30 Haziran 2012 Cumartesi

Bilirsin







Bilirsin
Ne demek olduğunu yalnızlığın.

Soğuk günlerde
Gecelerde
Üşüyen yüreğimin sessizliğini.

Beyaza bürünmüş dağlarda
Yürürken
Görsen utanırsın.




H.Güzel/ 28.06.2012

12 Haziran 2012 Salı

Onurunu Kuşanana söven bir sistem!



Siz, o, ben ve biz yani hepimiz. 
Bir şeyler diktik, ektik, yeşertmeye çalıştık umutla. 
Bugünün ve yarının yüreklerine, çocuklarına umut olsun; çiçekler solmasın, bahçeler kurumasın diye.
Bozkırın ortasında, ormanların gölgesinde, rüzgârın sesinde, dağ havasının vazgeçilmezliğinde, çölün gizeminde, suyun serinliğinde ve toprağın doğurganlığında aradık yaşamayı, özgürlüğü…
Kimimizin adı Ahmet’ti kimimizin Albert, kimimizin Hekim.
Ama hep vardık ve hep olacağız bir yerlerde.
Günbatımının renklerini kuşanmış bulutları seyredeceğiz yaylalarda. 
Rüzgârları köpüklü dalgalara dönüştüren baş döndürücü ormanın kıyısında soluk renkli yılkı atlarının özgürlüğe koşuşlarını.  
Belki biraz yağmur ve arada biraz dolu çarpacak yüzümüze. 
Renksiz bir şafakta ısınmak için, atlar misali ayaklarımızı yere vururken, buzla kaplı bir sırtta ve dik bir vadinin hemen kıyısında ufka doğru uzayıp giden ve karın örttüğü gri tarlaları ya da buz kesmiş nehirleri seyrediyor olacağız daima.
Çalıp çırpanı öven, onurunu kuşanana söven bir sistem. 
Emperyalizm ve Kapitalizm.  
Senin alın terinden, kanından, canından besleniyor.
Ucuz iş gücü, örgütsüzlük, iptidai çalışma koşulları ve sonrasında yetersiz iş güvenliği. 
Nuh nebiden kalma beşer öğüten, yakıp kavuran, kolunu koparan, sakat bırakan fabrikalar.
Birer komut butonu ile havalanan, yok eden savaş makineleri. 
Kabirlere mekân olacak toprak parçası üzerinde ölümün en hızlı manevralarını yapan kurşunlar, şarapnel parçaları. 
Toprağa düşen cansız bedenler. 
Sönen ve söndürülen umutlar.
Vahşet, dehşet ve şiddet.
Kosova’da, Hocalıda, Afganistan’da, Darfur’da, Irak’ta, Filistin’de.
Ülkelerin kozmik gökyüzünün altındaki tertemiz, berrak suları ve tatlı dağ esintilerinin uçuştuğu madenler.
Yer altı ve yer üstü zenginlik kaynakları.
Çağlar boyunca sömürülen.
Günbatımı ve gündoğumunun yüzlerine vuran renklerini ve tonlarını yansıtan işçiler, köylüler, kadınlar ve çocuklar.
Bir iş bir ekmek.
Bir ekmek bir insan.
Bir insan bir aile.
Bir aile bir toplum. 
Yaklaşımı ile çökmekte olan kâbustan uzak durmaya çalışanlar.
Ahtapot gibi kolları ile dünya halklarını sarmalamaya çalışan emperyalizm. 
Bitip tükenmek bilmeyen iştahı ile kapitalizm. 
İşte iki kâbus. 
Irak halkının sırtında boza pişirmeye çalışan savaş makineleri. 
Afgan halkının uzun yıllar boyunca içinde bulunduğu savaşı ve zor yaşam koşullarını bir türlü barış ve huzura kavuşturamayanlar.
Halkları rahat bırakmayanlar.
Robotlaşma yolunda ilerleyen savaş baronları.
İşte emperyalizm ve kapitalizmin dünyanın yoksul ve gelişmekte olan ülkelere biçip giydirmeye çalıştığı gömlek.
Ahmet’in,  Mario’nun,  Frederick’in, Hasan’ın önemli olmadığı, stratejik ortaklığın ve çıkarın gözetildiği emperyal yaklaşımlar.
Ve ülkemizden istekleri.
Lâik ve demokratik rejim yerine getirilmek istenen ılımlı İslam projesi.
Ermeni sorunu bağlamında kabul ettirilmeye çalışılan soykırım iddiası ve kardeş ülke Azerbaycan’ı kenara itecek olan Ermeni sanırının açılması isteği.
Heybeliada Ruhban okulunun açılması isteği.
Kürt sorunu varmış gibi ortaya koyulmaya ve sinsice uygulanmaya çalışılan yaklaşımlar.
Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya’da ülkemiz çıkarlarına aykırı istekler.
Ülkemizin komşuları ile olan diyalogunda bizi yalnızlaştıracak politika anlayışları.
Enerji nakil hatlarında ulusal çıkarımızla bağdaşmayacak istekler.
Ülkemizi şeytan üçgeninin ortasında bırakacak düşünce ve istekleri kabul etmek ve emperyalizmin çıkarlarına boyun eğmek bizlerin asla ve asla kabul etmeyeceği yaklaşımlardır

