Bırakın sanatçıyı, eğitimciyi
insanım diyen, hedefi ve geleceği insanın mutluluğu üzerine bina edilen
herkesin hedefi olmalı toplumun ve insanın özünü kendi nabzında kendi yüreğinde
hissetmesi.
Meşe ağaçlarıyla, söğüt ve kiraz
ağaçlarıyla göz dolduran yöre; kerpiçten yapılma evleri ve geçmişte kalan
anıları, biraz siyah, biraz beyaz ama daha çok coşkulu bir geleceğin
paylaşımları ile hatırlanmalıydı.
Çünkü Fragman biter gerçek filim
başlardı. Fragmana değil gerçeği yansıtan bütüne yoğunlaşılmalıydı.
Vakit öğleye yaklaşıyordu. Yoğun
düşünceler beni bunalttıkça bunaltmıştı. Bir süredir Burhan'ın anasını ve kardeşi
Recep'i görmemiştim. Burhan'ın ölümünden sonra Recep içine kapanmıştı iyice.
Acısını anlayabiliyordum. Kardeş acısıydı bu. İnsanın içini acıtır, yüreğini
yakar kavururdu. Recep'in oğlu Murat ise amcasının ölümünü bir türlü
kabüllenememişti. Amcasını çok severdi. Amcası onun hem oyun arkadaşı, hem yol
göstericisiydi. Ağlasa da gözlerinden yanaklarına süzülen damlalar acısını
örtmeye yetmiyordu. Çocuk yüreğinde kanıyordu acısı.
Ananın evine doğru yavaş yavaş
yürüdüm. Kerpiç evler sıcağın etkisiyle kavruluyordu. Lakin içerisi serin
olmalıydı. Çünkü kerpiç ve taş binaların özelliğiydi bu. Gerçi son yıllarda
kerpiç binalar yerini betonarme binalara bırakmaya başlamıştı. Ananın evi de
kerpiçti. Önünde genişçe bir bahçe, bahçenin içerisinde ceviz ve elma ağaçları
vardı. Sundurmanın üzerindeyse asmalar serinlik veriyordu.
Ana, kerpiç duvara yasladığı,
sazlıklardan toplanan kuru sazlarla sıkıştırılmış ve sertleştirilmiş, yastığa
sırtını yaslamış yün minderde oturuyordu. Bahçe kapısında beni görünce oturduğu
yerden kalktı, sevecen bir sesle:
- Gel yavrum buyur otur, diyerek
boş minderi gösterdi. Ananın elini öpüp gösterdiği yere oturdum.
- Sağol ana nasılsın.
- İyiyim oğul, dedi. Gırtlağından
çıkardığı boğuk, acı dolu bir sesle.
- Uzunca bir zaman geçti
görüşmeyeli. Recep'de pek ortalıkda gözükmüyor.
- Haklısın oğul. Recep'de işte
güçte. Bütün işler ona kaldı.
Receplere defalarca gelmiş, oturup
sohbet etmiştim. Hem anayla, hem amcayla. Recep ve Fadime her daim bu
sohbetlerde söze karışmazlar zorunlu olmadıkça dinlerlerdi. Burhan ise
gözlerini kırpıştırarak can kulağıyla konuşulanları dinlerdi.
Bugün o eski neşe ve rahat ortamdan
uzaktı ananın evi. Bir acı vardı her şeye sinmiş. Yağmur yüklü bulutlar evin
üzerinde dolanıyordu sanırsın.
Anayla sohbetimiz bir süre devam
etti. Yaz boyunca dışarıya pek çıkmamış, adeta kendisine azap vermekten
hoşlanıyor gibi bir tavır içerisindeydi. Zaman zaman şakalaştık. O meşum olayı
anımsatmamak için kelimeleri özenle seçiyordum. Yine de ananın gözleri ıslandı.
Derin bir nefesle rahatlatmak istedi ciğerlerini. Bir yandan da gelini Fadimeye
seslendi.
Mutfak kapısının iki kez açılıp
kapandığını işitir gibi oldum. Önce Murat sonra da Fadime dışarıya çıktılar.
Murat kocaman çocuk olmuştu. Gülümseyerek yanıma geldi. Yanaklarını öptüm.
Fadime saygılı bir şekilde:
- Hocam hoş geldiniz, dedi. Recep
birazdan gelir. Başımla "önemli değil" dercesine işaret ettim.
Ana Fadimeye dönüp:
- Kızım bak hocan acıkmıştır. Vakit
öğle oldu. Hem Recep'de şimdi gelir.
- Tamam ana, dedi Fadime. Ben zaten
yemek hazırlıyordum. İyi de oldu. Çoktandır hocamla oturup sohbet etmemiştik.
Hem yemek yer hem de sohbet ederiz. Hem sen de biraz açılırsın.
Not: Batıda On Yıl