği yakalamayı başarabilmek çok zordu. Kuşkular ve korkular bir kez yüreğine işlemişti.
Sen batıya diğeri doğuya gittiğinde yalan imparatorluğu hâkimiyetini çoktan kurmuştu. Günün birinde yıkılmaman ve yok sayılmaman için direnmen gerektiğini biliyordun. Ama direnemedin.
Şunu hiç unutma ki geleceği inşa ederken yalanlardan kurtulmanın yolu geçmişi iyi anlamaktan geçer. Kendileri gibi düşünmeyenleri, kendilerine karşı olanları temizleyebilmek ve hesaplaşabilmek için yine yalanlara ve korkulara başvuracaklardır. Hiç günahı olmayan insanlara, dağlara, ormanlara, derelere saldıracaklardır. Öfkeleri geçinceye kadar, korku imparatorluğunu kuruncaya kadar esip gürleyeceklerdir.
Oysaki ince narin parmaklarınla sen bir damlacıksın daha…

23 Haziran 2011 Perşembe

MİLLETVEKİLİ YEMİNİ NİÇİN DEĞİŞTİRİLMEK İSTENİYOR




12 Haziran milletvekili seçimleri sonrasında mecliste yapılacak olan milletvekili yemini konusunda bazı gazetelerde ilginç manşetler öne çıkıyor.

22 Haziran tarihli “Yeni Asya” gazetesinin manşeti:

“Önce bu yemini değiştirin” şeklinde.

Ve sürmanşette "Milletin seçtiği vekilleri, ‘Atatürk İlke ve İnkılâplarına bağlılık yemini’ etmeye zorlama ilkelliği ne zaman bitecek?" cümlesi yer alıyor.

İlgili gazetenin manşetinde yer alan düşüncenin uygulanabilirliği anayasa değişikliği olmadan olası değil.

Peki, bu manşeti atanlar bunu bilmiyor mu?

Biliyorlar elbette. Peki, o zaman neden “önce yemini değiştirin” diyorlar? Amaçları nedir o halde?

Seçimler öncesinde “anayasanın değiştirilmesi ve sivil bir anayasa yapılması” konusu dile getirilmedi mi?

Getirildi.

Demek ki bu manşetin amacı meclisin yapacağı “yeni anayasa” konusunda milletvekili yemininin değiştirilmesini istemektir.

Bunun başka bir izahı olabilir mi?

Yeni Asya gazetesi şunu iyi bilsin ki "Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlılık yemini" ne bir zorlamadır ne de ilkelliktir. Milletin büyük çoğunluğunun oyu ile kabul edilen anayasanın amir hükmüdür. Ortada bir ilkellik varsa o da bu düşünceyi ileri sürenlerde aranmalıdır.

Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloku listesinden milletvekili seçilen DTP’nin desteklediği Altan Tan seçim çalışmaları sırasında:

Başbakan Tayyip Erdoğan’ı Kürt sorununun çözümünde “şeriat kuralları” nın uygulanmasını istemişti.

Ve yine Dağkapı meydanında kılınan cuma namazı sonrasında Başbakan'a seslenen Tan, "Bu meydan Kürdistan şeyhlerinin âlimlerinin Seydalarının, Kemalizm’e hayır dediği meydandır. Duy bizi Erdoğan, Tayip Erdoğan aklını başına al. Şeyh Sait’in evlatları Kemalizm’e ilk başkaldıranlar, senin etrafındaki devşirmelere de benzemez" demişti.

 Altan Tan bir başka konuşmasında ise milletvekili yemini konusunda şunları söylüyordu:

“Yemin İslâm’a uygun değildir”

"Kemalizm’e bağlılık yemini olan bu yemin İslam hukukuna göre yanlış. Anayasal zorunluluk olursa yemin edersem edeceğim, bunun ötesinde Allah'tan özür talep edeceğim".

BDP’liler bu sefer mecliste yeminle ilgili kriz çıkarmayacaklarını, yemini edeceklerini ancak uymayacaklarını söylediler. Ve Diyarbakır’dan bağımsız milletvekili olan Şerafettin Elçi, “Milletvekili yemini ırkçı, faşizan, Türk şoven anlayışla hazırlanmış. Gürültü patırtı çıkarma niyetimiz yok. Kürsüden o yemini okuruz. Ama bağlı kalmayız” demektedir.

