12 Aralık 2013 Perşembe

HAYATIN BİR OYUNU !


Tüm coğrafyalarda hem de istisnasız benzer olaylar yaşanır. İnsan diğerine zarar vermek için vardır. Şaşırtıcı lakin gerçek olan insan yaşamında hem gündeme, hem coşkuya; sıklıkla kırıcı ve baş döndürücü gelişmelere yetişmek mücadele isteyen bir durumdur. Yaşamın hay huyunda olanların bir kısmı çıkara ve bencilliğe başvurur. Kahpece ve kurnazca asıl niyetlerini ortaya çıkarmadan hareket ederler. Oysaki bu davranış türü cesaret değildir. Cesaret doğru olanda vardır. Niyetlerinde eziyet ve kötülük olanlarda değil.
Recebin yüreğinde fırtınalar kopuyordu. Çocukluğunu akranları gibi yaşamamıştı. Ekinler olgunlaşmaya, üzüm bağlarında salkımlar dalları kırmaya başladığında dur durak nedir bilmezdi. Alacakaranlıkta anası ile beraber yola koyulurlardı. Kızgın ve acımasız güneşe yenik düşmemek için sıklıkla ellerini yıkar başlarını ıslatırlardı. Babaları koyunları ağıla getirdikten sonra kendilerine katılırdı. Anasını daha çok severdi Recep. Ana sevgisi her daim ağır basmıştı. Babası geldiğinde sıklıkla tartışırlardı. Hırçınlaşırdı Recep.
-Baba bırak da bildiğimizi yapalım. Okumak istedim o imkânı vermedin. Kırgınlık ve sevimsiz sürtüşmelerle zaman geçirdin. Huzursuz ettin bizleri. Müsaade et artık, çocuk değiliz. Hayatta bazı şeyleri seçebilme, yapabilme hakkımız olsun.
Baba bunları her seferinde işitir oralı olmaz, bildiğini yapardı. Hoş o da doğru bildiğini yapıyordu. Çocuklarına zarar gelmesin, muhtaç olmasın derdinde idi kuşkusuz. Lakin yaklaşım tarzı ve davranışları can sıkıcı oluyordu bazen.
-Oğlum Recep, sen farklı ben farklı düşünüyoruz bazı durumlarda. Benim duygularıma hep karşı çıkıyorsun. Biz böyle yetiştik, anamızdan babamızdan böyle gördük, böylede yolun sonunu getireceğiz.
-İşte senin anlamak istemediğin şey dün ile bugün arasında ki farktır. Dün karasaban ile tarladan çıkılmazdı. Şimdi öyle mi ya. İnsan gücü ile aylarca üstesinden gelinemeyen işler artık makinelerle birkaç günde bitiriliyor. Bu ne demek anlamak istemiyorsun. Demek ki dün ile bugün arasında fark var. İnsanların duygu, yaşam ve düşünceleri de bu bağlamda değişiyor. Sen yerinde saymak istiyorsun.
-Oğlum ben yerimde saymıyorum. Sizlerin geleceği için çabalıyorum. Gece keçe sırtımda koyun güdüyorum. Gündüz tarlada yardım ediyorum. Daha ne istiyorsun anlamadım ki.
-Doğru dersin de baba, evlatlar babalar için yaşamazlar. Sen baban için yaşamadın. Annem babası için yaşamadı. Bence herkes kendi hayatını yaşamalı. Bunu yaşarken de akraba olarak birbirlerine destek olmalı elbette. Biz bunu böyle gördük evlatlarımızda böyle yapsın düşüncene katılmıyorum. Bu nedenle haklarıma müdahale etmene müsaade etmeyeceğim.
