30 Mart 2012 Cuma

GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMAMAK LAZIM

Onurlu olmak, erdemli, dürüst ve doğru olmak  güven duygusunun esasıdır. Güven duygusu da toplumsal dayanışmanın ve birlikteliğin ana arterlerinden biridir. Güven duygusunun erozyona uğradığı yerde ne yapılsa beyhudedir. Yalakalık, yandaşlık, üçkağıtçılık, yalancılık, çıkarcılık, rant elde etme gayretleri ana artere sızmaya başlamışsa o arter bataklığa dönüşüyor demektir.

27 Mart 2012 Salı

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN'DAN...



"Bir gün gelir de unuturmuş insan
En sevdiği hatıraları bile
Bari her gece yorgun sesiyle
Saat on ikiyi vurduğu zaman
Beni unutma
................
Büyük acılarla tutuştuğum gün
Çok uzaklarda da olsan yine gel
Ne olur, Tanrı'ya kavuştuğum gün
Beni unutma..."

24 Mart 2012 Cumartesi

DAR AĞACINA GİDEN BAŞ DEĞİL DÜŞÜNCEDİR

Bir söz vardır bilirsiniz. “Darağacına giden baş değil düşüncedir” diye. Tarih ve olaylar bu gerçeğin şahididir. Darağacına da gitse düşünceye engel olunabilir mi? Bunun olasılığı dahi yoktur. Düşünce sahibini darağacına yollayın, hapsedin, hücreye atın, yüzünü gözünü morartın, kaburgasını kırın boşuna. Düşünceyi yok edemezsiniz.
Evrensel değerler, demokrasi, insan hakları, hukuk kuralları içinde dile getirilen düşünceyi yok etmek, ötelemek, açıklanmasına müsaade etmemek zaten evrensel insan haklarına aykırıdır. Var olan sorunları dile getirenleri ötelemek, dile getirilenleri yok saymak yerine; çözülmesi istenen sorunları çözmek gerekir. Toplumsal var oluşun ve birlikteliğin gereği de budur.
Bir zamanlar bir siyasetçimiz gelişmelerle ilgili bir soru üzerine şu cevabı vermişti “alışırlar alışırlar”. Uzun süre çözülmeyen, çözüm bekleyen sorunları çözmek yerine laf kalabalığı ile geçiştirmek sorunların kanıksanmasına neden olacaktır. Toplum aynı konuların sürekli gündeme gelmesine rağmen çözülmeden bekletilmesinden bıkacak, usanacaktır. Bu alışma değil, sorunlarla yaşamayı kanıksamadır. Ne yazık ki çoğu kez var olan sorunları çözmek yerine konuşmayı seçeriz.
Dünyanın çeşitli coğrafyalarında düşüncelerinden dolayı tutuklu bulunan insanlar, tutuklanmalarına rağmen düşüncelerini değiştirmemişlerdir. Bu tür davaların ve soruşturmaların bir kısmı siyasidir. Tutuklu karşıtlarının elindeki en büyük silahtır. Bu durumu açıklığa kavuşturacak olan hukuktur. Hukuk kurallarının uygulanması ve adil yargılamadır. Hukukun işletilmesi sonucu kurulan, kurulmakta olan kumpaslar ve öteleme duyguları da ortadan kaldırılmış olacaktır. Zaten öteleme duygusu ve kumpas kurma girişimi de hukuk karşısında suçtur. İnsan haklarına, yaşama ve var olma haklarına aykırıdır.
Hukuksuzluklara, öteleme girişimlrine karşı dik durmak gerekir.  Atılacak doğru adım ise sorunların çözümünü kolaylaştıracak, kısır çekişmelerin önünü tıkayacak bir ortamın oluşturulmasıdır.

21 Mart 2012 Çarşamba

KENT SOKAKLARI

Yüreğimde gri bulutlar var. Beni sıkan, puslu bir havada yalnız bırakan. Lakin umurumda değil, çünkü dağların yeşil örtüsü ve gökyüzüne uzanan orman ağaçlarının arasındayım. O ağaçların kimisi nazlı bir gelin. Kimisi sevdiğine kollarını uzatmış bir sevgili. Kimisi barındırdığı canlıları saran bir ana.  
Büyük Menderes, Küçük Menderes ve derken Gediz ovasını ufukta bıraktığımda, beni önce meşe ve biraz yükselince çam ağaçları selamlıyor. Dağlar uzaklarda granit yüzleri ile üzerlerindeki pusu dağıtmaya çalışıyor. Ağaç yapraklarından süzülerek düşen damlalar toprağa kavuşmanın telaşındalar.
Ve sonrası düzlükte kendine yer açmış bir kent. Dar ve kıvrımlı yolları bir bir geride bıraktığımda kış uykusundan yeni uyanmışçasına yol kenarında yavaş yavaş ilerleyen bir insan kalabalığı karşıma çıkıveriyor. Yol boyunca dizilmiş cafeler, dükkânlar, tamirhaneler, lokantalar, badanası dökülmüş binalar beni karşılıyor. Topraktan yaşam fışkırıyor. Gürültü gittikçe artıyor. Kulakları sağır edercesine çalınan korna sesleri insanı rahatsız ediyor. Caddeler araba ve insan gürültüsüne umarsız.
Gürültüden uzaklaşmak isteği ile yan sokağa sapıyorum. Ayaklarım beni taşımıyor, adeta sürüklüyor. Sevdiğine kavuşmanın telaşı ile rüzgâr da adeta kanatlanıyor. Hızı gittikçe artıyor, yerden kaldırdığı toz bulutunu yukarıya doğru helezonlaştırıyor.
Sokak kalın bir toz tabakası ile kaplanmış, sağda solda uçuşan kâğıt parçaları evlerin balkonlarını kendisine mekân tutmanın telaşında. Az ileride ki evlerden birinde bir köpek sesi geliyor. Boğuk bir sesle rüzgârın sesine eşlik etmenin huzursuzluğu belki de bu ses. Evin önüne geldiğimde hava birden durgunlaşıyor. Rüzgârın homurtusu azalıyor. Köpeğin sesi daha canlı duyuluyor.
Acele ile ilerleyen bir kadın evin kapısında duruyor. Başının üstüne attığı kazağını eliyle indiriyor. Rüzgârın yavaşlamasını, tozun azalmasını fırsat biliyor besbelli. Yüzünün olanca sertliği ile çevresine, gelen geçenlere bakıyor. Evin penceresinden belli belirsiz bir müzik sesi sokağa taşıyor.
Toplumsal bir kaderin, bir yozlaşmanın görüntülerine, işsizlikten bunalan, kendini sokağa atan insanların varlığına şahit olunuyor kentte. Kent sokaklarında hurdacılar, eskiciler, seyyar satıcılar, çöp toplayanlar, simit satıcılara rastlanıyor sıklıkla. İşsizlik, yoksunluk sokak aralarında kendini gösteriyor. Belediye ekmek büfelerinin önü çok önceden doluyor. İtiş kakışlar arasında ucuz ekmek peşinde çoluk, çocuk ve kadınları görmek olağan artık. İş bulma umudu ile her sabah minibüs, otobüs duraklarına akın edenlerin akşam çökük omuzla eve dönüşleri görülüyor aynı duraklarda.
Yaşamını bir acıya, durgunluğa atanların yüzlerindeki yılgın ifadeyi görmek insana acı veriyor. Yarım kalmış bir adam, yarım kalmış bir ruh, yarım kalmış bir yaşam misali hayatın ağırlığını taşımaya çalışan omuzların çaresizliği yürek parçalayıcı. Başkalarının hareketli yaşamlarını görenler, kendi yaşamlarının önünü ağır bir kaya parçası tıkamış gibi çaresizler.

USTA

20 Mart 2012 Salı

YÜREĞİMDEKİ DÜŞÜ ANLAMIŞ GİBİ

Yüzünde ince bir durgunluk var. Kahverengi gözleri insana huzur veriyor. Aslında siyah olan saçları boyalı. Belli ki beyazlamış görüntü kapatılmak istenmiş. Üzerinde her daim kırmızı bir kazak görmek insanı şaşırtmıyor. Hani şu balıkçı yakalı kazaklar var ya işte ondan. Kaç yaşında olduğunu yüzüne bakıp anlamak olanaksız gibi. Yüzü durgun mavi bir denizin yüzeyini hatırlatıyor. O kadar berrak. Lakin yüzünü sıklıkla kaçırıyor anlaşılmaz şekilde. Giysilerini kendisine yakıştırmasını biliyor. Hoş o kadar da özenli sayılmaz. Ama giyinmesini seven biri olduğu belli. Kaldırımın kenarında yürümesi insana su gibi geliyor. O kadar sevecen ki. Cafede oturmuş ona bakıyorum. Farkında olmadan dalmışım iyice. Korna ve araba sesleri arasında bir an sonra uzaklaşıyor oradan. Uzaklaşırken bana bakıyor. Yüreğimdeki düşü anlamış gibi.

16 Mart 2012 Cuma

LAHMACUN

Lahmacun, hamur ve eti bir araya getiren yemekler içinde ayrıcalıklı bir yerde. Bunu da şeklindeki farklılığa, o inceliğine borçlu olsa gerek. Bir de acısına. Bu sayede bu mütevazi yemek en beğenilenler listesine girmeyi başarıyor.

ILGAZ DAĞI

Ilgaz Dağı ve çevresi 1976 yılında milli park yapıldı. Kastamonu- Çankırı il sınırları içinde yer alan dağın kayalık yüksek kesimlerinde çok sayıda yırtıcı kuş ve ormanlık alanlarda yaban hayvanı barınıyor. 37 endemik bitki türü olduğu biliniyor. ılgaz Dağı aynı zamanda kayak severlerede kışın kucak açmaktadır.

YENİCE ORMANLARI

Bolu Dağları'nın kuzey batısındaki su toplama havzaları ile Safranbolu'nun batısında kalan ormanları kapsıyor. Nefti ormanlar olarak da dikkat çekicidir. Yani sık olmaları nedeni ile gün ışığı zemine zor ulaşır bu ormanlarda. Alan, Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WFF)'nın belirlediği acil olarak korunması gereken  dünyada 100, Türkiye'de 9 sıcak bölgeden biridir.

14 Mart 2012 Çarşamba

ÇAY VE SİMİT

Çay ve Simit her zamana ve  her yere uygun ender yiyeceklerden. Gariban dostu. Vazgeçilmez lezzet. Susamı, sıcaklığı, gevrekliğiyle her kesimin vazgeçemediği. Çocukluğumuzun en gözde yiyeceği. Dost canlısı. Anıların yol bulduğu değişmeyen tad. İşsizin ekmek teknesi.

İSTANBUL VAPURLARI

İstanbul vapurları, Anadolu ve Rumeli yakasını yıllarca birleştirdi. Boğaz'ın silüetine 1830'larda girdiler. Yandan çarklıydılar, sonra pervaneli oldular. Boğazın iki yakasını birleştirmeye devam ediyorlar. En yakın dostları deniz kuşları oldu yıllarca. Martılar eşlik ettiler yaz kış onlara.

13 Mart 2012 Salı

CANIM KARDEŞİM


Aklıma bu ülkenin yiğit insanları geliyor.
Çağdaş bir yaşam için düşüncelerini,
Yüreklerini
Koyduklarında ortaya,
Kimi zaman
Soğukluğunu hissettiler bileklerinde
Paslı zincirlerin.
Yeri geldi
Can verdiler,
Kahpe kurşunlarla alacakaranlıkta
Bir şafak vakti.
Yeri geldi
Islak duvarlarda açılan pencereden,
Yüreklerini uçurdular,
Özgürlükle buluşsun diye
Güvercinler misali.
Merttiler, yiğittiler onlar.
Ya sen
Ya sen canım kardeşim,
Duvar diplerinde salya sümük
Sigara saranlara hedef oldun.
Göğsünü siper ettin kahpe kurşunlara
Hasletlerini çekemeyenlere inat.
Onlarda mertlik bir yana namerttiler,
Kalleştiler
Kir pas içinde yaşamaktalar hala.
Canım kardeşim,
Yüreğimden bir parça koparsaydım
Canına can katsaydım,
Şah damarın parçalandığında
Beş para etmez bir tetikçinin elinde.
Vurulduğunda dilinden düşürmediğin özgürlük türküsünü,
Birde
“Uğurlar Olsun”  türküsünü
Söylemekte kanat çırpan kuşlar bile.
Son nefesini verirken,
Islak mendilini
Yastık yaptın usulca.
Oysa ne kadar üzülmüştün,
Sen,
Uğur kahpece katledildiğinde.
Yüreğine kor gibi düşmüştü Uğur’un katledilişi.
Katledilişin de
Yüreğimize kor gibi düştü
Bir bayram sabahında.
Nefes alışlarımız bile bir tuhaf artık.
Seni özlüyoruz,
Tarifsiz bir özleyiş bu,
Tarifsiz bir hasret.
Yiğit kardeşim.



6 Mart 2012 Salı

    Ücra bir köşede. Uzaklarda...
                                              Oyunun kurallarını bilmeyen kaybeder...

YÜREKLERİ BURKAN GÖZYAŞI

“Afganistan’da Dünya Yiyecek Programı çerçevesinde her gün bir konteynır yiyecek çocuklara dağıtılıyor. Savaş ve doğal afetler nedeniyle her gün 400 çocuğun bir milyon yoksul nüfusuna katıldığı ülkede yiyecek kuponunu kaybeden bir çocuğun gözyaşları yürekleri burktu”
Haber böyle. Ne denir ki! Yoksulun mekânı coğrafyalarda her gün her an her saniye yaşanan dramlardan sadece biri bu.  1980’li yıllarda dünyanın gündeminden düşmeyen Afganistan, 1979 Sovyet işgali ile kaosa sürüklendi. Yetmedi 11 Eylül 2001 günü teröristlerin ABD’de gerçekleştirdiği ikiz kuleler saldırısı ile tekrar gündeme geldi. ABD ve Nato birlikleri ülkede şu an.
1994 sonbaharında ortaya çıkan Taliban’ın üç yıl gibi kısa bir sürede Afganistan’da ülkenin yüzde 90’ına hâkim olması, uygulamaları sonucu Afgan halkı açlığın, sefaletin ve geri kalmışlığın acımasızlığında bocalamaya başladı. Taliban gitti. Lakin militanları Afgan halkına göz açtırmıyor.
Evet, ne denir ki’ Her toplum layık olduğu şekilde yönetilir derler. Olan yine yoksula olmaktadır. Emperyalizm ve savaş baronları ise ellerini ovuşturmakta. Afgan halkı ise bir lokma ekmek için aldığı kuponun kaybına ağlamakta.

1 Mart 2012 Perşembe

YOKOLUŞ

İnsan merak ediyor
Acıyla ve kederle, yaralı bir kalple
Hüzünle ve ayıpla
Ne yapacak acaba insanlık
Çürümüş beyinler
Ve açlık
İnsanlığı bitiren
Gerçeğin öte yakası
Sorgulanmaz mı hiç?
Pastoral tablo misali
Buzların arasına sıkışmış
Barut kokusu ve kan kokusu
Hüzün, yoksulluk, terk edilmişlik
Sömürü ve soygun
Gökteki yıldızlar gibi yanıp yanıp sönen
Metal yığını
Savaş makineleri
Butona basınca ansızın
Parçalanması bedenlerin
Sonrasında cansız düşmesi kan çanağı gözlerle
Sokaklara
İnsan merak ediyor
Bu ayıpla
Ne yapacak insanlık



 
Hüseyin Güzel/28.09.2011