1 Kasım 2013 Cuma

SOĞUK BİR KASIM SABAHINDA-9

                                                          Doğruyol Köyü (Cala)

Sabah insan kalkmak istemiyor. Hani sıcak bir ortama uyanmak var. Bir de soğuğa uyanmak. Evin üst kısmında ki dar pencereden içeriye ışık sızıyor, ranzanın bir kenarına düşüyor ve sanki oracıkta sıkışıp kalıyor, bir adım öteye geçemiyor.
Karanlığın sakladıkları daima merak uyandırmıştır bende. O nedenle nefesimi tutmuş beklerken pencereden sızan ışığın aydınlattığı her yere ilk defa görüyormuşçasına dikkatle bakıyordum. Meriç'de uyanmıştı.
"Kalkalım" dedi. "Nasılsa okula gideceğiz arkadaş."
"Ben gaz ocağını yakayım. Sıcak bir çayla bir şeyler atıştırıp çıkalım o zaman."
"Yahu bu ayazda insan elini yüzünü yıkarken donar valla"
"Sen de yıkama o zaman" dedim gülerek.
"Gaz ocağında ısıtırım" dedi.
"Valla başka çaresi de yok."
 Peynir- ekmekle kahvaltıyı yaptık.
Hava yine ayaz.
"Uğurlu sobaları yakmıştır" diye takıldım Meriç'e. "Bence sen sobanın başında hiç ayrılma."
"Neden ki?" diye güldü.
"Paltoyla yatan adam akşama kadar ısıyı depolamalı"
"Haklısın" diyerek güldü.
Kendimizle "dalga" geçmenin sırası değildi ama bazen de gerekiyordu var olan ortamın sıkıcılığı nedeniyle.
Mesleğe yeni başlamanın heyecanını, sevincini, özgüvenini; yanı sıra azıcık da ürkeklik gibi duygularını bir arada yaşıyor insan.
Ürkekliği atmanın başka da yolu yoktu. İnsan var olanla mücadele etmesini bilmeliydi diye düşünüyorduk. Bizden öncekiler de bizden sonrakiler de nasılsa benzer sıkıntıları yaşamışlardı belki de yaşayacaklardı.
Okulda öğrendiklerimiz ve öğretilenler hayata ve yaşama dair değildi. Eğitim hayatımızda ülkemiz gerçeklerini öğretmemişlerdi bize. Buna gerek görmemişlerdi demek ki. Nasılsa gittikleri yerde gerçeği görüp yaşarlar diye düşünmüşlerdir.
Düşündüğümüz gibi sobalar yanmıştı. Bir önceki gün de olduğu gibi öğrenciler sobaların etrafına kümelenmişlerdi sınıflarda. Civar köylerden gelen çocukların yüzleri ayazdan morarmıştı. Cala'da okula gelenlerse nispeten rahatlardı. Diğerleri sabahın erken saatinde okula yetişmek için kilometrelerce yol katetmişlerdi.
Bizi gören öğrenciler saygıyla yer açtılar.
"Günaydın çocuklar" diye ikimiz birden hal hatırlarını sorduk.

Sevinçle hep bir ağızdan" günaydın hocam" diye karşılık verdiler.
"Demedik mi biz size artık sabahları buradayız."
"Hocam" dedi birisi "derse erken başlamanın zararı olmaz."
Bir diğeri " hocam siz gelince hemen derse başlayalım" diyerek hınzırca dalgasını geçti.
Hepsini de gülerek dinledik. Çocuklar haklıydı. Sabahın erken saatinde ne işimiz vardı sınıflarda. Oysa diğer öğretmenlerin gelmesine daha zaman vardı.
"Ee dedik çocuklar okumanın kolay olmadığını anlamalısınız. İşinize gelirse böyle. Erken başlamakta fayda var."
Sıcak bir diyalog ortamında hem ısınıyor hem de çocuklarla birbirimizi tanıyorduk.
Boynum ve omzum sızlıyordu. Gece dışarıda esen rüzgâr hızını artırmış uluyup durmuştu. Rüzgârın uğultusundan ürpermiş, yatağımın içine sokulmuştum. Odanın içi gittikçe soğumuştu.  Doğanın zorluklarıyla boğuşuyorduk. Gergindik.
Şenlik Cengiz gülerek geldi.
"Hocalar" dedi "size tezek satan yok diyecektim ama erkenden okula gelmenize gönlüm razı olmadı."
"Satan var mı?" diye ikimiz iki yandan atıldık heyecanla.
"Evet anneme söylemiştim o komşulara sormuş. Satan biri var ondan alırız."
Sevindirici bir haberdi bu bizim için.
Tezeği hemen o gün eve taşıdık. Öğrenciler yardım ettiler. Sıra soba almaya gelmişti. Hafta sonunu beklemekten başka çaremiz yoktu. Yeni başladınız göreve diye müdür izin vermemişti hafta içinde. Biz de sesimizi çıkarmadık. İzin almanın kurallarını daha sonra öğrenecektik. Öğrenince de mazeret izni neden vermediğine bir anlam veremedik müdürün. Üstelemedik. Bir daha da izin konusunu konuşmadık. Hafta sonlarını bekledik hep. İhtiyacımız olanları karşılamaya Kars'a gitmek için.
Başka bir boyuta geçmiştik sanki. Daha önce böyle bir sıkıntıyla karşılaşmamıştık. Hafta sonuna üç gün vardı daha. Kullanmadığı fazla sobası olan var mıydı bilinmez. Çünkü ne sorduk ne de sormayı akıl ettik. Kimse de bize bu konuda bir şey demedi.
Üç günlüğüne alıp kullanabilirdik. Böylesi anlarda insanın alternatif araması gerekir. Lakin biz o zaman neden düşünemedik bilmiyorum. Belki de olmaz, bulunmaz düşüncesi vardı, belki de kimseye yük olmama düşüncesi.
Yöre insanı soğuğa ve ayaza bizim kadar duyarlı değil. Sert iklim koşullarında yetişmişler. Hepsi de saygılı ve güler yüzlü.