Recep ile babası bu minvalde konuşurlardı. Anası susar ses etmezdi. İşini yapardı. Nasıl ses etsindi ki. Birisi göz bebeği evladı. Diğeri yaşama nedeni kocası idi. Baba oğul arasında ki tartışmada taraf olmak istemezdi. İstemezdi de oğlunun söylediklerini de içinden onaylardı. Oğlunun yüreğinde bir isyanın, kahır yüklü duyguların varlığını sezinlerdi. Recep’in kardeşi o yıllarda henüz küçüktü. Tarlaya, sıcağa dayanamazdı. O yüzden evde kalırdı.
Döngü bu şekilde uzun yıllar devam etti. Recep babası ile benzeri konularda bir türlü anlaşamazdı. Babası işlere yardımcı olsun diye tahsiline de müsaade etmemişti. Recep büyüdükçe okuyamamanın acısını yüreğinde daha çok hissedecekti. Babası ise zamanın sorunu çözeceğinden emin, rahattı. Anası ise oğullarının isyanına sebep olmamak için susar, karışmazdı. Evlatları onu hayata bağlayan en büyük varlıklardı. Onlarsız bir yaşam düşünmek, onlardan uzak kalmak kabulleneceği bir şey değildi.
Aradan yıllar geçmiş Recep yağız bir delikanlı, kardeşi ise ele avuca sığmaz biri olup çıkmıştı. Recep’in gönlü de kıpır kıpırdı artık. İşe gitmediği zamanlarda en güzel giysilerini giyer kasabada arkadaşları ile dolaşırdı. Sonraları kardeşinin de tarlada, bağda işlere yardım etmeye başlaması iş yükünü azaltmıştı. Recep kardeşini çok severdi. Kardeşi mala davara daha düşkündü. Onlara gözü gibi bakardı. O melun gün çeşmenin başında vurulduğunda yine koyunları, kuzuları ile ilgileniyordu.
Recep ve kardeşi birlikte yapmak istediklerini kendi aralarında konuşurlar, gelecek için hayaller kurarlardı. Lakin ne zaman ne de yazgı hayallerinin gerçekleşmesine fırsat vermemişti. Kardeşinin ölümünden sonra Recep içine kapanmış, uzun süre inzivaya çekilmiş insanlar gibi toplumdan kaçmış, düşünmüştü. Gözleri alev alev yanardı. Heykelleşmiş gibi durduğu pencerenin önünde, dışarıyı seyrederken acı acı yutkunurdu. Çaresizliğin hançerlediği Recep, gözlerinde iki damla yaş, sessizliğini korurdu. Sakalları intizamsızca uzamıştı. Kahır dolu çehresi günlerce şekillenmek bilmedi. Mantığı yüreği ile uzlaşmaz kararlar vermekte idi. Bu arada Fadime ile evlenmiş, çocukları olmuştu. Babası ve anası artık iyice yaşlanmışlar, eskisi gibi bağa, tarlaya çıkamaz olmuşlardı. Bu kaygı verici gelişmeler sonrasında yapmak istediği şeyleri yapamaması keyfini kaçırmıştı. Oysa kardeşi ile yapacakları ne çok şey tasarlamışlardı.
Hayatın bir oyunu, bir rolü böyle kurulmuştu. Seçim yapmak olanaklı değildi. Bir an geliyor istemeseniz de oyunun bir parçası olmak durumunda kalıyorsunuz. Nasıl bir rol alacağınıza kimi zaman kendiniz karar veremiyorsunuz. İsteğiniz dışında bir diğeri rolünüzü değiştirebiliyor.  Kimi zaman rastlantılar, tesadüfler tavrınızı, sözünüzü, misyonunuzu değiştirebiliyor. Bilmediğiniz bir olayda, olmaz dediğiniz gelişmede gözlerinizi açıyorsunuz. Ya da anlam veremediğiniz yaşanmışlıklara sessiz kalabiliyorsunuz. Hayat akışının girdabında yok olmadan kalmanın, oyunun bir parçası olmanın dışına çıkamıyorsunuz. Recepte Süloların enine boyuna kurguladığı oyunun girdabında çaresizliğin verdiği ızdırapla oyunun bir parçası olmuştu. Ruhunda ve yüreğinde seçtiği hedefe, keskin ve ısrarlı bakışlarla ulaşmak isteği her daim mantığı ile son bulmuştu.