Kimler Atatürk’e, Lâik cumhuriyete, Atatürk ilke ve inkılâplarına karşıdır?

Kimler bu ülkenin sorunlarının “şeriat kuralları “ile çözülmesini istemektedir?

Adamlar daha ne desin?

Altan Tan’a sormak lazım?

Bu ülkede “şeriat kuralları” ya da “İslam hukuku” mu yoksa “roma hukuku” mu uygulanmaktadır? Ya da çağdaş ülkelerde kabul gören evrensel hukuk kuralları mı uygulanmaktadır?

Hangisi Sayın Altan Tan?

Boşuna heveslenmeyin. Boşuna kendinizi yormayın. Boşuna bağırıp çağırmayın. Çağdaşlığı yakalamış bu ülkede yerleşmiş kuralları isteğiniz doğrultusunda değiştiremeyeceksiniz.

Bu ülkede “şeriat kurallarını” uygulama olanağı bulamayacaksınız.

Bu ülkede yaşayan insanların yüreklerinde Cumhuriyetin kurucusu, Kurtuluş Savaşı’nın kahramanı ve önderi Mustafa Kemal Atatürk sevgisini yok edemeyeceksiniz.

Bu ülkenin yurtsever ve demokrasi sevdalısı, bağımsızlığına emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine attığı tokat ile kavuşan insanlarının ne yüreklerinde Atatürk sevgisini yok edebilirsiniz ne de yakalarında Atatürk rozetlerini çıkarabilirsiniz.

Bu ülkenin insanları yurtseverdir.

Milliyetçidir, özgürlükçüdür, çağdaştır, aydınlanmacıdır.

Hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine inananlar çoğunluktadır.

Bu ülkenin insanı “Kürdistan şeyhlerinin, âlimlerinin, Seydalarının” direktiflerine asla pirim vermez.

Bu ülkenin insanı “Kemalizm’e” yani Atatürk ilke ve devrimlerine bağlıdır.

Rehber olarak “şeyhleri, Seydaları” değil “Atatürk’ü” ve “onun çağdaş düşüncelerini” alırlar.

Şerafettin Elçi’nin söylediklerini ise ciddiye almak bile gereksiz.





NOT: Anayasamızın 81. Maddesinde yer alan andiçme (yemin) metni şu şekildedir.

MADDE 81.– Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, göreve başlarken aşağıdaki şekilde andiçerler:

“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”

20 Haziran 2011 Pazartesi

Yalakalık Genlerinde Var



Bir toplumda yıldızı bol otellerde, eğlence merkezlerinde yarım bıraktığı ızgarasının üzerinde sigara söndüren getto çıkışlı çıkarcı takımına aldırış eden çoksa ve gerçeğin peşinde gidip bu yalakaların ipliğini pazara çıkaran yoksa o toplumda ikiyüzlüler pirim yapmaya devam edecektir.
Oysaki ikiyüzlülük bir toplumun felaketi demektir.
Tek başlarına bir işe yaramayan bu ikiyüzlüler sıklıkla bir araya gelir ve “Bremen mızıkacıları” gibi koro halinde bağırırlar.
Dibe itilmişliklerinden ancak böyle kurtulurlar.
Yaranmaktan, yaltaklanıp sırtlarının sıvazlanmasından pek hoşlanırlar.
Bu zevatı tanımak için pek de araştırma yapmaya, kafa yormaya gerek de yok. Şöyle bir etrafa bakmak yeterlidir.
Bu zevatın işi nedir diye düşünüldüğünde verilecek cevap pek de zor değildir.
Gerçeği saptırmak, değiştirmek, çarpıtmak, yalan söylemek, işine geleni söyleyip işine gelmeyeni saklamaktır bunların işi.
Bunları kullananların bunlarla işi bittiğinde kenara atılacaklarının bilincindedirler. O nedenle kuytu bir köşeye konulmamak için ellerinden geleni yapmaya ve karo aslarının karşısında el pençe divan durmaya devam ederler.
Söyledikleri düpedüz yalan da çıksa pek umursamazlar.
Yeni bir yalanın peşinde koşmaktan hoşlanırlar.
Utanmaları olmadığı gibi topluma karşı sorumlu olduklarını da akıllarına getirmezler.
Bunlara yandaş adı verilir. Büyüklerinin emirlerine amadedirler. Zinhar onların söylediklerinden dışarı çıkmazlar.
Onlar için ne hukuk, ne tarihi gerçekler, ne insan hakları, ne masumiyet karinesi fark etmez.
Ne söylenirse söylensin işlerine geleni yapmaya meyillidir bunlar.
Yalakalık genlerinde vardır.
Emir kulu olmak da öyle.
Her türlü gerçeği işlerine geldiği gibi eğip bükmekte genlerine işlemiştir bunların.
Bunlara “adam gibi adam” demek için diyenin de yalaka olması lazım.
Bunların tek amacı vardır.
Güç elde etmek, kendileri gibi düşünmeyenleri yermek, bir kazanım elde etmek için gerekirse yalan söylemek bu tiplerin tek çıkar yoludur.
Çağdaş hukuk normları, hukukun üstünlüğü gibi hukuk kavramlarını görmek, görmeye çalışmak işlerine gelmez.
Masumiyet karinesi ise düşünemeyecekleri bir kavramdır.
Cumhuriyeti, aydınlanmayı, gerçek demokrasi kavramlarını ve demokrasi geleneğini de dile getirmek akıllarının ucundan bile geçmez.

17 Haziran 2011 Cuma

Statüko Ve Anayasa




Seçimler bitti. Sıra icraatlara geliyor. Yapılacak ilk iş olarak da "Anayasa" değişikliği gündemde. AKP'nin icraatlarına destek veren cemaatler ivedilikle anayasanın değiştirilmesi gerektiğini söylüyorlar.

Peki neden?

Onlara göre mevcut anayasa "statüko”nun devamıdır.

Yapılmasını istedikleri anayasa ise kendi deyimlerine göre "statüko”cu olmayacak.

Yapılacak anayasa da kişi adı olmayacak.

Anayasa da yer alacak olan isim kim olabilir?

Elbette ki Atatürk.

Vurgu yapılır anayasada.

Atatürk ilke ve inkılâplarına(devrimlerine) bağlı kalınacağına dair.

Demek ki istenmeyen ad (isim) kim oluyor o halde.

Atatürk.

Atatürk'ün resimleri yırtılır ses yok.

Atatürk'ün büstleri kırılır, hırpalanır, üstüne çıkılıp manevi hatırasına hakaret edilir ses yok.

Statüko dediğiniz şey nedir sizin?

Cumhuriyet 1923 yılında kuruldu.

Akabinde toplumun demokrasiye uygun yaşam tarzına geçmesi için devrimler yapıldı, yeni kanunlar çıkarıldı.

1946 yılı itibari ile çok partili düzene geçildi.

O gün bu gündür ağır aksak demokrasi yürüyor. Milletin seçtiği partiler iktidar olup icraatlarını yapıyor.

Demokrasi dersen gereği yapılmaya çalışılıyor.

Peki, o halde “statüko”dan kastınız nedir?

Anayasanın değiştirilmesi gereken yerleri vardır. Geniş tabanlı bir uzlaşma ile değişiklikler yapılmalıdır.

Dayatmacı olmadan. Dediğim dedik olmadan yapılmalıdır.

Anayasanın ilk üç maddesine dokunulmadan yapılmalıdır. Türk milletinin çekinceleri dikkate alınarak yapılmalıdır.

ABD istiyor, Batı istiyor diye anayasa yapılmamalıdır. Kendimiz istiyor isek değişikliği yapmalıyız.

Köşelerinde yazıyorlar, CHP milletin istediği yolda gitmek AKP’ye yapılacak anayasa değişikliğinde destek olmak zorundadır diye.

AKP 330 ve üzeri milletvekili çıkarsaydı rahat olacaktı, muhalefete gerek kalmayacaktı. Oysa şimdi muhalefete gerek duymaktadır diyerek hayıflanmaktalar.

