Emperyalizm yüz yıllardır gelişmekte olan yoksul
ülkeleri sömürmüş, halkların yoksulluğuna daha da yoksulluk katacak adımları
acımadan uygulamıştır. Onlarca ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarını kendi
çıkarına kullanmış, ülkeleri "sömürge" konumuna
getirmiş, ucuz iş gücü olarak sömürge ülkelerin ya da gelişmekte olan ülkelerin
insan kaynaklarından faydalanmıştır. Fakir halkların alın terini kendi ülkesine
akıtmıştır. Bunu yaparken bir yandan güç kullanmış, bir yandan da kendi kültür
ve siyasi anlayışını yoksul halk kitlelerine kabul ettirmek için özel olarak
yetiştirilen "misyoner" lerden yararlanmıştır.
Emperyalist ülkeler sömürgeleştirdiği ülkelerin
kalkınmasına ve sanayileşmesine müsaade etmemiştir. İlgili ülkelerde
medeniyetin ilerlemesine takoz koymuştur. Gelişmenin ve medeniyetin varlığı,
halkın bilinçlenmesi emperyalizmin çıkarlarına dur demek anlamına geldiği gibi
gelir kaynaklarının da kesilmesi demektir. Bunu çok iyi bilen emperyalist
ülkeler bilerek ve isteyerek sömürge anlayışından vazgeçmemiştir. Sömürünün
sona erdirilmesi yine sömürülen ülkelerin emperyalist emellere karşı koymasıyla
mümkün olmuştur.
Emperyalist amaçlardan kurtulmak için medenileşmenin
yolunun açılması gerekir. Sanayileşmenin yolunun açılması gerekir.
Ülke kaynaklarının yabancılarca paylaşılmasının
önüne geçilmesi... Sömürge anlayışından kurtulmanın gerçekleşmesi... Sömürge
konumundaki ülkelerin, kendilerini sömürge haline getiren ülkelere karşı
koymasıyla mümkündür. Bunu yapabilmek için o ülke halklarının "ulusal
bilince" ulaşması ve ulusal birlikteliğini sağlaması gerekir.
Ulusal bilinci bastırmak için bu ülkelerde eğitim ve
propaganda kurumları açmakta...Bir kısım öğrencileri eğitim amacıyla kendi
ülkelerine götürüp eğitip koşullandırmakta...Bir kısım eli kalem tutan
yazarları ve basın mensuplarını beslemekte...
Bu bağlamda emperyalist ülkelerin değerlerinin ve
anlayışının uygarlığın belirleyicisi olduğunu...Ulus devlet anlayışının çağdışı
kaldığını...Egemenlik ve bağımsızlığın gereksizliğini... İnsanlığın evrensel
değerlerinin önemli olduğunu...Lakin "evrensel değerler"
anlayışında kendi belirledikleri değerlerin evrensellik özelliğinin bulunduğunun
propagandasını yaptırmaktadır.
Osmanlı döneminde ülkemizi sömürgeleştirmeye çalışan
batılı ülkeler bu amaçlarına ulaşmak için her türlü siyasi ve ekonomik oyunları
oynamışlardır. Bir ülkenin istekleri doğrultusunda hizaya gelmesi için
siyaseten yalnızlaştırılması, siyasi hataların yapılmasının sağlanmasının yanı
sıra...
O ülkenin ekonomisinin
istikrarsızlaştırılması...Maden kaynaklarını işletemez...Topraklarını işleyemez
duruma getirilmesi ve borçlandırılması da hedeflenmektedir.
Fransız Maliye bakanlığı Müşaviri ve 1889 yılında
Osmanlı Devleti'nde alacağı olan devletlerin Hesap Komisyonları Başkanı Daniel Ducoste şöyle demektedir:
"Türkiye
(Osmanlı), ekonomik bakımdan tam bir perişanlık
manzarası arz etmektedir. Türklerin özvarlıkları, iki asırdan bu tarafa,
sürekli şekilde imparatorluğun Türk olmayan unsurlarla meskun bölgelerine
akmaktadır. Bu büyük bir avantaj teşkil eder. Zira imparatorluğun çekirdeği
olan Anadolu, bu suretle her gün daha gayri iktisadi şartlara mahkûm
olmaktadır."
Daniel Ducoste
önemli bir saptamada bulunuyor bu açıklamasıyla. Osmanlı ekonomisinin perişan
olduğunu söylüyor. Osmanlı ekonomisi zaten onlarca yıl önce basiretsiz ekonomik
politikalar yüzünden zor duruma düşmüştü. Sanayi yok denecek kadar azdı. Var
olan üretim araçları zanaatkarların kullandığı el tezgahlarıydı.
1838 yılında İngiltere ile ekonomik ilişkilerin
yoığunlaşmasıyla "Balta limanı anlaşması" imzalanmıştı. Bu anlaşma ile
osmanlı devleti kapitalizmin ekonomi anlayışı çerçevesinde kurumsallaşma yoluna
girmişti. 18. yüzyılın sonunda gerçekleşen sanayi devrimi ile sanayi birikimi
kendini göstermeye başlamış, bir tarım ülkesi konumunda kalan osmanlı köylüsü
bu durumda pazar için üreten konumuna düşmüş ve mülksüzleştirilmişti.
Osmanlının son dönemine rastlayan yoğun ve aralıksız
savaşlar da ekonomiyi olumsuz etkilemiştir. Osmanlı devletinin çekirdeğini
oluşturan Anadolu insanı ise savaşlardan gözünü açamamış; bu bağlamda
ekonominin ipleri ve geliri savaşlardan muaf tutulan azınlıklara akmaya
başlamıştır.
Daniel Ducoste
devamla :" Şimdi, Türklerin borçlanmalarının hızla gelişmekte olduğu bir
dönem yaşanmaktadır... O halde, Osmanlı maliyesi, ekonomisi ve servetleri
hakkındaki kararlılığımızı müdafaa edebilecek Türk yöneticilere ihtiyacımız
olacaktır.
Ben
bu ' Yerli Misyoner'lerin, bizlerden ve siyasi ve benzeri baskılardan çok daha
müsbet sonuçlar vereceği kanaatindeyim!... Bunlar, onlara (Osmanlılara)
kendi dilleri, kendi ikna metotları ile hitap
etmek imkânını bulacaklardır..."
Ducoste'nin
söyledikleri emperyalist zihniyetin çıkarları için "Yerli Misyoner"
leri besleyip koruduğu; bu çıkarcı ve
menfaat düşkünlerinden yararlandığını açıkça göstermektedir.
Emperyal güçler kendi çıkarları için, yer altı ve
yer üstü zenginlik kaynaklarını kullanacağı ülkeyi öncelikle borçlandırma
yoluna gitmektedir. Üretim yapılmaması ve üretim araçlarının kullanılmasının
engellenmesi için her türlü faaliyetten kaçınmamakta, amacına ulaşmak için o
ülkenin insanlarını kullanmaktadır.
Üretim yapılması işlerine gelmemektedir. Aksi
durumda kendi fabrikalarında ürettikleri ürünleri gelişmekte olan ülkelere
satamayacaklar ve ellerinde kalacaktır.
Osmanlı maliyesinin son zamanlarda içinde bulunduğu
durum ve Düyun-u Umimiye (Genel
Borçlar) incelendiğinde bu gerçek görülecektir. Borçlanmış bir devletin
işletilebilir ve kullanılabilr kaynaklarının nasıl yabancıların eline geçtiğini
göstermesi bakımından ibretlik bir durumdur.
Borç batağına çektikleri ülkelerden alacaklarını
tahsil etmek için de ""siyasi
be benzeri baskılar" yerine yerli
misyoner kullanma yolunu seçmekteler.
Çünkü onlara göre bu yerli misyonerliğe soyunan kişiler o ülkenin dilini, kültürünü,
geleneğini çok iyi bilmekte ve kendilerinin yapamayacağı ikna metotları ile halkı
kolayca kandırabilmektedir.
Yerli misyonerler
çok değişik meslek grupları içerisine yuvalanmışlardır. Yönetici olarak görev
yapanlar, medyada yazıp çizenler, hukukçu olanlar, öğretim görevlisi olanlar
vsvs.
Yerli misyenerliğe
soyunan yalakalardan ve emperyalizmin dişlilerinden kurtulmak için kendi
değerlerimize, kendi kültürümüze sahip çıkmalı; geçmişte yaşanan olayları iyi
tahlil etmeli ve bilinçlenmeliyiz. Sadece eli kalem tutan aydın kesimin değil
tüm halkın bilinçlenmesi gerekir.