22 Temmuz 2011 Cuma

Aymazlığın Bu Kadarı da Olmaz

Şu son aylarda yaşananlar insanlarda var olan güven olgusunu yok etti. Güven yoksa yapılanların inandırıcılığı kalmaz. Güven duyma isteği başkasından insanca muamele görme algısının ilk basamağıdır. Kaybolursa tekrar kazanmak zordur.
İnsanlar arasında sürüp giden diyalog yok olmamalıdır. Yalana başvurulmamalıdır. Hiç kimse küçümsenmemelidir. Hiçbir insan her ne sebeple olursa olsun ötekileştirilmemelidir. İnsana saygı bunu gerektirir. Demokratik kurallar bağlamında kabul gören insan haklarının da gereği budur.
Aslında yanlışı yapana yaptığını kabullendirmek mümkün değildir. Çünkü yaptığının doğruluğuna inandırılmıştır. Şartlandırılmıştır. O doğrultuda eğitim almıştır. Soyut düşünmektedir. Kabul ettiği düşünce ve ideolojiden farklı bir şeye inandırmak zordur.
Yanlışın kabul görüldüğü, gerçeğin hiçe sayıldığı bir ortamda var olmak kolay değildir. Herhangi bir konuda önyargılı olmak doğru değilse, gerçeği saptırmak da doğru değildir.
Her olay mutlaka bir sonuç doğurur. Etki tepki meselesidir bu. Olayın mahiyetine göre gösterilecek tepki ya da kabul durumu da önemlidir. Toplumun kabullenmeyeceği bir yaklaşımda bulunmak elbette beraberinde tepkiyi de getirecektir.
Durup dururken de tepkiye neden olacak yaklaşımlardan kaçınmak toplumun algısı ve güven içinde yaşaması için önemlidir. Yazıp çizerken ya da yaşananlara yorum yaparken buna dikkat etmek gerekir.
Silvan kırsalında Şehit düşen 13 Mehmetçiğimiz için yapılan yorumlar var. Yorumların geneli terörü lanetleyici niteliktedir. Zaten bunun da böyle olması gerekir. Vatan evlatlarının kahpece kurulan bir pusu ile şehit edilmesi yürekleri dağlamıştır. İnsanların duydukları acıyı dile getirmeleri doğal bir yaklaşımdır.
Fakat bazı yorumlar var ki okuyunca insanın içini acıtmaktadır. Bu nasıl bir yaklaşımdır, anlayıştır diye düşünmesine neden olmaktadır.
İşte o yorumlardan birinde (internet ortamında okuduğum kadarı ile) “ Aslında 13 değil 12 şehidimiz vardır. Hataylı asker alevidir. Alevilerden şehit olmaz. Onların bastığı yerde namaz dahi kılınmaz” şeklindedir.
Dile getirilen bu durum konusunda diyanet işleri başkanlığı ve alevi federasyonları bir açıklama yaparlar mı, gerçeği bir tokat gibi bu aymazın suratına fırlatırlar mı bilinmez ama bu ve benzeri şekilde yapılan ve toplumun hassas olduğu konularda ulu orta, yalan yanlış yapılan ve halkın duygularını rencide eden açıklamaların önünün alınması gerekir.
 Bu konuda benim söyleyeceğim tek şey bu düşüncenin ve yaklaşımın yanlış olduğudur.
Sivas’da 34 insanı diri diri ateşe verip yakan bu zihniyettir işte. Maraş olaylarında insanları katleden, çorum olaylarında insanlara acı çektiren, yerinden yurdundan eden bu zihniyettir işte.
Bu ve benzeri yaklaşımların sonucunda toplum ayrıştırılmak istenmektedir. İnsanların duyguları incitilmekte ötekileştirilmektedir. Bu yaklaşıma dur denilmesi gerekir.
Emperyalizmin ve iç ve dış düşmanların, şarlatanların da isteği budur. Toplumun ayrıştırılmasıdır. Kardeşin kardeşe düşürülmek istenmesidir.
Aklı başında insanlar bunlara fırsat vermemelidir.
Alevi toplumu bu ülkenin gerçeğidir. Bunu kabullenmek gerekir.
Ayrıca yüzyıllardır bir arada yaşamış insanlar arasına bu şekilde olumsuz düşüncelerle girmek ne derece doğrudur? Bugün alevi- Sünni ayrımı yapılmadan kız alıp veren ailelerin varlığı unutulmamalıdır.
“Onların bastığı yerde namaz dahi kılınmaz” düşüncesini öne süren vatandaşa sormak lazım. Bu ülkenin dört bir yanında yüz binlerce, milyonlarca alevi vatandaş yaşamaktadır. Bu vatan toprağına dün de bugün de ayak basmaktadırlar. Dün de bugünde bu vatanın bekası ve geleceği için çalışmaktadırlar. İnsanları ötekileştirmek kimseye bir yarar sağlamaz. Olumsuz düşünceyi öne süren kişiye de bir yarar sağlamaz.
Eğer “inanın bana düşüncem budur, ağzımdan kaçmadı, başıma yıldırım düşse, kayalar kafama yıkılsa yine de söylemekten duramazdım” diyorsan şunu bilmelisin ki yanlış yoldasın.
Yok, eğer “inanın bana ağzımdan kaçtı, o sözü söyledikten birkaç dakika sonra geri almak için neler vermezdim” diyorsan, yanlış yaptığını, o yorumu yazdığın sitede dile getirmeli özür dilemelisin.
Yorumun yayınlandığı ve günlük bir gazeteye ait olduğu belli olan sitenin kız çocuklarına taciz ile suçlananları içinde barındırması ayrıca düşündürücüdür.

21 Temmuz 2011 Perşembe

BU BATAKLIK KURUTULMALI

Gazete manşetlerinde sıklıkla karşılaştığımız bir olgu artık. Gazetelerde reyting havasında, magazin olayı gibi işleniyor.
Cehalet, toplum baskısı, gelenekler. Feodal yapının insan yaşamını saran, kadının boynuna ilmiği geçiren, göğsüne tabancayı dayatan, ensesine bıçağı indiren illet.
Töre vahşeti!
Aşiret yasası. Aile meclisinin kararı.
Hatay’ın Dörtyol ilçesi. Ceylan Soysal henüz 21 yaşında hayatının baharında genç bir kadın. Üç yıl önce amcasının oğlu ile evlendirilmek isteniyor. O ise otobüs firmasında çalışan Ferdi ile evlenmek istiyor. Ailesinin kararına karşı çıkıyor. Ailesine Ferdi ile evlenmek isteğini söylüyor. Aile kabul ediyor. Ve Ceylan Çanakkale’ye gelin gidiyor.
Ceylan’ın Eylül adında bir kız çocuğu oluyor. Ferdi çalıştığı firmadan ayrılıyor. İşsizlik bunaltınca Dörtyol’a yerleşiyorlar. Ancak iyice bunalan Ferdi evi terk ediyor.
Ceylan küçük kızı ile tek başına kalıyor.
Ve kader bundan sonra ağlarını acımasızca örmeye başlıyor. Tıpkı ateş çemberinde kurtulmaya çalışan ceylan gibi töre ateşine yakalanıyor Ceylan.
Çaresiz kalan Ceylan 13 Temmuz günü Dörtyol savcılığına gider. Eşinin kendisini terk ettiğini söyler, yardım ister. Kadın sığınma evine gitmek isteğini belirtir. Savcılık Kaymakamlığa yönlendirir. Ancak o kaymakamlığa gitmez. Çocuğu ile birlikte Adana’ya gider.
Ailesi kayıp başvurusunda bulunur. Beş gün sonra izi Adana’da bulunur. Amcası bulunduğu yerden alır Dörtyol’a getirir.
Bundan sonrası tam bir bağnazlık. Töre illetinin ve cehaletin kardeşi kardeşe karşı nasıl cellât haline getirdiğinin ibretlik öyküsü.
Geri kalmışlığın kıskacında yaşananlar. Yoksulluğun pençesinde kıvranan bir babanın kendi öz kızını ölüme terk edişinin acı öyküsü. Kardeşin kardeşe gözünü kırpmadan kurşun sıkmasının mantıksızlığı.
Cehaletin, geri kalmışlığın, yoksulluğun, bağnazlığın bataklıkta çırpınması. Kurtulmak için çaba göstermemesi. Kolay yolu seçmesi. Bir kurşunla sorunu halletme içgüdüsü, yanlışlığı.
Eve getirilen Ceylan evin bir odasında diz çöktürülür. 17 yaşındaki kardeşi tetiğe iki kez basar. Göğsünden ve karnından vurulan Ceylan orada bırakılır. Babası kapıyı Ceylan’ın üzerine kilitler.
Ceylan’ın öldüğünden emin olduktan sonra polisi arayıp kızının vurulduğunu ihbar eder.
Vuran kardeş ve aile fertleri tutuklanır. Ancak bu ne Ceylan’ı geri getirecektir. Ne de yaşanan dramı unutturacaktır.
Yoksulluğun ve töre illetinin bir yaşamı sona erdirmesine şahit olunmuştur. Kim bilir daha kaç can bu şekilde yok olup gidecektir.
Bu bataklık ne zaman kurutulacak belli değil.
Töre ve namus cinayetleri, kan davaları, berdel, küçük yaşta kız çocuklarının evlendirilmesi, eğitimsizlik, cehalet, töre illeti ne zaman son bulacak belli değil.
Çiçekler, büyük mavi, kırmızı kan çiçekleri, kardelenler. Yere düşen yapraklarına bakan salkım söğütler. Töre illetine dirençli olmaya çalışan kayınlar, göknarlar, dişbudaklar. Çağlayıp köpüren, içlerinde kırmızı benekli alabalıkların oynaştığı gümüş renkli dereler. Bin bir çiçeğin arasında canlı bir yaşam.
Varoşlarda yaşam mücadelesinin bunalttığı, bir lokma ekmek için çırpınanların verdiği hüzünler.
Ağaçların yükseklerinde kanat çırpan, bulutlarla yarışan, derelerle çağlayan, yağmurlarla ıslanan mavi ve altın renkli kuş olmayı istemezler mi?
Özgürlüğe kanat çırpan, yoksulluğa, acımasızlığa, cehalete, feodal kalıntılara boyun eğmeyen.

13 Temmuz 2011 Çarşamba

DİKLEŞTİLER ANCAK DİK DURAMADILAR



Haziran’da yapılan milletvekili genel seçimleri sonrasında meclis sorunlu açıldı. Millet iradesi ile seçilen milletvekillerinden tutuklu olanlar hala demir parmaklıklar ardındadır.
Uzun süren tutukluluk adeta insanların rahat nefes almalarını zorlaştırmakta, vicdanları kanatmaktadır.
Özellikle CHP’den seçilen Mustafa Balbay defalarca basına yansıdığı gibi Silivri’de ki mahkemede davaya bakan yargıçlara “Suçumu bana söyleyin” diye feryat etmektedir.
Keza aynı şekilde Tuncay Özkan’da “Suçum nedir? Suçumu bana söyleyin” diye feryat etmekte ancak beklediği yanıtı alamamaktadır.
Bu durum karşısında üç yıla yakındır tutuklu olan bu insanların tutuklulukları kamuoyunda rahatsızlık yaratmaya devam etmektedir.
Seçimler sonucu tutuklu milletvekillerinin tahliye edilip meclise gelmeleri, yemin edip yasama çalışmalarına katılmaları için CHP milletvekilleri milletvekili yeminini düne kadar etmemiştir.
Sorun Kılıçdaroğlu’nun da söylediği gibi “yemin edip etmeme” sorunu olmaktan çıkıp “demokrasi” krizine dönüşmüştür. Türkiye’nin de taraf olduğunu düşündüğüm yürürlükteki BM ve AİHM sözleşmeleri vardır. İlgili sözleşmeler gereği tutuklu milletvekillerinin yemin etmesi gerekiyor. Çünkü uluslar arası sözleşmeler iç hukukun üstündedir.
11 Temmuz günü AKP-CHP grup başkanlarının imzaları ve her iki partinin genel başkanlarının onayı ile sorunun meclis zemininde çözülmesi için bir “protokol” imzalanmış ve kamuoyuna açıklanmıştır.
Protokolün deklare edilmesinden sonra da CHP’li milletvekilleri meclis kürsüsünde yeminlerini etmişlerdir.
CHP’nin tutuklu vekillerin durumu çözüme kavuşana kadar yemin etmemesi için tabandan gelen sese kulak verilmemiştir.
Meselenin bir yönü burasıdır.
Diğer yönüne bakıldığında ise Sayın Başbakan’ın söylemleri vardır.
Sayın Başbakan devleti yöneten kabinenin başkanıdır. Meydana gelen anlaşmazlıkları çözmesi için vardır. Ancak bu konuda başbakan çözüm değil adeta çözümsüzlüğe neden olacak söylemlerle kamuoyunun karşısına çıkmaktadır.
“Aday gösterecek başka adam bulamadılar mı?”
“Tükürdüklerini yalayacaklar”
“Dikleştiler ancak dik duramadılar” söylemleri başbakana aittir.
Kılıçdaroğlu ise bu son söylem karşısında “Erdoğan sözünde durmadı” diyerek şu açıklamayı yapmıştır. “Yemin ettiğimiz gün normal sürecin başlamasını istiyorduk. Erdoğan çıktı konuştu, Meclis Genel Kurulu'nda bir daha konuştu, bugün grupta konuştu. Artık bu kadar olmaz dedik. Bir bunun altına atılan imzalar imzayı atanların namusudur. Gereğini yapmazlarsa bu imzaların altında kalırlar. Demokrasinin özü verilen sözlerin tutulmasından başlar”
Kılıçdaroğlu bu söylemi ile yanıldığını anladı sanırım. Bu yanılmanın son olması, ders olması gerekir.
AKP tarafından yapılacak olan “Yeni Anayasa” konusunda demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, lâiklik, düşünce özgürlüğü, adil yargılama, uzun süre tutukluluğun işkence haline gelmemesi, eğitim, Atatürk ilke ve inkılâpları, şeffaflaşma vs. konularında payanda olmaması ve çağdaş normlara uygun bir anayasanın yapılmasının sağlanması için mücadele etmesi gerekir.
Şunu da belirtmekte yarar vardır. Millet iradesi ile seçilmiş, seçilmesinde bir engel olmayan, hüküm giymemiş milletvekillerinin serbest bırakılıp mecliste yemin etmelerinin bu şekilde bir protokol ile pazarlık konusu yapılması bile yanlıştır diye düşünüyorum.
Sonuçta ise CHP ilkelerine sahip çıkmalı, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, lâiklik konularında taviz vermemeli dik durmasını bilmelidir.