14 Şubat 2013 Perşembe

METROPOLÜN KIYISINDA


Ayaklarım beni Ataköy metro istasyonunun yanına taşıdı. Yüksek binalar şubat ayazında bulutları şal yapmış boynuma dolamış sanırsın. Sökülmüş kaldırımlar onarılmayı bekliyor, onlarca metrelik dar alanda sağa sola hoyratça atılmış taş, toprak, moloz yığınları etrafı çamur deryasına çevirmiş. Yüksek binalar bulutların karlı zirvesinde saklandığı ulu dağlar misali sıralanıyor.
Atılan her adımda ufak çakıl taşlarının çamura bulanmış kayganlığında yürümek için adeta cambazlık yapıyorum. Dar alanda homurtular çıkararak çalışan iş makinelerinin boğucu gürültüsü aman vermiyor.
Dar sokakta aylardır altyapı çalışması yapılıyor. Bir türlü bitirilemedi. Sokağın her iki yanında hafta sonları öğrencilerin gittiği dershaneler var. Çocuklar çamur yığınları arasında dershanelerine gitmenin telaşındalar. 
Çamur deyince yıllar önce Kozan Akdam Ortaokulu’nda görev yaparken yaşadıklarım aklıma geliyor.
[Okul ana yoldan birkaç yüz metre uzaklıkta yer alıyordu. Halende aynı yerde ya. Değişen hiçbir şey olmamış yıllarca. Her sabah okula giderken gerek öğrenciler ve gerekse öğretmenler ana yoldan okula giden yola sapınca yağmurlu havalarda çamur deryasına dönen yoldan gitmek zorunda kalıyorduk.

Okulun hizmetlisi Hüseyin Efendi yağmurlu günde okulun giriş merdivenlerinden aşağı elinde su kovasıyla su döker; gelenlerden ayakkabılarının çamurunu yıkamalarını isterdi. Yıkamayanları okula sokmazdı. Elinde ince bir iğde çubuğuyla da yıkamak istemeyen öğrencilerin kafalarına vurur, kovalardı.
Ispartalı Fen Bilgisi öğretmeni Mustafa Akkan hocam yeni göreve başlamış stajyer bir arkadaştı. Asabi bir yapısı vardı.
Beraberce okula gelmiş, bizler Hüseyin efendiyi görünce merdivenlerden ayakkabılarımızın çamurunu yıkamış okula girmiştik. Mustafa hoca arkada kalmıştı. Bağırış çağırışlarla birlikte kendimizi dışarı attık ki ne görelim. Hüseyin efendiyle Mustaf hoca birbirleriyle yumruklaşmıyorlar mı? Mesele anlaşılmıştı. Mustafa hoca ayakkabılarını yıkamadan çamuruyla girmek istemiş, Hüseyin Efendi de engel olmaya çalışmış, elindeki sopayla da kafasına vurmuştu. Neyse ki sonradan mesele tatlıya bağlanmış her ikisi de çok iyi arkadaş olmuşlardı. Haklıydı aslında Hüseyin Efendi. Temiz ve sağlıklı bir ortamda eğitim yapılmasıydı amacı. Çocukların tozlu havayı solumasını istemiyordu. Mustafa  hoca da daha sonra bunu anlamıştı.]
Cep telefonumla birkaç kare resim çekiyorum. Etraf kalabalık aslında. Fotoğraf çekerken insan zorlanıyor bu durumda. Amacım var olanı gözlemlemek ve belgelemek. Belki birkaç satır yazı yazarım diye tüm çaba.

