İstanbul (Foto: Ara Güler)
Şöyle durup düşünüyorum da, dertleriyle,
kaygılarıyla, umut ve sevinçleriyle kocaman bir yıl daha geçti.
”Yaşam kavgası biter mi hiç?” derler ya, bitmez elbette, biterse aslında her şey biter.
Tüm avareliklere rağmen, tüm zorluklara
rağmen yaşamak güzel şeydir, vazgeçilmezdir yaşamak ve özgürce caddelerde,
sokaklarda, park ve bahçelerde, kırlarda dostlarla birlikte koşuşturmak.
Kocaman bir yıl geçti aradan, gönlümüzce
miydi?
Yoksa değil miydi?
Yoksa yüreğimizin bir yanı hüzün, diğer
yanı mutluluk muydu?
Kolay olana tutsak değilseniz eğer,
yüreğinizin dostudur hüzün.
İnsanlarımız “çevre çevre” derken,
daha bir kirlendi çevre, yok oldu ormanlarımız, yok oldu yaban hayatı; ya da
göç ettiler karacalar, geyikler yangından kaçarak ormanı olan yerlere.
Sadece onlar değil tarlalarda ki
tavşanlar, keklikler, üveyikler.
Aç ve uykusuz, korku dolu gözlerle
dolandılar, doyuramadılar karınlarını, ya öldüler ya da terk ettiler.
Dönmemek üzere göç ettiler uzaklara!
Şehirlerimizi, kasabalarımızı, köylerimizi
kirletip yaşanmaz duruma getirdiler.
İnsanlar işine gidip gelirken koca bir
günün yorgunluğundan daha çok eziyet çeker oldular.
Yine de bulunduğumuz yerden gidemiyoruz.
Sadece iş-güç nedeni ile mi acaba?
Bu cevap yeterli olmaz bence.
Çünkü o koca şehirde alıştığımız bir yaşam
biçimi var; bir kültür biçimi, bir kargaşa ve dostlarımız sevdiklerimiz var,
hızlı ya da yavaş yaşam biçimi ile seviyoruz bulunduğumuz yeri aslında.
Yurdumun her köşesi bir başka güzel benim
için.
O güzel köşelere, o güzel köşelerin
yanına-yöresine varıp insanıma hizmet vermek onurlu bir mutluluk.
O güzel insanların bir tebessümü, bir çift
güzel lafı onur ödüllerinin en büyüğü benim için.
Çünkü o insanların soluduğu havayı
soluyor, içtiği suyu içiyor, kokladığı çiçeği kokluyor, yaşadığı sevinci
yaşıyor, çektiği sıkıntıya ortak oluyorsunuz.
Kocaman bir yıl daha geçti sevgili
okurlarım.
Acıları, hüzünleri, sevinçleri ile kocaman
bir yıl.
İnsan yaşamında devinim vardır, durağanlık
yoktur.
Bu devinim içinde kendine onurlu yer
bulanların yanı sıra aymazlık yapanlar da vardır hiç kuşkusuz.
Yanımıza yöremize, sağımıza solumuza
bakınıp durduğumuz da, bize bakan bir çift sevgi dolu gözün yanı sıra; pusuda
bekleyip avının üstüne atılmaya hazırlanan bir vahşi hayvan gibi, sizin de
bizim de üzerimize atılmayı bekleyen zihniyeti de görürsünüz ne yazık ki.
İnsanoğlunu bazen, egosunu tatmin etmek
için, savunmaları bir zırh gibi kuşanmış, almış eline gürzünü kılıcını, her fırsatta
birilerini suçlamayı ya da kendisini savunmayı görev edinmiş olarak
algılarsınız.
Aslında siz değil de o yaptıkları ile size bu
duyguyu yaşatır yoğun olarak.
Ve nasıl bir olgudur bu?
Nasıl bir duygudur?
Nasıl bir anlayıştır?
Birileri hep suçlu birileri hep haklı mıdır gerçekten?
İnsanoğlu suçlamalardan bıkmaz usanmaz mı
hiç?
Ve hep haklıdır birileri ve ne yazık ki
hep haksızdır diğerleri.
Bu yaşamımızın her anında, her alanında
yoğun olarak yaşanıp durur.
Okullarda öğrenciler arasında, iş yerinde
aynı işi yapanlar arasında, ezenler ve ezilenler arasında.
Vee hatta aynı yuvayı oluşturanlar
arasında sessizce yaşanır durur.
Toplumumuz derdini anlatamayanlarla,
hakkını savunamayanlarla ve bunun acısını yaşayanlarla doludur.
Bu durum da nasıl bir çıkış yolu aranır?
Yüreğine bir damlacık su serpmenin yolu
nasıl aranır ve nasıl bulunur?
İşte tam da bu nokta da savunma
mekanizması geçer harekete.
Bazıları zaman zaman, bazıları ise sürekli
savunurlar kendilerini.
Ya birini suçladıklarında ya da
suçluluklarını ört bas ederken sık sık kullanırlar bu mekanizmayı.
insanın olduğu her yerde ezen-ezilen az ya da çok olacak diye düşünüyorum, çünkü doymak bilmeyen egomuz bunu istiyor. Kimse eşit olmaya katlanmıyor,hepimiz kendimizce bir fark yaratma peşindeyiz. Maalesef kapitalistler ya da sağ kesim insan psikolojisinden daha iyi anlıyor ve onu lehine kullanmasını biliyor. Solcular ciddi çuvalladı ve zamanın gerisinde kaldı. Sizin şikayetçi olduğunuz kadar, haklarında üzüldüğünüz insanlar şikayetçi değil hayatlarından.Herkes kendi yaşamına ve sorunlarına sahip çıkarsa işler iyiye gitmeye başlar, sem eziliyorsun dediğin zaman o adamın hissettiği sadece öfke ama ezene değil, ezildiğini söyleyene. Uzun hikaye kısaca:)
YanıtlaSilYorumunuza aynen katılıyorum.
SilSermaye-emek çelişkisini iyi kullanan kapitalist düzen, kitlelere yutturduğu algı yanılsaması ile isteğine kavuşuyor.
Atı alanın yol aldığı durum gerçekleştikten sonra da yapacak pek bir şey kalmıyor.
Kapitalist anlayışta öncelik rant anlayışıdır.
Diğerinde ise öncelik emeğe verilmektedir.,Aradaki anlaşılması gereken çelişki ya da gerçek budur.
Çuvallamanın ana kaynağı da buradan gelmektedir.
Hayatından memnun olanların yaşam ortamlarına girildiğinde ise yaşam şartlarını görmek mümkün olacaktır.
Söylediğiniz gibi "uzun hikaye"...
Saygılar.
Asya hanımın cümlesine katılıyorum. Bizim üzüldüğümüz insanlar kendileri için o kadar üzülmüyorlar ve çok da şikayetçi değiller hayatlarından.
YanıtlaSilÇünkü düşünmüyor ve sorgulamıyor, dümdüz yaşıyorlar.
Sürekli savunmaya geçen insanlara gelince, küçükken baskı altında yetişen insanlar bunlar. Büyürken kendilerini geliştirme fırsatı da bulamamışlarsa bu davranışı ömür boyu sürdürürler.
Hocam kaleminize sağlık.
Nurten Hanım, öncelikle birey olmasını öğrenmeliyiz.
SilBilinçli olmasını da.
Olayları önlemenin yolu sorgulamaktan geçer....
İnsan haklarını içselleştirmeden geçer.
Demokrasiyi özümsemekten geçer.
Saygılar. Teşekkürler.