Demek ki halk AKP’nin (çok istemenize rağmen) tek başına anayasa yapmasını istemedi.

Çünkü söz konusu olan bu ülkenin geleceğidir. Halk bunun bilincinde. Geniş bir uzlaşı ile anayasanın yapılmasını istemektedir. Bunu iyi okumalısınız.

Vatandaş anayasa yapılması konusunda meclisi dizayn etmiştir.

Uzlaşı sağlanarak anayasayı yap demiştir.

Demokrasi bir araç değil amaç olarak ele alınmalı ve gereği yapılmalıdır.


15 Haziran 2011 Çarşamba

KADINLARIN DURUMU



Kadın ve aileden sorumlu devlet bakanlığı 6 Haziran tarihinde kadın örgütlerinin tüm itirazlarına ve Başbakanlığa iletilen 3 bini aşkın imzaya rağmen kapatıldı.
Yerine “Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı” kuruldu.
Bunun anlamı nedir?
Bunun anlamı kadını birey olarak değil ailenin bir unsuru olarak görülmesidir.
Kadın örgütleri bir bildiri yayımladı.
Bu bildiride, hükümetin aldığı bu karar kınanıyor.
“Kadın yok”, aile var” yaklaşımını reddettiklerini belirtiyorlar.
Başbakan ise yeni bakanlığı “Biz muhafazakâr demokrat bir partiyiz, bizim için aile önemli” sözleriyle açıklıyor.
Geçen yıl bir konuşmasında da “Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” demişti.
Yayınlanan bildiride ise “Bizler bir ailenin üyesi olsak da, olmasak da, öncelikle birer bireyiz” deniyor.
Ve bence de haklı söyleniyor.
Çünkü kadınlar birer birey olarak çeşitli iş kollarında, bahçelerde, bağlarda, pamuk tarlalarında, zeytin toplamada velhasıl çeşitli alanlarda çalışmaktalar.
Tüm güçleri ile ailelerinin geçimlerinden, çocuklarının yetiştirilmesine, eğitimine varana kadar mücadele içindeler.
Bir aile kuran kadında çalışıyor kurmayanda. Yani evli olan da olmayanda bir şekilde birey olarak varlığını gösteriyor.
O halde kadını aile kavramı içine sıkıştırmanın, aile kavramı ile tanımlamanın bir mantığı var mı?
Kadın erkek eşitliği önemlidir.
Kadınlara hak ettikleri değeri ve erkek karşısında eşitliğini her alanda vermeliyiz.
Kadını yok sayan politikalardan vazgeçmeliyiz.
Kadını yok sayan AKP yaklaşımları karşısında, kadın hakları konusunda atağa geçen bir CHP söz konusu idi.
CHP yönetimi kadına hak ettiği yeri ve değeri vereceklerini söylüyordu.
Seçim meydanlarında, Kılıçdaroğlu “Kadın Raporu” nu tanıtmaya, açıklamaya çalıştı.
Ve yine seçim mitinglerinde Başbakan Erdoğan “Kürt Sorunu” vardır diyenlere cevap olarak “Kürt Sorunu yoktur. Kürt kardeşlerimin sorunu vardır” diye cevap verdi.
Kılıçdaroğlu ise aynı konuda “Kürt Sorunu” vardır, demişti. Ve sorunun çözülmesini dile getirmişti. Kürt sorununu CHP iktidarı çözecek demişti.
12 Haziran seçim sonuçları analiz edildiğinde;
Kadınların çoğunlukla AKP’ ye oy verdiği görülecektir.
Kürtlerinde yine aynı şekilde “Kürt Sorunu” yoktur diyen AKP’ye oy verdiği ve CHP’nin
Kürtlerden oy alamadığı görülecektir.
Buradan şu çıkıyor.
Söylemek, dile getirmek önemli değil, önemli olan söyleneni dile getirileni muhataplarına iyi anlatmaktır.
Halkın anlayacağı şekilde gerekli çalışmayı yapmak insanları bilinçlendirmek gerekir.
Meydanlarda, kapalı kapılar ardında dile getirilen gerçekte olsa söylendiği yerde kalıyor.