28 Ekim 2012 Pazar

BİR BAYRAM GÜNÜNDE YAŞADIKLARIM

                        Heybeliada'da 'gün batımı' çok şey anlatmıyor mu?


Bayramın ikinci günüydü. Daha önceden İzmir’den gelecek olan halakızı ile eşi Nevzat’ın geldiklerini telefonla öğrendikten sonra bulundukları adresi alıp eşimle birlikte yola koyulduk. Nevzat Ramazan bayramı sonrasında çatıda anten direğini düzeltirken apartman boşluğuna düşüp ölen kardeşinin mevlidi nedeniyle İstanbul’daydı. Görüşmeyeli sanırım yedi sekiz yıl olmuştu. En son Aydın’a geldiklerinde görüşmüştük.
Nevzat cana yakın, hoşgörülü yanı ağır basan bir insan. Yanlarına gittiğimizde mevlit çoktan bitmiş, mevlide katılanlar apartmanın önünde dağılmaya başlamışlardı. Apartmanın önüne gidince adeta şoke oldum. Çünkü çocukluğumun birlikte geçtiği arkadaşlarımın bir kısmı da oradaydı. Duygusal anlar yaşandı.
Diğer bir halamın oğlu Metin’in hasta olduğunu söyledi Nevzat ve halamın kızı. Nevzat’ın arabası ile Metin’in Güngören’deki evine gittik. Ziyarette Almanya’da yaşayan Dursun amcam da vardı. Pek sık görüşmediğim, dahası yıllarca görüşmediğim ve artık benim için bir yabancı olan amcamın varlığı beni pek de alakadar etmemişti doğrusu.
Metin Güngören’in dar sokaklarında birbirine adeta yapışık olan apartmanlardan birinin ikinci katındaki evinde oturuyordu. Öğretmen olan kardeşi de bizimle birlikte gelmişti. Metin hastalığının verdiği çaresizlikle konuşuyordu. Onu öyle hasta ve çaresiz görünce içim burkuldu. Ağlamamak için kendimi sıktıkça sıktım. Acımı içime akıttım. Metin’in yanında ona daha da acı verecek duygusal anlar yaşatmamak için kendimi tuttum.
Dağ gibi adamı hastalık kısa zamanda esir almış, adeta eritmişti. Metin’in ellerini avuçlarımın içine aldım bir süre. Havanın soğuk olmamasına rağmen o eller adeta buz kesiyordu. Metin’e “üşüyorsun” dedim. Gözlerinin fersiz bakışlarıyla ağır ağır cevap verdi. “Evet, üşüyorum. Bugün aslında çok iyiyim. Bazen üşüme titremeye dönüşüyor” dedi. Bir kez daha çaresizliğin acımasız yüzüne şahit oldum.
Ne zormuş hasta birinin yanında ağlayamamak, gülememek, doyasıya konuşup hasret giderememek. Bunu bir kez daha anladım.
Metin’in yanında ayrıldıktan sonra Nevzat beni ve eşimi eve bıraktı. Akşam İzmir’e doğru yola çıkacaklarını söyledi. Fazla zamanının olmadığını söyleyince de eve gidelim ısrarımı bırakmak zorunda kaldım. Lakin hem oğlumu hem de kızımı görmek istediğini söyleyen halakızını kırmayıp çocuklar aşağıya indiler. Sonrasında homurdanan motor sesi alıp onları götürdü. Arkalarında el sallayıp bakakalmıştık.
Yoğun hüzün ve hasretlik duygularının bedenimi saran sıcaklığı henüz geçmemişken; internette konuştuğum bir arkadaş moralimin iyice bozulmasına neden oldu.
“Artık yeter” hocam diyordu. “İnan bıktırdılar beni. Akrabanın böylesi olmaz olsun. Dedikodunun, insanları birbirine düşürmenin, birinin arkasında konuşmanın böylesi ne görülmüş ne de duyulmuş şey” diye isyan ediyordu.
“Sakin ol. Neler oluyor anlat bir hele” dedim.
“Nesini anlatıyım ki hocam” dedi. “Babam vefat ettikten sonra annem evlerinde yalnız yaşamaya devam etti. Kardeşlerimin ve benim tüm ısrarlarımıza rağmen yanımıza gelmek istemedi. ‘Ben böyle rahatım. Evimde istediğim zaman yatıyor, istediğim zaman kalkıyorum’, sizlerin yanında rahat edemem.”