Yaşananlara kendini bağlamak, sorumluluk hissetmek kimine göre yorucu gelebilir. Rüzgâra, ayaza ayak uydurmaktan usanabilir kimileri. Evime kapanayım en iyisi de diyebilir. Oysa benim için yorgunluk, gözlem yapmak yaşamla iç içe olmakla başlıyor. Kimine göre yaşamdan kopuşlarla çoğalsa da.
Yaşam bir düş müdür acaba?
Eğer öyleyse çok az düşü anımsayabiliyor insan. Belki de bu yüzden görülecek düşler arar yaşamında.
Ya da yaşam bir kurgu mudur?
Çamurla kaplı kaygan çakıl taşlarının arasında yürüyen insanların, birbirlerine hırçın gözlerle baktığı dar sokağın ucunda, bir düş yaratmak için zamanla biraz oynamak mı gerekiyor?
Coşkunluk ve güzelliği yaşamak ve algılamak için.
İnsan yokuşu bayırı sevmez. Düz ovada sorunsuz yaşamak ister. Lakin yine düz ovayı yokuşa bayıra da kendisi çevirir.
Çalışma düz ovalar yaratır, çamuru uzaklaştırır. Yeter ki sabretmesini bilelim. İnsan olduğumuzu unutmayalım.


14 yorum:

  1. New York`un şehir planlaması 1850 de yapılmış, bizim hangi şehrimiz planlı ki, ama normal. Anadoludaki hiç bir şehir bizim tarafından kurulmamış, daha önce var olan şehirlerin etrafında kümelenmiş Türkler.Türklerin yerleşik hayata geçmesi en fazla 250-300 sene öncesine dayanıyor. Göçebeliği atamamış bir toplumdan nasıl şehirler kurulur ki. Şehirleşme ve kent kültüründen henüz çok uzak olunca çamurmuş, düzensizlikmiş doğal bir şey. Güzel bir şehirde yaşama şansımız yok, elimizdeki ile idare edeceğiz sizin dediğiniz gibi belki sabredersek.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok haklısınız, bu bir süreç,maalesef uzun bir zaman olacak.

      Sil
    2. Görüşlerine aynen katılıyorum asyayazar.
      Göçebe ve kırsal kültürün kent kültürü ile kaynaşması kolay değil elbette.
      Köyden kente inen yüz binlerin geldikleri kentlerde şehir dokusuna uyum sağlayamayıp gecekondu ve varoş kültürüne yönelmeleri bundandır.
      Konu aslında basit bir şekilde ele alınıp irdelenecek bir şey değil doğal olarak.
      Binlerce yılın dokusuna ve anlayışına bakmak lazım.
      Çok teşekkür ediyorum.

      Sil
    3. Özcan Bey Aydın'da yaşayan Milli Eğitimden Emekli değerli bir arkadaşımızdır.
      Asyayazar kardeşim de görüşlerine her daim saygı duyduğum bir kardeşimizdir.
      Her ikinize de saygılarımla.

      Sil
  2. fotoğraflara bakınca benim de evden çıkasım gelmez, buralara da aynı ya doğal gaz borusu döşenir, ya su borusu...felaket!!!! Hüseyin efendinin hocanın da kafasına vurmasına çok güldüm:))))cesur adammış:)) şehirlerin bu halinin en büyük sorumlusu Asya'cığım dediği gibi plansızlık...ben bir de enaz 5 yıl mimarlık, şehircilik, peyzaj mimarlığı okumuş kültürlü, insanlar varken, şehirleri apartmanları müteahhit denen ilkokul bile bitirememiş, mimariden sanattan anlamaz, zevksiz, kültürsüz, görgüsüz kazmalara bırakılması:((( onlar zengin olurken her taraf birbirinin aynı, aynı müteahhitin elinden çıkmış aynı ucubelikte ve tabii depreme filan dayanıksız, bir yangın çıksa yangın merdiveni olmayan çirkin yapılarla doluyor....:(((o binalara apartmanlara da istisnalar dışında (söz meclisten dışarı)enaz o müteahhit kadar zevksiz, görmemiş insanlar gelip yerleşiyor, ondan sonra varsın balkondan koca koca taban halılarını çırpmalar, balkonları eski klozet kapakları dahil bir yığın gözü bozan pis eşya yığınıyla doldurmak, bakan ay bakmaz olaydım diyor:((( o eşyaların üzerinde de ipte donlar, fanilalar yıkanmış kuruyor...bu mu şehir hayatı, apartman hayatı? Kusura bakmayın çok yazdım bu benim hani ne derler açtırma kutuyu söyletme kötüyü yıllardır sinir olduğum bir konudur...bir apartmana bakınca mimar elinden mi çıkmış, Laz müteahhit (gerçi biz de laz sayılırız:))elinden mi çıkmış hemen anlıyorum..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sizde haklısınız Bücürük kardeş,maalesef diyeceğim yine bütün şehirlerin hemen hemen tamamı aynı silüete sahip,gidip görülecek tarihi mekanlar dışında görülmeye değer bir kent dokusu yok sanki.