 Okul çıkışı Binali Karadağ'ın kahvesine gidip hem sıcak bir ortamda çay içmek hem de Yasin Turgut ve Hamza Şimşek gibi yaşlı insanlarla sohbet etmek alışkanlık olmuştu bizde. Çıldır'lı Aliyar'în gümüş renkli minibüsünden indiğimizde de girdiğimiz ilk kahveydi Binali'nin kahvesi.
Binali 20'li yaşlarda, ancak çok daha yaşlı bir adamın sezgilerine sahipti. Bunu da babasının ölümünden sonra evin tüm yükünün omuzlarına binmesine bağlıyor.
"Bu topraklar yaşam ve ölüm hakkında her gün kafa yormanıza neden oluyor" diyor.
"Yaşam zorlu".
"Ölüm ise çok kolay".
"Zorlu yaşam koşullarına uyum sağlayamayan canlılar için burada yaşam çok zor " diye de ekliyor.
Binali'nin sözleri insan yaşamı kadar yaban hayatının da zor olduğunu düşündürüyor bize. "Bu gerçek insanı hızla olgunlaşmaya itiyor" sözlerini kahvede bulunanlar onaylıyor.
Geç vakit eve gittik. Okul çıkışı kahveye gelmiştik. Eve geldiğimizde acıktığımızı hissettik.
"Ne yapalım" dedim Meriç'e.
"Mercimek çorbası yapalım" dedi gülerek.
"İyi ya o zaman mercimeği yıkayalım. Sen gaz ocağını yak arkadaş. Ben de mercimeği yıkayayım."
 "Tamam yakayım".
Gaz ocağını yakıp ellerini ısıtmaya başladı. Ben de ıslak ellerimi uzattım gazocağının yanan ateşine.
Etrafı daha rahat görmek için gaz lambasını yüksekçe bir yere asmıştık. Yoksa odanın içi tam aydınlanmıyordu. Ranzalarımızın üzerine uzanıp derin düşüncelere daldık. Bir süre konuşmadık. İçinde bulunduğumuz gerçeğe alışmalıydık. Sobayı da aldık mı rahatlardık. Hem Kars'a gidince ihtiyaç duyduğumuz diğer eksik malzemeleri de almalıydık. Bunun şakası yoktu. Her an ihtiyaç duyulan malzemeleri köy yerinde bulmak mümkün değildi.
Sıcak yemek kokusu odanın içerisine yayıldı. Sofrayı hazırladık. Çorbayı büyük bir iştahla yedik. İnsan acıkmaya görsün diye düşündüm. İçimiz ısınmış, üşümemiz azalmıştı.
Zorlu geçen  birkaç günün sonrasında hafta sonu gelmişti. İzin almaya gerek kalmadan sabah erkenden kalkıp Meriç'le birlikte Kars'a giden minibüse bindik. O yıllarda minibüs şoförü Namaz Güneş'miydi yoksa bir başkası mı pek ayırdında değilim.
Minibüs şoförü saat iki gibi geri döneceklerini söyleyip işimizi o saate kadar bitirmemizi söyledi. Tamam deyip sobacıların yerini sorduk. Kars garajına pek de uzak olmayan bir yerde soba ve gerekli parçalarını aldık. Şoför sobayı minibüsün üzerine yerleştirdi. Biz ise hem açlığımızı gidermek hem de diğer ihtiyaçlarımızı temin etmek için ayrıldık.
Kars lokantalarının orta yerinde kömür sobası yakıyorlar. Sobaya yakın boş bir masaya oturup yemeğimizi yedik.
Bazı ufak tefek ihtiyaçları da temin ettikten sonra söylenen saatten önce minibüsün yanına gittik. Minibüs saat iki gibi yola çıktı.
"Neden saat iki de yola çıkıyorsunuz daha erken değil mi?" sorumuza minibüs şoförü;
"Alışkanlık. Biraz daha geç çıkılabilir. Lakin kış günü yolumuz uzak. Hava kararmadan köye gitmekte yarar var".

