Recep hastane polisiyle görüşüp
kardeşinin cenazesini almak istediğini söyledi. Kardeşine otopsi yapılacağını
ve savcının gelmesini beklediklerini söylediler. Savcının gelmesi ve otopsinin
tamamlanmasından sonra Recep cenazeyi aldı. Tabut taksiye sığmadığı
için üstü açık bir araçla kasabaya götürmeye karar verdiler. Ana ve
babası da Burhan’ı hastaneye getiren taksiyle döneceklerdi. İçinde bulundukları
ruh durumu ve acı nedeniyle kasabaya nasıl gittikleri bile umurlarında
değildi. Uzun sayılabilecek yol sanırsın günlerce sürmüş gibiydi.
Acı haber tez ulaşır derler ya.
Kasabaya gittiklerin de evlerinin önü kalabalıktı. Halk Burhan’ın vefat
ettiğini duymuş cenazeyi beklemeye başlamıştı. Mezar yeri çoktan
hazırlanmıştı. Ağlayanlar, üzgün bir şekilde bekleyenler; Mehmet amca,
öğretmenler, Burhan’ın arkadaşları evin çevresinde bulundukları yerde
suskundular. Altay’ın gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Recep’in can dostu olan
Altay, Burhan’ı çok sever sık sık takılırdı. İşte şimdi yoktu artık takılıp
şakalaşacağı biri. Felek bu kadar kalleşti işte. Hayat acımasızdı. Kimi nerede,
ne zaman, nasıl üzeceği hiç mi hiç belli olmuyordu. Canı çok acımıştı onunda
Mehmet amcanın da. Hepsi de çok sevdikleri yiğit ve mert delikanlıyı bir
aymazın kurşunlarına kurban vermişlerdi. Hem de kurban bayramının ilk gününde.
Ömürleri boyunca belki de bir daha bu denli bir acıyı herhangi bir bayram
gününde yaşamayacaklardı. Keşke diyorlardı, keşke şimdi de yaşamasaydık. Daha
dün bayramlaşıp şakalaştıkları genç delikanlı bugün kara toprağın bağrına
veriliyordu.
Cenaze namazından sonra Burhan
dualarla, feryatlarla toprağa verildi. Gözyaşı sel olup aktı. Ananın feryatları
yeri göğü inletiyordu. Babasının sanırsın dili tutulmuş lal olmuştu. Ağzından
çektiği acı nedeniyle tek kelime çıkmıyordu. Recep’in ve nişanlısının
ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüştü. Çekilen acının tarifi yoktu. Burhan
Recep’in nişanlanmasına çok sevinmiş. Çünkü demişti “yakında yeğenlerimi seveceğim”. Ana elleriyle oğlunun mezarına
toprak attı, dua etti…]
Dudakları yüksek dereceli bir
hararetin vücudunu yalayıp geçişiyle kuruyan Mehmet amca kırık bir hissiyat,
yorgun bir yürekle anlattığı bu durum sonrasında gözlerinde oluşan nemi
göstermemek için uzaklara bakarak “işte
böyle hocam. Dayanılmaz bir acı, dayanılmaz bir feryat. Elden gelen bir şey yok”
deyip; “Peki, hocam, dinle o zaman.” Cümlesiyle başladığı anlatımını
bitirdi.
Mehmet amca da ben de iyice
yorulmuştuk. Acı bir hikâyeydi yaşananlar. Akşam olmak üzereydi. Bulutların
arasından tebessüm eden güneşe baktım. Bulutlar kaybolan her ışık demetinde
üzülüyor, her saniye yüzünü dünyaya biraz daha çeviriyordu. Mehmet amca
güvenilebilecek, sözüne inanılabilecek, deyim yerindeyse son Kelaynaklardan
biriydi. Anlattıkları hem kendisini hem de beni derinden sarsmıştı. Kim bilir anlattıkları
belki de yaşanan dramın sadece küçük bir kısmıydı. Asıl travmayı daha fazla üzmemek,
üzülmemek için anlatmamış da olabilirdi.
Batıda On Yıl'da söz ettiğiniz kan davası yüzünden vuruldu değil mi bu çocuk?:((( ne kadar saçmalık kan davası ! ! Sanki intikamını alınca diğer ölen geri gelecek! elinize sağlık hocam...
YanıtlaSilMüjde hanım "Batıda On Yıl" devam ediyor aslında. Lakin parça parça yayınlıyorum.
SilBurhan "kan davası" sonucu değil; bir akşam üstü koyunlarla kuzuların birbirine karışması sonrasında çıkan bir tartışma sonucu yaşamını yitirmiştir.
Yorum için teşekkürler.
Saygılar.
Çok acı...
YanıtlaSilGerçekten. O ananın yerine koyabiliyorum kendimi, çok zor çok.
Zor olmaz mı... Acı bu...Teşekkürler Nurten Hanım.
Sil