Fadime Recebin ve ailesinin içinde bulunduğu ızdırap dolu yaşama yakından tanık olmuştu. Recebin duruşu evlenmeden önce gönlünde yer etmişti. Recebi uzaktan uzağa sevgi ile izleyen biri daha vardı. Mehmet amcanın kızı Zeynep’ten başkası değildi bu. Recep Fadime ile evlenmiş olmasına rağmen Zeynep'in Recebe olan tutkusu azalmamış aksine artmıştı. Recep ise bu duygudan habersizdi.
Receplerin evleri kasabanın kıyısında tepenin dibinde, yolun sonunda, sırtını heybetli bir kayaya yaslamıştı. Etrafı duvarla çevrili genişçe sayılabilecek bahçe içerisinde ki ahır ve samanlık da evlerinin yan tarafındaydı. Yazın rüzgârın kaldırdığı ince toz, kışın ince ince yağan kar, pencere camlarının aralarında kalan aralıklardan içeriye dolardı. Erik ve ceviz ağaçlarının ilkyazda çiçeğe durduğu günlerde evin içerisine yayılan aroma ayrı bir huzur verirdi. Receplerin kapı komşusu Mehmet amcanın kızı Zeynep’in içi sıklıkla dolar dolar boşalırdı. Sabretmeyi öğrenmişti. Sinirleri kopacak gibi gergin, asabı bozuk, gözleri ağlamaktan patlayacak gibi olurdu zaman zaman. Evli ve çocukları olan Recep’ten bir türlü vazgeçmemişti. Vazgeçecek gibi de görünmüyordu. Bu durumun ne zamana kadar süreceği ise belli değildi. Mantığı ile değil yüreği ile düşünüyor, evlenmesi için yapılan telkinleri ve gelen taliplileri geri çeviriyor, umursamıyordu. İçinde dinmek bilmeyen fırtına, zaman geçtikçe şiddetini artırarak sürüyordu. Şiddetli bir rüzgârın önünde delice bir savruluş onu önüne katmış alıp götürüyordu. Bazı akşamlar güneş ufuktan kaybolup bilinmez dağların ardına çekildiğinde o bahçeye çıkar, ortalıktan el ayak çekilmesini, esmerleşmekte olan ufku seyrederdi. Zeynep kendini derin bir seyirden alamaz, öylesine bakardı. Bakardı, çünkü baktığı yerleri görmezdi. Karmakarışık düşünceler zihninde gençliğine en azaplı günleri yaşatırdı.
Toprağında hoyratça koparılan bir çiçek kadar solgun, hayata ve geleceğe bir o kadar da küskündü. Yüreğinin tek merhemi, gıdası, suyu, toprağı Recebin varlığıydı. Sırrını kimseye açmaz, kimseyle dertleşmezdi. Neşesini, acısını, duygularını, tutkularını paylaşacak bir kimse yoktu. Olsaydı da fark etmezdi. Ruhunda esen fırtınaları anlatması, evli birine olan tutkusunu dile getirmesi olanaklı değildi. Kabul da görmeyecek bir yaklaşım olurdu. Bu ise Recep ve ailesine acı çektirmekten başka bir işe de yaramazdı.

Tek katlı evlerinin önünde, bahçe kapısına doğru uzanan toprak yolda durur, yüreğinin kopuşuna tanıklık ederek, uzakta kayaya sırtını yaslamış evin zümrüt yeşili renklerini seyreder, dağların ardından sihirli kokular getiren havayı doyasıya içine çekerdi. Yüreğindeki tutku biraz daha katmerlenir, gözleri bitmek tükenmek bilmeyen bir ızdırapla nemlenirdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder