6 Mart 2013 Çarşamba

YENİ DÜNYA DÜZENİNDE YAŞANANLAR





Gelin beraberce geçmişe bir yolculuk yapalım. 1990’lı yıllara.1991’de Sovyetler Birliği’nin çöktüğü yıllara ve sonrasına. Sovyetler Birliği çökünce iki kutuplu dünya düzenini tutan sacayaklarından biri yıkıldı, işlevsiz kaldı. Ve akabinde yenidünya düzeni kuruldu.
Bu kurulan yenidünya düzeninin düzenli bir dünya olmadığı 1990 sonrası yaşanan olaylarda anlaşıldı. Bu arada uluslar arası ticari şirketler kar amaçlı yatırımlarını sürdürmeye devam ediyorlardı. Tek istekleri daha da büyümek ve daha fazla kar elde etmekti. Doymak bilmeyen iştahlarını gidermek için gözlerini üçüncü dünya ülkelerine dikmişlerdi. Gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarını ve ucuz işgücünü kendi çıkarları doğrultusunda kullanmanın hesabı içindeydiler.
Bu arada topluma tüketim alışkanlığı sistematik olarak pompalandı. Kitlelerin beyinleri uyuşturulmaya çalışıldı. Olmayan kaynağa rağmen kredi kartı furyası ile kitleler borçlandırıldı. Daha fazla kredi kartı daha fazla borç demekti. Ve daha fazla harcama demekti. Bu ise daha fazla kar anlamına geliyordu. Furyaya algı yanılsaması yaşayarak ve tepkisizce uyanlar borçlarını ödeyemez konuma geldiler. Bankalar daha fazla kredi kartı dağıtmak için sokaklara caddelere kredi kartı başvuru stantları açtılar. İnsanlar ise düşünmeden cüzdanlarında renk renk kredi kartı taşımak için o stantlara koştu. Kredi kartı taşımanın ayrıcalığını yaşamak keyfine erişmek için(!).
Yenidünya düzensizliğinin revize edilmesi sürecinde 11 Eylül trajedisi yaşandı. O trajediden bu yana geçen süreçte Dünya halkları ABD’nin jandarmalığında büyük dönüşümlere ve olaylara tanık oldu. Nerede bir sorun varsa orada ABD ve müttefikleri bir bilen(!) olarak daima hazırdı.  Onlar Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de, Somali’de, Latin Amerika’da kısacası Afrika ve Asya’da at koşturmaya devam ediyorlardı.
Bu arada çarpıcı rakamlar insanın dudaklarını uçuklatacak boyutlara ulaştı. “Dünyanın en zengin 200 kişisinin toplam serveti 1999’da 1 trilyon dolardı. Aynı tarihte en yoksul 43 ülkeye yayılmış 582 milyon insanın toplam geliri ise 146 milyar dolar civarında idi.”  Ve yine 2000’li yıllara gelindiğinde dünyadaki insanların yarısı günde 2 doların altında harcama yapabiliyordu. Ne ki, aynı yıllarda ABD’nin savunma bütçesi milyar dolarlarla ifade ediliyor ve arttıkça artıyordu.
Savunma bütçesi ABD’nin Irak ve Afganistan girişimlerine paralel olarak arttıkça arttı. Savunmasız ülkelerde savunmasız insanlara atılan kurşunlar ve yaşamını kaybedenlerin sayısı da bütçe artışına paralel artmaya başladı.
ABD başkanı Roosevelt, 1940 seçim kampanyasında, “Oğullarımız hiçbir yabancı savaşa yollanmayacak” sözünü vermişti. Oysa kısa süre sonra ABD II. Dünya Savaşı’nda ve Kore Savaşı’nda yer alacak ve üzerine düşeni o savaşlarda yerine getirecekti. Başkan Roosevelt’in sözleri ise tarihin çöplüğündeki yerini çoktan almıştı.
Bugün dünya’da ABD’ye duyulan tepkinin altında yatan gerçek nedir? Bana göre tepkinin en önemli nedeni ABD’nin yaptıklarıyla alakalı ve orantılıdır. Filistin halkının İsrail ile mücadelesinde uğradığı katliamlara ABD kayıtsız kalmış, silahlarının kullanılmasına sesini çıkarmamıştır. Keza Afganistan ve Irak’ta ABD uygulamalarına duyulan tepki yine o ülkelerde ABD’nin yaptıklarıyla orantılı değil midir? İkinci Irak savaşı öncesine bakıldığında Irak’a uygulanan ambargo nedeni ile yüz binlerle ifade edilen Irak’lı çocuk hayatını kaybetmiştir. Aynı ABD Irak- İran savaşında Saddam’ın destekçisi olmuş ve hatta Saddam’ın 1989 yılında Halepçe katliamına sesini çıkarmamıştır.
Bu süreçte iki kutuplu uluslar arası ortam için oluşturulmuş Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, Uluslar arası Para Fonu gibi ABD denetiminde ticari örgütlerle dünya ekonomisine yön verilmeye çalışıldı. 1980’li yıllarda Avrupa Birliği oluşumunun şekillendirilmesi ile Avrupa ayrı bir ekonomik güç olmaya doğru koşmaya başladı. Ayrıca Kuzey Amerika Serbest ticaret Birliği (NAFTA), Güneydoğu Asya Serbest Ticaret Birliği (AFTA), Karadeniz Ekonomik işbirliği (KEİ) kuruldu.
 Kısacası ekonomik alanda da gözle görülür bir kutuplaşma ve yeni bir ekonomik anlayış ortaya çıkmaya başladı. Bu anlayış içerisinde bir yandan gelişmiş ekonomiye sahip ülkelerin daha fazla kar amaçlı girişimlerine karşılık gelişmekte olan ülkelerin halkını doyurmaya yönelik çalışmaları dünya gündemine damgasını vurdu.
Bir yandan aç karnını doyurmaya çalışan Afrika ve Asya halkları diğer yandan var olan zenginliğine zenginlik katma çabasında olan gelişmiş ülkeler. Bu açmazın sonucunda gelişmekte olan yoksul ülkelerde ekonomilerini ve ekonomik kaynaklarını kendi çıkarına kullanmaya çalışan ülkelere karşı bir karşı koyma dürtüsünü de beraberinde getirdi.
Süper güç olan ABD şu günlerde piyasaya sunduğu ekonomik krizle de gündemdeki yerini korumaktadır. Krizde de süper güç konumundadır.
Bu bağlamda bize düşen Horace’nin “Yarın ne olacağını sormaktan kaçın” sözü mü olmalıdır? Yoksa sormalı mıyız?

