Bazen öyle olaylar oluyor ki hangi düşüncenin, hangi çaresizliğin, hangi ruh halinin sonucudur diye sorgulamadan edemiyor insan.
Kiminin beş parası yoktur. Parayla da işi yoktur. Gün içinde kazanır, gün içinde harcar. Vurdumduymaz, sorumsuz, duyarsızdır.
Kimi ise evine götüreceği bir lokma ekmeğin peşindedir. Yağmur, çamur, ayaz, kar kış onu engelleyemez.
Evinde eşi, çocuğu onun akşam getireceği bir lokma ekmeği beklemektedir.
Ev sahibi kirayı isteyecektir.
Faturalar yatacaktır.
Çocuğa bir çift ayakkabı alınacaktır.
İstese de vurdumduymaz, sorumsuz, duyarsız olamaz o.
Çünkü o bir babadır. O bir anadır yerine göre bir ağabeydir.
Ne Müslüm babayı dinleyecek efkârlanacak zamanı vardır ne de Orhan babayı yâd edecek zamanı.
Önceki gün Adana’da yaşanan olay karşısında insanın duyarsız kalması olası mıdır?
Kapalı semt pazarı kurmak isteyen belediyeyi protesto etmek isteyen pazarcı esnafı Mehmet Oğuz, benzinle kendini yaktı.
Bir esnafın, bir insanın kendisini ateşe vermesi ve yaşamını bu şekilde riske atması, sonlandırmaya çalışması hangi çaresizliğin sonucudur acaba?
Sevgi, destek, işbirliği olsa idi bu sonuç yaşanır mıydı?
Yaşam çizgisi çok incedir.
Bir anlık hata, yanlış karar, bilinçsiz hareket benzini tutuşturur.
Yaşamları karartır.
Eve ekmek götüreyim derken canına kastedersin.
Peki, bu hatanın cezasını kim çekecek? Sen! Çocukların, ailen…
O halde sorunları bu şekilde çözmeye çalışmanın kimseye yararı olmayacağını düşünmek gerekmez mi?
Lakin o ince çizgide bazen, insan bilir sonsuzluğa teslim olacağını ama direnir.
Üstelik kaybedeceğini bile bile direnir.
Ve har daim kaybeder…
Belediyenin aldığı karar nedir ne değildir, doğru ve uygulanabilir bir karar mıdır bilinmez. Lakin toplumu ve esnafı ilgilendiren kararda etraflıca düşünmek, tarafları ikna edip sonra uygulamaya geçmek aradaki buzları eritecek, sorunları aşağıya çekecektir.
Bunun yapılması çok mu zor?
Yapılsa idi, pazarcı esnafı ikna edilse idi Mehmet Oğuz üzerine benzin döküp kendini yakar mıydı?
İşte tam da burada hem devlete, kurumlara hem de vatandaşa düşen görevler vardır.
Uygarlaşma yolunda eğitim ve öğretime verilecek önem ülkelerin ve toplumun çağdaşlaşmasına katkıda bulunacaktır. İnsanların daha adil ve sağlıklı düşünmesine neden olacaktır.
Bu olgunun gerçekleşmesinde devlete ve bireylere büyük görevler düşmektedir.
Devlet, vatandaşlarının içinde bulunduğumuz çağa, ekonomik ve sosyal yaşama, bireysel davranışların olumlu seyretmesine adapte olmasını sağlayacak eğitim öğretim olanaklarını ve koşullarını eksiksiz yerine getirmelidir.
Vatandaşlar da üzerlerine düşen okuma, bilgi edinme, kavrama, uygulama gibi konularda kendilerine düşen görevleri yapmalıdır.
İçinde bulunulan şartlar ancak eğitimle iyileştirilebilir. Eğitilmiş kadrolar ve yeterli eğitimi almış bilinçli vatandaşlar zorluklar karşısında mantıklı hareket etmeyi sürdürürler.
Bu bağlamda toplum çağa uyum sağlayacak, yaşam mücadelesinde yoksulluk ve yoksunluk zincirlerinin paslı halkalarını kıracaktır.
Toplum yaşananlar karşısında duyarsız, unutkan, nemelazımcı olmamalıdır. Sorunları algılamasını bilmelidir. Bakar kör olmaktan uzaklaşmalıdır. Olan bitenleri görmelidir.
Korkaklığı, unutkanlığı, duyarsızlığı, nemelazımcılığı yaşam şekli olarak benimsememelidir.
Köşe dönmeyi değil üretmeyi, emek ve çaba sarf etmeyi düşünmelidir.
Alın terini, onur ve erdemi ön plana çıkarmalıdır.
İnsan haklarını, yerini bulan adaleti, demokrasi kavramını ve uygulamalarını rehber edinmeli savunmalıdır.
Yoksulluk ve yoksunluk zincirinin paslı halkalarını kırmasını bilmelidir. Ümitsizliğe düşmemeli, mücadele etmelidir.
Eğitim ve öğretim tek başına buna yetecek midir? Yoksa insanların diğer hasletleri yanı sıra insanlığın yaşama ve yaşamlara bakış açısı da bunda gerekli midir?
Yazı yazmada, yemek yemede örneğin bir tek parmağın aktif olması yeterli değildir. Yeterli de olmayacaktır. O nedenle tek başına eğitim de sorunu çözmede başarılı olamayacaktır.
Çevre etkisi, ekonomik koşulların düzeltilmesi, yaşam standardının yükseltilmesi, yardımlaşma, dayanışma ve işbirliği ortamının sağlanması da önemlidir.