11 Haziran 2012 Pazartesi

ANLATMALISIN


Acı, hüsran, hüzün
Gönlümde… Sen varsın
Bir tutam mutluluğa hasret.

Bir yürek yapayalnız.

Çoktandır yanı başımda
Uzatsam elimi tutacak gibi
Dururken sen,
 Bir buğuyla solar gün
Bilemedim!

Anlatmalısın her daim.

Güneş doğarken
Nasıl yüreğime sığdın?

Hüseyin Güzel/ 11.06.2012

1 Haziran 2012 Cuma

Ayrımcılığın döşediği taşlara takılmamalı insan.



Çeşitli coğrafyalarda dolaşalım. Zihnimizde kurgulayıp sorgulayalım ve ayrımcılık konusunu kısaca ele alalım.  Ayrımcılık vardır ve her zaman da insanoğlunun özünde, varlığında olacaktır.  Yaşamın her alanında; sevgide, kültürde, ekonomide, insanın renginde, düşüncede, yaşamda, kadın erkek varlığında, semt ve okul bağlamında, zengin fakir ikileminde, kent merkezi ile varoşlar arasında, yeşille mavi arasında.
Bu bağlamda insanların yaşamı bir gül bahçesi olmaktan uzaktır. Ayrımcılığın döşediği taşlara takılmadan yaşamak için olağanüstü bir gayret sarf etmek lazım. Bazen ciddi biçimde sendelesek de bunu başarmak zorundayız.
Ayrımcılığı yaygınlaştıranlara, insanlar arasındaki sevgi, saygı ve birliktelik anlayışına engel çıkaranlara karşı da; insan hak ve hukukunu kendisine rehber edinerek mücadele etmek durumundadır insanoğlu. Bunu başarmak için evrensel müziğe, edebiyata, kültürel gelişime, ekonomik ve siyasi işbirliğine önem verilmeli; ırkçılığa, insanları ötelemelere, yok saymalara, küçük düşürücü ithamlara karşı koymalı, olaylara doğru yorum getirilmeli.
Hiç kimse hiçbir zaman içinde biriken öfkesini yönelteceği, yaşananlardan sorumlu tutacağı diğerine ihtiyaç duymamalıdır. Öteki kavramı yerine biz kavramı daima öncelikle dikkate alınmalıdır. Diğerini öteleyerek hiç kimse kahraman olamaz, olamamıştır da. Hitler, Mussolini, Franco, İdi Amin, Pinoşe, Mübarek, Stalin ve hatta yüzyıllar öncesi krallıklar misal Mısır Firavunları gelip geçmişler, insan onuru bunları yok etmesini, bunlardan kurtulmasını bilmiştir.
Önemli olan insanlığın birbirini anlaması, sevgi, saygı, anlayış ortamında ve müştereklerde birleşmesidir. Her türlü yıkıma, bağnazlığa, ötekileştirmeye, ayrımcılığa karşı karşılıklı anlayışı, birlikte yaşamanın taşlarını döşemeli, geleceği bu bağlamda inşa etmeliyiz.

E ATIK


Çöp üretkenliğinde insanoğlu son yıllarda epey yol aldı. Üretilen çöpün cinside,
Şeklide değişti. Gelecekte arkeologlar yeni çöp türünde veri araştırmaları yapacaklardır eminim(!).

E-atık denilen dijital kalıntılar, gelişmiş ülkelerden hızla gelişmekte olan ülkelere aktarılmaktadır. Son yıllarda ülkemiz karasularında kıyıya vuran içinde tehlikeli atıkların bulunduğu bidonlar hala güncelliğini yitirmemiştir.
Uzayı da çöplük haline getirmiş durumdadır insanoğlu.
Teknoloji baş döndürücü bir hızla yol almaktadır. Iskartaya çıkacak PC sayısı milyonları bulacaktır. Modası geçen elektronik malzeme ve donanımlar sadece bilgisayarla da sınırlı değildir.
Dijital yayıncılığın yaygınlaşması ile Analoğ yayınlar azalmaktadır ve yalnızca analoğ yayınları alabilen TV’ler işe yaramaz hale gelecek ve milyonlarca TV çöpe gidecektir.
Haberleşmede önemli bir vazgeçilmezimiz olan cep telefonu piyasasında da durum farklı değildir.
Birleşmiş milletler çevre programına göre, dünya genelinde tüm elektronik atık kaynaklarının yılda 45-50  tona ulaşabileceği hesabı yapılmıştır. Bunca hurdaya çıkan atıkların büyük bölümü maalesef çöpe gitmekte çok azı geri dönüşümle kazanılabilmektedir. E-atıklarla gerek toprağa ve gerekse suya; kurşun, cıva, arsenik, kadmiyum, berilyum gibi ağır metaller ve toksik maddeler sızmaktadır.
Bu atıkların getirdiği sağlık riskleri üzerinde önemle durulması ve zamanında gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir. Elektronik malzemelerin atık alanlarına gömülmesi, yakılması veya sağlıksız biçimde parçalanıp sökülmesi halinde e-atıktaki element ve bileşikler toprağa ve suya ya da havaya partiküller halinde karışacaktır hiç kuşkusuz. Bu ise sağlık sorunlarını daha da  artırıcı bir rol oynayacak ana rahmindeki cenin’den tutunda her yaşta insanı etkileyecektir.
E-atıkların böbrek, üreme organları, zihinsel gelişim, tiroit hasarı, karaciğer ve akciğer kanserleri, beyin hasarı gibi çok çeşitli alanlarda insan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olacaktır.
E-atıkların içerisinde bulunan elementlerin zararlı etkilerinden korunmak için mutlaka e-atıkların geri dönüşümle ekonomiye kazandırılması gerekmektedir. Bugün Türkiye’mizde her evde bir TV vardır. Teknoloji hızla ilerliyor. LCD ve plazma ekranlar yaygınlaşıyor. Eskileri ne olacak o zaman, çöpe ya da hurdacıya mı? Yoksa geri dönüşüm ünitelerine mi gitmeli?
Türkiye’de elektronik atıkların toplanması ve depolanarak geri dönüşüme gönderilmesi hususunda yerel yönetimlere önemli görevler düşmektedir.
Türkiye ve yaşadığımız çevre e-atık alanı olmadan gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir.
Elektronik atıkların büyük çoğunluğu yasal olmayan yollardan gelişmekte olan ülkelere aktarılıyor maalesef. Gelişmekte olan ülkelerde insanların yaşam koşulları belli değil mi? Çoğu günübirlik bulduğu ile karnını doyuruyor.
Afrika’nın ve Asya’nın yoksul insanları gelişmiş ülkelerdeki insanların artık kullanılamaz diye çöpe veya hurdacıya havale ettiği çoğu sağlığa zararlı madde içeren e-atıkları geçimlerini sağlamak için kullanıyor, acı olan da bu değimli aslında.
Ganalı, Zambiyalı, Çinli, Malezyalı, Ya da Hintli fark etmiyor. Onlar atık maddelerdeki kurşun, altın, bakır alaşımları ve maddeleri ya sökerek ya da yakarak elde ediyor ve satıyorlar. Kendilerine bunun zararlı olduğunu söyleyenlere de oradan uzaklaşmalarını istiyorlar. Çünkü yaptıkları işin yasal olmadığını biliyorlar ama çareleri de yok.
Sadece e-atıklar mı sorun, aslında değil. Yaşamın her anında bu tür sorunlarla karşılaşıyor insanoğlu.
İstanbul boğazında gecenin bir vakti. Naklen yayın var sanki haberciler koşturuyor. Nasıl koşturmasınlar ki denizin yüzü tekmil balık kaynıyor. Bir şekilde kirlilikten nasibini almış balıklar. Ee… Ne var bunda diyeceksiniz.
Olan şu balıkların ölümünü anladık ta ya elinde kepçelerle gerek kıyıda gerekse denizde kayığına paso ölü balık toplayanlara ne demeli?
Niye topluyorlar balığı dersiniz? Yemek içinse üç beş tanesi yeter diyelim hadi. Ya kilolarca toplamaları ne oluyor? Olan şu; adam zahmetsizce vatandaşa satacağı balığı bulmuş bırakır mı, enayi mi adam (!). Birileri zarar görecekmiş umurunda mı?
E-atık dedik yazıyı E-balıkla bitirdik.
Anlaşılan  e‘lerin daha çok yaşamımızda yeri olacak gibi görünüyor.