26 Kasım 2011 Cumartesi

1938 DERSİM VE 1993 SİVAS OLAYLARI

1938 Dersim olayları gündeme oturdu. Konuşan çok, yazan çok. Konuşuyorlar, yazıyorlar lakin ellerinde belge yok. Devletin arşivlerinde var olan belgelere henüz ulaşılmış değil. Başbakanın açıkladığı dört belge dışında elle tutulur bir belge yok.
Bir kısım medya ve köşe yazarları köşelerinde yazdıkça yazıyorlar. Okudukça insan pes diyor. Konuyu kıyısından köşesinden öyle yontuyorlar ki şaşılacak şey. İnsan diyor bunlar bu kadar şeyi belge olmadan nasıl yazabiliyor? Düşününce gerçek dışı, belgeye dayanmayan o kadar şeyin yazılıp çizildiğini görmek şaşırtıyor insanı.
1938 yılında ne olmuştur?
Dersim ve yöresinde harekâtı tetikleyen olaylar nelerdir?
Bu ve benzeri soruların cevapları esasında arşivlerde yer alan belgelerdedir. Arşivlerdeki bilgiler elimizde olmadığı için ister istemez değişik kaynaklarda var olan yazılara itibar etmek durumunda kalıyoruz.
Bir kısım kaynakta (Vikipedi ansiklopedisi) dönemin Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil’e göre “1937 yılında Atatürk Singeç (aslı soyungeç) köprüsünün açılışını yapmak üzere Dersim’e gelecekti. Bu köprünün bir ucunda güvenliği sağlamak amacı ile bir askeri karakol bulunuyordu. İsmail Hakkı adlı bir Teğmen’in komutasındaki karakola isyancılar tarafından saldırı düzenlendi. Karakol yakıldı ve 33 askerin tümü öldürüldü. 27 Mart 1937 tarihinde Tunceli-Erzincan yolundaki bir köprü Haydaran ve Demanan aşiretleri tarafından yakılır. Telefon hatları kesilir. Jandarma birliklerine pusu kurulur. Pax bucağı karakoluna baskın düzenlenir. Seyyit Rıza bizzat Sin Karakolu’nun basılması için asi milislere emir verir. Bölgede 9.Seyyar Jandarma Taburu’na baskın düzenlenir. Kendi vatandaşlarından kurulu düzensiz gerilla kuvvetlerine karşı savaşmak üzere eğitilmemiş ve bu yönde bir hazırlığı olmayan askeri kuvvetler kendilerini korumakta zafiyet içine düşerler. Birçok askeri birlik basılarak askerler öldürülür ve yaralanır. Asiler Mazgirt Köprüsü’nü tahrip ederler”  açıklaması mevcuttur.
1937-1938 yıllarında Dersim yöresinde bilinen olaylar gelişir. Bir kısım yöre insanı olaylar sırasında yaşamını yitirir. Askerlerden de yaşamını yitirenler vardır. Seyyit Rıza’nın İngilizlere yazdığı mektupta zaten buna yer veriliyor. Seyyit Rıza mektubunda ‘ üç aydan bu yana savaş sürüyor ben ve yurttaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık’ diyor. Olaylar sonucunda halkın bir kısmı alınan kararla zorunlu iskâna tabi tutulur. Seyyit Rıza, Fındık Hafız, Seyyit Rıza’nın oğlu ile birlikte bir kısım isyancılar 15 Kasım 1937 tarihinde idam edilir.
Yaşanmaması, olmaması gereken olaylar yaşanır. Ne var ki o günün şartlarında devletin bu kararları almasının gerekçeleri mutlaka vardır. Askerine kurşun sıkılması söz konusudur. Devletin yaptığı köprülerin yakılıp yıkılması söz konusudur. İsyan ve başkaldırı söz konusudur. Ancak, arşivlerde yer alan belgeler incelemeye açık olmadığı sürece gerçeği tam olarak bilme olanağı yoktur. Belgelere dayalı olmayan söylemler ise havada kalmaya mahkûmdur.
Bu tür olaylarda insanlar yaşamlarını kaybetmektedir. Günümüz dünyasında da değişik coğrafyalarda çıkan kargaşa ve savaşlarda da bu tür olaylar yaşanmaktadır. Geçmişte de yaşanmıştır. İsyanların ve başkaldırıların bertaraf edilmesinin getirdiği bir sonuçtur bu.