      Sil
    2. Müjde Hanım kardeşim her zaman olduğu gibi yine yaraya neşter atmış, tuz basmıştır.
      Gerçekçi ve yerinde görüşleriniz için teşekkür ediyorum.
      Sanırım sorun asyayazar'ın da değindiği gibi kent kültürünü özümsememiş hala göçebe kültüründe direnenlerden kaynaklanmaktadır.
      Bir de işin içine rant girince işler daha da sarpa sarıyor.
      Yap boz tahtasına dönüyor işler.
      Satrançta kimin şahı mat etmeye çalıştığı, kimin piyon olduğu pek de belli değil.
      Saygılar.

      Sil
  3. Sayın hocam,hoş bir yazı olmuş,hem güldürdü hemde düşündürdü; büyük kentlerin belediye başkanları şehir planlanlamacıları istihdam edip onların görüşünden yararlanma imkanları oldukça fazla, fakat Anadolu'daki kentlerin belediye başkanlarında kent planlamacılığını bir uzmana danışmak sanki lüks,böyle bir dal yok sanki,kendi canları nasıl isterse öyle yapıyorlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Özcan Bey kardeşim sayfama hoş geldin.
      Değerli yorumlarını burada görmek sevindirici olacaktır.
      Yazılarınızı açacağınız bloğda okumak dileğiyle.
      Kısa yazımı beğenmenize sevindim.
      Saygılar.
      Aydın'a selamlar.

      Sil
  4. "İnsan yokuşu bayırı sevmez. Düz ovada sorunsuz yaşamak ister. Lakin yine düz ovayı yokuşa bayıra da kendisi çevirir."
    Katılıyorum bu cümlenize hocam.
    Çok güzel bir gözlem ve çok güzel fotoğraflar. Elinize, gözünüze sağlık.
    Ben eve kapanmayı sevmem, illa ki dışarılarda olayım, hayatı bu şekilde yaşayayım isterim.
    Sevgi ve saygılarımla

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler Nurten Hanım...
      Eve kapanmak...
      Dört duvar arasında sadece TV'ye filan mahkum olmak...
      Hele de bir okuma, yazma olayı da yoksa...
      Değme gitsin keyfine (!)...
      İyi de edersin eve kapanmamakla...
      İnsan ufkunun açılması için, yeni yerler görmek, yeni çıkan kitapları incelemek, gazete alıp okumak, vapurda, otobüste, yolda, caddede olan bitenleri gözlemlemek...
      Kapananın görüp bilmeyeceği şeyler değil mi zaten...
      Sadece okumakla olmuyor...
      İnsan çevreyi de gözlemlemeli...
      Misal parklardaki serçeleri...
      Denizde ki martıları görmek...
      Sevgi ve saygı bizden.

      Sil
  5. Yazılacak olanları siz ve arkadaşlar yazmış. Bana yazacak bir şey kalmamış Hüseyin Hocam:)) Teşekkür ediyorum halimizi ahvalimizi güzel bir üslupla aktarmışsınız. Emeğinize sağlık. Saygılar,

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ediyorum Hanife hanım...
      Hem size hem de yorum yapan değerli arkadaşlarıma..
      Saygı bizden. iyi akşamlar.

      Sil