14 yorum:

  1. Günüme, yine düşünerek, az bir şey üşüyerek(!) ama duygu dünyamı altüst ederek başladım yazdıklarını okuyunca sevgili Hüseyin hocam.. İlk tayin olduğum ilde, -27 derecede donup şişesini patlatan ve pembe bir dal gibi havaya fışkıran sirkesi donan mutfağımı hatırladım.
    Sonra düşündüm.. hiç bir maddi ihtiyaç, insanın yüreğinde meslek aşkı yoksa ve iliklerine kadar bu görev aşkı ile dolu değilse böyle koşullarda yaşamayı sürdüremez.
    O nedenle, benim sevgili meslekdaşım.. Hüseyin hocam.. bir kere daha seni sevgi ve saygı ile selamlıyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu güzel yorum için çok teşekkür ediyorum Gülsen Öğretmenim. Saygı ve selamlarımla.

      Sil
  2. Merhabalar Hüseyin Hocam.

    Bu zor şartlar altında kutsal öğretmenlik görevini sürdürme gücünün kaynağı aşktır. Her ne kadar bu aşk, başka bir aşk olsa da aslında tüm aşklar aynıdır ve birbirinden hiç farkı yoktur.

    Gaz ocağını ve gaz lambasını çok iyi bilirim. Ben de çok gaz ocağı yaktım ama şartlar sizinki gibi değildi. Ben rahat ortamlarda kullandım o gaz ocağını. Keza gaz lambasını da öyle. Bu iki aparatın benim dünyamda çok özel bir yerleri vardır. Nerede fotoğraflarını görsem hemen duygulanırım.

    Kaleminize ve yüreğinize sağlık ve mutluluklar dilerim.
    Selam ve dualarımla birlikte en Güzel'e emanet olun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ediyorum Recep Bey.
      Öğretmenlik görevi o yıllarda daha bir özveri ile yapılırdı.
      Şimdilerde herkes rahat ortamlara gitmenin telaşında.
      Oysa ki sarp dağlar arasında yer alan köylerde ki çocuklarında eğitime ihtiyacı var.
      Gaz ocağını o yıllarda yakmayan mı var Recep Bey.
      Analarımızdan gördük nasıl yakılacağını zamanında.
      Saygı ve selamlarımla.

      Sil
  3. Güç koşullar altında yapılan kutsal görevler.. Belki şimdi bize söylemek kolay geliyor ama yaşan bilir gaz ocağının gaz lambasının cefasını..Güzeldi anılarınızı okumak.. iyi haftalar Hüseyin bey..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim VuslaT Hanım kardeşim.
      Size de iyi haftalar diliyorum.
      Saygıyla.

      Sil
  4. Baştan balşayım hocam, uzun zamandır istemsiz ara verdim saygılar.

    YanıtlaSil
  5. Tutkuyla bağlı olmak, işi iş olmaktan çıkarıyor. Keşke herkes böyle hissebilse görevi hakkında da hayattan zevk alabilse.

    YanıtlaSil
  6. Merhabalar Hüseyin Hocam.

    Biz elleri öpülesi fedakar ve cefakar öğretmenlerimizi çok seviyoruz. 24 Kasım Öğretmenler Günü'nüzü kutlarız.
    Selam ve dualarımızla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim Recep Bey.
      Ankara'ya selam ve saygılar.

      Sil
  7. Hüseyin bey, 1982-1984 yılları arasında Doğruyol sağlık ocağında hekim olarak çalıştım, beni 32 yıl önceye götürdünüz. Sağlık ocağının bahçesine Cala'dan ayrılmadan 10 gün önce diktiğim çamlar herhalde koca ağaçlar olmuştur. Biz de o ağaçlar gibi kocadık artık. Dr. Konuralp İlbay

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Konuralp Hocam. Nasılsınız? Değindiğiniz gibi o tarihlerde (1979-1983 ) Cala'da görev yaptım. Sonrasında Çıldır Yakınsu (Suhara) kasabasında(şimd
      iki Aşıkşenlik kasabası) müdürlük. Sonrasında batıda.... Lakin Cala yöresinin zorluklarına rağmen o yöreyi ve yaşam koşullarını unutamadık. Sağlık ocağına diktiğiniz çamlar mutlaka kocaman olmuştur değerli hocam. Sağlıklı günler dileği ile saygıyla...

      Sil