Bu arada Hürriyet Gazetesi yazarı Yılmaz Özdil’in 24 Kasım 2011 tarihli yazısında dile getirdiği bir belge söz konusudur.
Özdil’in yazsında ilgili belgenin Londra’da İngiltere devlet arşivinde (The National Archives)  “FO 371/20864/E5529” numara ile kayıtlı olduğu belirtiliyor.
Bu belgede yazılanlar nelerdir?
Bu belgede yazılanları Rıza Zelyut şu şekilde açıklamaktadır.
“Dersim İsyanları ve Seyyit Rıza Gerçeği” adlı kitabında, olayın tarihsel gelişimini anlatan Rıza Zelyut 18 Kasım 2011 tarihli yazsında (I) yazısında “Seyyit Rıza, Dersim’de isyan edip devlet kuvvetleri ile savaşırken dış destek alabilmek için İngiltere’ye mektup yazdı.  Bu mektubun, onun isteği ile danışmanı konumundaki Baytar Nuri tarafından yazıldığını tahmin ediyoruz. 30 Temmuz 1937 tarihli mektubunda, bölgeyi Kürdistan olarak tarif eder. ‘Yıllardan beri Türk hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışıyor’ dedikten sonra ‘ üç aydan bu yana savaş sürüyor ben ve yurttaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Üç milyon Kürt benim sesimden Ekselanslarına sesleniyor ve hükümetinizin yüksek manevi etkisinden Kürt halkını yararlandırmanızı sizden istirham ediyorum’ diyor” “Mektupta Alevilikten en küçük bir işaret yok. Kürtçü fikirlerin olduğu görülüyor” açıklaması var. Rıza Zelyut’un ilgili kitabı incelendiğinde elde mevcut olan belgelere dayalı olarak yazılanları görmek olasıdır.
Özdil’in yazısında da benzer ifadelerin ilgili mektupta kullanıldığı belirtilmektedir.
Bir kısım Kürt kalemşorlar yazdıkları yazılarda olaylardan Mustafa Kemal Atatürk’ü sorumlu tutmaktalar. Bizzat idam emrinin Atatürk tarafından verildiğini belirtmekteler. Oysaki Zülfü Livaneli’nin Vatan Gazetesindeki köşesinde 25 Kasım 2011 tarihinde yazdığı “Atatürk Seyyit Rıza’yı affedecek korkusu” başlıklı yazısında açıkladığı belgede idam ile ilgili gerçekler açıklanmakta ve idam emrini Atatürk’ün vermediği belirtilmektedir. Bu konuda Atatürk’ü haksız yere suçlayanların asıl amacı bellidir.
Seyyit Rıza’nın İngiltere’ye yazdığı mektup içeriğinde de anlaşıldığı gibi konu Alevilerle ilgili değil aksine Kürtlerle ilgilidir. Mektupta anlaşılan budur. Şeyh Sait’in 1925 yılında yapamadığını yapmaya çalıştığı izlenimi söz konusudur.
Yeni Akit Gazetesi yazarlarından Ali Karahasanoğlu’nun 25 Kasım 2011 tarihli yazısı ise üzerinde düşünülmesi gereken bir yazıdır.
İlgili yazar bakınız yazısında neler diyor: “Sivas’ta aslan kesilenler Dersim’de niye sessiz? Alevi dernekleri, alevi önderleri çıkıp cevap vermeliler. Nedir bu, ‘ Dersim’de ölen binlerce insanın katillerine yönelik çekingenlik?’…Yakın tarihimizde başka bir olay var. Sivas olayları. Sivas’ta çoğu Alevi 33 vatandaşımız ölmüştü. Aslında Dersim’de ki gibi, kasıtla işlenmiş bir toplu öldürme olayı da değildi bu. Bir gösteri sonrasında çıkan yangında, otelde dumandan zehirlenerek yaşanan ölümlerdi, Sivas ölümleri. Planlayarak, taammüden bomba atarak bir ölüm söz konusu değildi. Kurşuna dizerek hiç değildi. Hatta o kadar şüpheliye en ağır cezalar verildi. Ama bir tanesinde bile, ne tabanca, ne de bıçak gibi bir suç aleti yakalandı. Böylesine masum bir olaydı, Sivas olayları. Ama Dersim’deki ölümlerin hesabını sormayan, yaşananların takipçisi olmayan Alevi vatandaşlarımız, Sivas olayları söz konusu olunca, aslan kesildiler.”