6 yorum:

  1. Tabii ki daima sormalıyız hocam, geçmişi bilmeyenler sormayacaktır, günü kurtarma peşinde olanlar da öyle, ne güzel anlatmışsınız, Amerika'ya karşı tüm dünyada duyulan tepki demişsiniz ya, tüm dünya tepki duyuyor ama işte bizim güya Müslüman olacaklar tam tersi Amerika'yla işbirliği yapıyorlar, hep güçlünün yanında olanlar, yoksullara karşı güçlü ve sömürücü küreselcilerle ittifak halindeler. Zavallılar dediğiniz gibi renk renk kredi kartı bulundurarak SAHTE bir zenginlik içindeler, kendilerini kandırıyorlar, kimisi de bu kendini kandıranlar sayesinde milyarder oluyor, çark böyle bakalım ne zamana kadar dönecek? Amerika'da 50 milyon Alman, bilmem kaç milyon Fransız, kaç milyon İrlandalı var keşke hepsi birden özerklik istese de, başka ülkelere savaş açacak halleri kalmasa...
    elinize sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahh ah...Müjde Hanım keşke tüm insanlar sizin gibi okusa, araştırsa, düşündüğünü yazsa.
      Selam ve saygılar.

      Sil
  2. Hocam çok güzel özetlemişsiniz.
    Hatırlıyorum 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin çöküşünü ve sonrasında yaşananları. Kredi kartlarının ilk çıkışında nasıl zor şartlarla verilip sonra sebil haline döndüğünü.
    Yarın ne olacak sorusunu ben soruyorum doğrusu. Aklı başında, düşünen tüm insanların da sorması gerekir.
    Müjde'nin dediği olsa keşke, Amerika'daki milliyetler özerklik istese de karışsalar biraz.
    Kaleminize sağlık, Allah ülkemize hayırlısı ne ise onu versin diyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sormak, sorgulamak lazım.
      Geleceğimiz için.
      Bu şart.
      Teşekkürler Nurten Hanım.

      Sil
  3. Ben de hatırlıyorum, Sovyetler Birliği'nin çöküşünü...Düşünceler, zihniyetler çöküntüye uğramadıktan başka.. Fiziksel çöküntünün akabinde kurulan yeni düzen eskinin devamı olacaktır. İnsanda doymak bilmeyen daha çok kazanma isteği hüküm sürdükçe değişen kurulan yeni düzenler dünyayı olumlu anlamda düzene koymaktan uzak olacaktır.Her ne kadar bu günün geleceği dünden belli olsa da, ben de sorulması gerektiğini düşünüyorum. Müjde'nin ve Nurten'in dileğine ben de canı gönülden katılıyorum:) Hocam emeğinize sağlık...
    saygılar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öncelikle insan odaklı olmalı toplumlar...
      Yöneticiler...
      Görevli ve sorumlu olanlar...
      Önce insanı sevmeli.
      Toplumların refah, huzur ve mutluluğu bir tek gücün eline bırakılmamalı.
      Bir güçlü devlet diğer toplumları, güçsüzleri yönlendirmemeli, yönetmeye kalkmamalı.
      Yönetmeye, kendi çıkarları doğrultusunda toplumlara ve halklara yön vermeye çalışanlara emperyalistler diyoruz.
      Emperyalist zihniyetten uzak durmak lazım.
      Uzak durmak için de bilinçli olmak lazım.
      Teşekkürler Hanife Hanım. Saygı benden.

      Sil