“İyi de bunda üzülecek ne var ki?”
“Mesele bildiğin gibi değil hocam. Annem arada sırada yanımıza geliyordu. Israrlarımıza dayanamayıp iki üç gün yanımızda kalıyordu. Tek başına sıkılmasın diye sıklıkla ya yanına gidiyor ya da telefonla konuşuyorduk zaten. Onun yalnız kalması aslında bizleri üzüyordu. Lakin yapacak şeyimizde yoktu. Yanımızda kaldığı sürede sıklıkla mızmızlanıyor, yapılan işlere gereksiz yere karışıyor, sorun çıkarmanın ve bir an önce evine gitmenin yollarını arıyordu.”
“Sonra?”
“Bayram günü annemi arayıp bayramını kutladım. İşlerim nedeniyle uzakta olduğum için yanına gidememiştim. Kendisiyle konuşup hal hatır sormak, dertleşmek istedim. Telefon açıp hatırımı sormadı demesin diye epeyce konuştum. Bir ara konuşmanın bir yerinde bacısının kızının aradığını söyledi. Bende ne güzel işte bak arayan soranın çok diye güldüm. ‘Bacımın kızı benim yalnız kalmamın nedenini sordu’ dedi bana. Sen ne cevap verdin deyince ‘ne cevap vereceğim beni çocuklarım istemiyor dedim’ dedi. Bacısının kızı da ayıp ayıp niye seni yalnız bırakıyorlar diye annemi iyice doldurmuş.”
Arkadaşı “hata üstüne hata desene diye” teskin etmeye çalıştım. Lakin o barut fıçısıydı bir kere. Tüm ısrarlarıma rağmen siniri bir türlü geçmiyordu.
“Teyzemin kızını aradım “dedi bana.
“Neden aradın peki?”
“Yaptıklarının doğru olmadığını, yanlış bilgilerle hareket ettiğini söylemek için” dedi.
“Ne dedin peki ona?”
“Bayram nedeniyle annemi aramışsın sağ ol. Lakin yalnız yaşaması konusunda kimsenin suçu yok. Meseleyi tam olarak bilmiyorsun. Bir kere annem hangi çocuğunun yanına gitse sorun çıkarıyor. Azami üç gün. Sonrası malum. Evinde oturması daha doğru bu durumda. ‘Sana gelince bu yaştan sonra bilip bilmeden kimsenin işine karışma’. Yaşının gereğini yapıp büyüklük yapsa, herhalde kimse yalnız kalmasına razı olmaz. O evinde rahat. Bildiğim kadarıyla abim ve diğer kardeşlerim ilgileniyorlar. İhtiyaçlarını gideriyorlar, telefonla sık sık arıyorlar. Ben de her gün telefonla arıyorum… Senin işin iç yüzünü bilip bilmeden ‘ayıp değil mi seni neden yalnız bırakıyorlar’ deyip hem annemi doldurman hem de çocuklarını zan altında bırakman doğru değil. Hiç kimse anasını tek başına bırakmaz. Nedenini sorgulaman lazım. Acaba çocuklarının yanında neden durmuyor diye. Neyse sen Almanya’da yaşıyorsun. Burada insanları birbirine düşürmeye kalkma. Bir gün olur söylediklerinden utanır, pişman olursun. İnsan sorunun nedenini bilip bilmeden kimseye laf etmemeli değil mi? Annen yıllar önce ‘kansere’ yakalanıp öldü. Hiç kimse çıkıp da ‘ananı kanser ettin’ diyor mu? Hastalık bu. Anneminkisi de huzursuzluk yapmak… Uzak dur bizden.”
“Peki, ne cevap verdi?”
“Bence sen bilir bilmez bana çok ayıp ediyorsun. İnan ki şaşkınlıktan başka bir şey gelmiyor elimden…”
“Sen ne dedin bu cevap üzerine?”
“Ben, bana söyleneni diyorum. Neyi bilip bilmiyorum ben? Aslında sizin bilip bilmeden laf etmeniz zoruma gidiyor. Uzaktan kaval çalmak kolay derler. Seninkisi de o hesap. İster inan ister inanma ‘doluya koyuyoruz boşalmıyor, boşa koyuyoruz dolmuyor’ hesabı bizde şaşkınız. Ne yapmalı bu durumda söyler misin? Dahası unutkanlık başladı onda. Beş dakika önce söylediğini beş dakika sonra ‘ben mi dedim ki’ diye unutuyor. Defalarca yalnız kalma dedik. Yanımıza almak istedik. O ‘ben evimde rahatım’ diyip direniyor. Gelse o evin masrafına ne gerek var oysa. Keyfine bak, rahat ol sen. Yalnızlık bizim değil kendisinin seçimi. Çok istiyorsan yanına al. Üç gün sonra ağlama yalnız…”
“Sonuç?”
“Hocam verdiği cevap iyice sinirlerimi alt üst etmeye yaradı. Kadın Nuh diyor Peygamber demiyor. Bildiğinden şaşmıyor.”
“Nasıl yani?”
“Bence sen birde kendine sor. Bu kadar eleştirme hakkını neden kendinde görüyorsun?...”
“Başkalarının işine karışma. Gerçeği bilip bilmeden konuşma. Söylediklerim hakaret değil. Gerçeği sana anlatmaya çalışıyorum. İster anla ister anlama. Fakat durum söylediğim gibi. Kaldı ki sen anneme ‘ayıp ayıp seni neden yalnız bırakıyorlar’ dedin mi demedin mi? Eğer söylediysen ben söylediklerimde haklıyım. Yok, ‘söylemedim’ diyorsan bende söylediklerimin hata olduğunu kabul edeyim.”
“Ben konuştuklarımı protokol(?) etmiyorum bir. İkincisi de iki insan arasında geçen sadece o kişileri ilgilendirir. Kimseye hesap vermem gerekmez. Konuyu da burada bitiriyorum…”
“Kırk senedir Almanya’dasın. Bizlerden uzak durdun ne kaybettin? Hiçbir şey. Bundan sonra da uzak dursan hiçbir kaybın olmayacak. Bizi rahat bırak. İnsanları birbirine düşürücü laflar etme. Senin nasıl yaşadığın konusuna kimse karışıyor mu? Yok. O zaman sen de bizlerin yaşamına karışma. Kaldı ki teyzenin beş çocuğu var. Haydi diyelim ikisi yanına almıyor. Ya diğerleri? Demek ki mesele senin düşündüğün gibi değil. Anlaşılan senin canın sıkılıyor! Eğlenecek, dedi kodu edecek başka birilerini bul.”
“Mesele anlaşılıyor. Lakin bunu bu kadar dert edinecek ne var ki? Kendini boşuna üzmüşsün. İnsanlar maalesef böyledir. Sıklıkla başkalarını birbirine düşürmenin telaşındadırlar. Kimileri laf üretmeyi sever. Çekememezlik, vurdumduymazlık, aymazlık, eğitimsizlik, ahlaki anlayışın zayıflığı, saygısızlık… Ne dersen de. Kimilerinin pek aldırmadığı kavramlardır.”
“Hocam biliyorum bilmesine de yapılanlar zoruma gidiyor.”
İşte böyle. Güzel başlayan, Metin’in hasta yüzünü görünce yerini hüzün ve acıya bırakan günün akşamında bir arkadaşın acısını ve isyanını da böylece dinlemek durumunda kaldım. Yaşananlar ne acı diye düşündüm. Boşuna dememişler “akraba bazen ‘akrep’ gibidir diye”.
Başkalarına hesap vermek bir yana asıl önemlisi; insanın kendi kendisiyle hesaplaşıp uzlaşmasıdır. Birilerini kısa ya da uzun vadelerle inandırmak, kandırmak neye yarar ki? Önemli olan sorumluluğun yerine getirilip getirilmemesidir. İnsan kendi vicdanına ve kişilik bütünlüğüne saygı duymalı, ona göre hareket etmelidir. Doğru olanı, iyi olanı yapabiliyor muyuz? Önemli olan da bu değil mi? Başkalar hakkında gereksiz yere söz söylemek doğru değildir.
İnsan düşünüyor aslında. Neden insan bir diğerine düşmanca davranır? Niçin yalanlar, yanlışlar yaşamı sarıp sarmalayan özellikler oldu? İnsanlar neyin peşindeler? İnsani değerlerimiz nerede? Başkalarını suçlamak bir yaşam biçimi midir? Ya da bu mudur yaşamak?

10 yorum:

  1. Bilemiyorum ki Öğretmenim Doğru insanlarla karşılaşmak temennisiyle...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğru insanları bulmak doğru insanların arzusudur...Teşekkürler "siyahkuğu"...

      Sil
  2. Yazınızı sonuna kadar okudum. Öncelikle hala oğlunuza acil şifalar diliyorum. Geçmiş olsun. Ne zordur hasta birisinin yanında durabilmek bilirim. Hele şifası zorsa.
    İnternetteki arkadaşınızı anlıyorum, fakat insanlar böyle malesef. Neden düşmanlık beslerler, neden kötülük yapmaya meyillidirler ben daha bu yaşıma kadar anlamış değilim. Bilirsiniz beni, yazılarımda da çokça yazdım.
    Kaleminize sağlık hocam.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ediyorum güzel dileklerin için...Yaşam felsefesi ve yaşamın rengi her insan için şüphesiz farklıdır...Sizin bu konuya duyarlılığınızı biliyorum. Saygılar.

      Sil
  3. Neler neler olmuş:(bayram değil keder, can sıkıntısı, üzüntüler...hasta olan beye ben de acil şifalar diliyorum, inşallah çaresiz bir şey değildir, ya öteki? Sen anten düzeltmeye çık ve hayatının sonu olsun! Yani gerçekten hayat neler getiriyor bir saniye önce buradayız, bir saniye sonra ne olacağımız belli değil...diğer konu da hakikaten çok can sıkıcı ve çok rastlanıyor, bizim apartmanda da benzeri yaşlı bir teyze var, ona sorarsanız o haklı, kızına, oğluna sorarsanız onlar haklı...insanların kötü huylarının sebebini bir bilsek...
    elinize sağlık ilgiyle ve üzüntüyle okudum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaşamın vazgeçilmezleri bazen insanı hüzünlendiriyor...Güzel yorumun için teşekkürler Müjde kardeşim. Saygılar.

      Sil
  4. Bir bayram gününde yaşadıklarınızı anlatan yazınızı en baştan sonuna kadar okudum.Okurken de bir taraftan beynimden düşünceler akıpp gitti.. Hayat bu işte dedim.Bir günde ne çok şeyi bir arada yaşıyor insan diye düşündüm.Bir tarafta ölüm acısı,hasret özlem giderme,hasta ziyareti,özlemini, hasretini ifade edemeden insanın yüreğine gömmek için sarf ettiği efor.. Bir başkasının derdine ortak olmak...Dikkatimi çeken bir diğer konu ise insan sadece tek bir noktada odaklanmıyor. Yani bir yerde üzüntü yaşarken, bir diğer yerde sevince ortak olabiliyor..İnsanlar hep bir şeylerle uğraşıyor.Kimileri dedikodu, insanların arasını açmak için çaba sarfeder, kimileri de kendi vicdanı rahat olmadığı için duyduğu bir söze karşı tepki verir. Sohbet ettiğiniz arkadaşınızın tepkilerinden çıkardığım sonuç bu oldu. Eğer annesi ile ilgili görevini tam anlamıyla yerine getirdiğini düşünmüş olsa idi. Teyzesinin kızının söylediği söze bu şekilde tepki veremezdi diye düşündüm...Hüseyin Hocam insanız işte zayıf ve aciz olduğumuz bir çok yönümüz var. Farkında olanlar eğitimle kendini düzeltme yolunu seçerken farkında olmayanlar da bildiğini okuyarak yaşamını idame ettiriyor.Emeğinize kaleminize sağlık, saygılar..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Her zamanki duyarlılığınız ve akıcı üslubunuzla çok güzel bir yorum yapmışsınız. Teşekkürlerimi iletiyorum bu güzel yorum için. Zaman ayırdığın için ayrıca teşekkürler...Saygılar.

      Sil
  5. Hasta insanlara ibretle bakmayı bilmeliyiz. Onların yanında gülmek ayıp değil aslında onları neşelendirmek sevindirmek bana göre daha güzel.
    Rabbim acil şifalar versin.
    Bu arada o arkadaşı iyi anlıyorum benim babaannem çok iyi bir insandı ALLAH rahmet eylesin ama köyde evinde tek kalmayı çok diretmişti.
    Tabi onun böyle ikilemleri yoktu çocuklarım beni istemiyor gibi ama babamlar bu duruma çok üzülüyordu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne yazık ki çoğu insanın açmazı bu durum...Doğru olanın yapılması dileğiyle güzel yorumunuz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

      Sil