Ali Karahasanoğlu’nun yazısı benzer cümlelerle devam ediyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Özür yetmez. Mallar da iade edilsin” söyleminde bulunduğunu ekleyip “Ne denir şimdi buna?  Bugüne kadar nerdeydin, paşa baba? Denmezde, ne denir?” (II)
Temmuz 1993 yılında Sivas Madımak otelinde bundan 18 yıl önce 35 insan otelin ateşe verilmesi ile diri diri yakıldı. Öldürüldü. Bu insanlar bir tesadüf sonucu ölmedi. Bu bir insanlık suçudur. Savunmasız insanları ateşe verip yakmak asla masum bir olay değildir. Masum bir olay olmadığı için sekiz yıl hukuk mücadelesi verilmiş ve dava 2001 yılında sonuçlanmıştır. Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin onadığı karar uyarınca sanıklardan 33’ü TCY’ nin 146/1 maddesine göre idam cezası almıştır. Bu cezalar ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrilmiştir. Diğer sanıklar ise değişik cezalara çarptırıldılar.
2 Temmuz 1993 günü yaşananları ve otelin yanışını televizyon ekranlarında canlı yayınla tüm Türkiye izledi. Orada yanan otel değil insanlıktı. Onlarca insan yaralandı, yaşamını yitirdi. Orada insan haklarının, akıl ve vicdanın kabul etmeyeceği görüntülere şahit olundu.
Şimdi çıkıp da “Sivas’ta aslan kesilenler Dersim’de niye sessiz?” demek doğru bir yaklaşım değildir. Sivas olayları sonucu verilen bir hukuk mücadelesi vardır. Yaşamını yitiren insanların yakınları haklarını aramasınlar mı? Hak arandığı için aslan kesilmek diye bir tabirin kabul edilmesi doğru değildir. Orada bir hukuk mücadelesi verilmiştir. Hukuk mücadelesi verilmese miydi? Mağdur olan insanlar, yakınlarını kaybeden insanlar haklarını aramasalar mıydı? Böyle bir anlayış olabilir mi?
Sivas madımak otelinde meydana gelen olayın kasıtlı olup olmaması olaya sebep olanları mazur göstermez. Suçlarını ve yaptıklarını azaltmaz. Yaşanmış gerçekleri yok etmez.
“Bir gösteri sonrasında çıkan yangında, otelde dumandan zehirlenerek yaşanan ölümlerdi, Sivas ölümleri. Planlayarak, taammüden bomba atarak bir ölüm söz konusu değildi. Kurşuna dizerek hiç değildi. Hatta o kadar şüpheliye en ağır cezalar verildi. Ama bir tanesinde bile, ne tabanca, ne de bıçak gibi bir suç aleti yakalandı. Böylesine masum bir olaydı, Sivas olayları.” Diyerek olaya meydan verenleri masumane göstermek doğru değildir. İster planlayarak ister plansız olsun orada onlarca insan yaşamını kaybetmiştir. Elbette olaya sebebiyet veren, oradaki toplumu kışkırtan insanlar hak ettikleri cezaları alacaklardır. Üzerlerinde yaralayıcı, delici, kesici bir suç aletinin çıkmaması onların suçunu hafifletmez.
Kaldı ki 2 Temmuz 1993 Sivas olayları ile 1938 yılında Dersim ve çevresinde yaşanan olayları birbiri ile karşılaştırmak hatadır. Ali Karahasanoğlu’nun yaptığı gibi 1938 Dersim olaylarında şunlar olmuştur, Alevi dernekleri filan neden seslerini çıkarmıyorlar, 2 Temmuz 1993 günü Sivas Madımak’ta olan olaylara aslan kesiliyorlar deyip iki olayı aynı potada düşünmek ve yorumlamak doğru değildir.
Dersim 1938 olayları devlete karşı yapılan bir isyanın bastırılması ve meydana gelen olaylarda insanların yaşamını yitirmesi söz konusudur.
2 Temmuz 1993 tarihinde ise masum insanların katılacağı bir şenlik öncesi öldürülmesi yakılması söz konusudur.



(I)http://www.gunes.com/2011.11.25/yazar/1498/riza_zelyut/dersim_in_anasini_aglatanlar.html
(II)http://www.habervaktim.com/yazar/44907/sivas’ta_aslan_kesilenler_dersim’de_niye_sessiz.html


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder