23 Mayıs 2014 Cuma

HİÇ BİR ACI UNUTULMAZ

                                                              Afganistan

"Ateş düştüğü yeri yakar" sözü meydana gelen ölüm olayları sonrasında sıklıkla söylenir. Yaşanan acının dışa vurumudur bu. "Ölüm Allahın emri ayrılık olmasaydı" sözünü de bilmeyenimiz yoktur. Ölüm ve ayrılık her daim insanların yüreklerinde acıyı çağrıştırmıştır.
Çeşitli olaylar sonrasında gencecik insanlar kara toprağa düşmüştür. Aileleri, yakınları, geride bıraktıkları yüreklerinde dinmeyen acı ile yaşamlarını sürdürmekteler. Hiç bir ölüm, hiç bir acı unutulmaz.

Tarihin karanlık sayfalarına baktığımızda da bu gerçeği görürüz. İnsanlığın çeşitli coğrafyalarda yaşadıkları acı ve zulüm aradan geçen uzun yıllara rağmen hala belleklerdedir. Afrika toplumlarını sömürgeleştirmeye başlayanların "kara derili" diye öteledikleri insanları nasıl köleleştirdiklerini, zincire vurup "gemi ambarlarına" nasıl üst üste yığdıklarını, karşı çıkanları acımasızca nasıl öldürdüklerini, "yeni dünya " diye lanse edilen topraklarda karın tokluğuna nasıl çalıştırdıklarını Afrikalı unutabilir mi?  
Etiyopya

Altın madenlerinde, kömür madenlerinde, elmas madenlerinde yaşamını kaybedenler unutulabilir mi?
Köle düzenine isyan ettiği söylenen Spartakus'un öyküsü unutuldu mu? İspanya'da General Franco'nun yaptıkları unutuldu mu?
Etiyopya'nın son imparatoru Haile Selassie ve halefi Mengistu Haile -Mariam'ın yaptıkları unutuldu mu? Bu ikilinin ülkelerinde yaptıklarına bir göz atalım isterseniz.
Osmanlı yönetiminden koparılan Eritre İtalya tarafından işgal edilir. 1952 yılına gelindiğinde BM (Birleşmiş Milletler) kararı ile Etiyopya ile birleşerek federal bir devlet haline gelir. Halk bu durumu kabullenmez ve geniş protestolar gösterileri başlar.
İç karışıklıkları bahane eden İmparator Haile selassie Eritre'yi Etiyopya topraklarına katar. Bu aşama sonrasında bölgede yaşayan Müslümanlara karşı baskı ve işkence politikası başlar. Pek çok insan katledilir. Yüz binlerce Eritreli topraklarından sürülür. Mülteci durumuna düşen yüz binlerce insan; kadın, çocuk, yaşlı demeden ölüme terk edilir.
Haile selassie 1974 yılında yapılan bir darbe ile yönetimden uzaklaştırılır. Göreve gelen Mengistu Haile-Mariam, yönetimi boyunca farklı bir uygulama izlemez. Şiddet uygular. Kendisine muhalif görüşü yok eder. Yönetimde kaldığı sürede ülke nüfusunun büyük bölümünü yok eder. Halkın bir kısmı Sudan'a sığınır. Binlerce çocuk yetim ve sakat kalmıştır. Yaşananları Etiyopyalı unutabildi mi?
Irak

Hitler'in II. Dünya Savaşı sırasında yüz binlerce insanı "Gaz Odaları"nda katletmesi unutuldu mu?
Şili'de Augusto Pinochet döneminde çok sayıda insan hakları ihlallerinin yaşandığı unutuldu mu?
Şilili diktatör Augusto Pinochet'in ülkesinde iktidarı ele geçirmesinden sonra yaptıklarına bir göz atalım isterseniz.
Mithat Sancar'ın konuyla ilgili yazdığı bir yazıda şöyle deniyor: Pinochet'in yönetimi devraldıktan sonra söylediği şuydu [..."Haberim olmadan Şili'den yaprak kımıldamaz"... Pinochet yönetimi muhaliflere karşı acımasız bir devlet terörü uyguladı....Pinochet yönetimi, "iç düşman" olarak ilan ettiği muhaliflere karşı acımasız bir devlet terörü uyguladı; işkenceler, kaybetmeler, yargısız infazlar. Üstelik bu vahşet kampanyası sadece Şili'de yaşayanları değil, ülke dışında olanları da kapsadı...Büyük bir kısmı darbeyi izleyen haftalarda olmak üzere tahminen dört bin kişi katledildi; çok sayıda insan kaybedildi. Darbenin yapıldığı 1973 yılında yaklaşık yirmi bin kişi ülkeden kaçmak, sürgüne çıkmak zorunda kaldı. Askerî diktatörlük dönemi boyunca Şili'yi terk eden insanların sayısı bir milyon civarındadır.
Doğrudan Pinochet'e bağlı bir subay olan Arelano Stark'ın yönettiği infaz timlerinden oluşan "ölüm kervanları", ülkenin bütün bölgelerini gezip daha önce göz altına alınmış yetmiş iki muhalifini öldürdü. Ülkenin kuzeyindeki çöllük bölgelerde ve Patagonia'da muhaliflerin acımasız işkencelere tabi tutulduğu toplama kampları kuruldu.Muhaliflerin bir kısmı işkencelerde hayatını kaybetti, bir kısmı da uçaklara doldurulup denize atıldı.
İnanılmaz bir şiddet ve zulüm uygulamasına sahne olan ve iç savaş benzeri bir durumun yaşandığı darbeden sonraki ilk haftaların ardından, askerî diktatörlük siyasal muhalefeti tamamen yok etmeye yöneldi. On binlerce insan göz altına alındı, binlerce insan sürüldü, yüzlerce kişi kaçırıldı.
1977'de artık her türlü direniş fiilen bastırılmış, muhalefet sindirilmişti. askeri cunta 1990'da yönetimi devretmek zorunda kaldığında, arkasında binlerce ölü, on binlerce işkence  mağduru, yüz binlerce talan edilmiş yaşam öyküsü kalmıştı...] (1)
Şili

İnsanlığın yaşadığı bunca acı ve zulüm ne yazık ki günümüzde de devam etmektedir. Kan ve baruttan nemalananlar ellerini ovuşturmaktalar. Silah satıcısı ülkeler savunmasız yoksul insanların ölümüne neden olmaktalar.
Afganistan, Irak, Suriye, Pakistan, Sudan, Nijerya, Yemen, Libya ve benzeri ülkelerde meydana gelen karışıklıklar, iç savaşlar, terör olayları sonrasında hayatını kaybedenler unutulacak mı?
İnsanlık tarihi acılarla yazılmıştır. Tarih boyunca işlenen suçları, yanlışları, vurgunları gizlemek; kitleleri, halkları uyutmak, kandırmak; sorumlulukları örtbas etmek için çaba sarf edilmiştir. Egemenler, insanlık düşmanları kendi yalan dolanlarını unutturmak için hamaset nutuklarla gerçekleri gizlemeye çalışmışlardır. Fakat hiç bir gerçeğin üzeri örtülememiştir.
Suriye

Ölümün yüzü acıdır. Bu acıyı kahpece ve hiç yok yere katledilen kardeşimin ölümünden bilirim. Aradan 19 yıl geçmesine rağmen çektiğimiz acı tazeliğini hala koruyor. Annemin göz yaşları dinmek bilmiyor. Dile kolay, tam 19 yıldır dökülen göz yaşı. Rahmetli babam ilerlemiş yaşına rağmen her yıl oğlunun yattığı ücra köy mezarlığını ziyaret eder, göz yaşlarıyla mezarını ıslatır, dua ederdi.
Demek ki hiç bir ölüm unutulmuyor. Hiç bir acı dinmek bilmiyor. "Ölen ölmüştür, geçmiştir" sözü ateşin düştüğü yeri yaktığı gerçeğini değiştirmiyor.
Yaşanan bunca ölüme, bunca acıya, bunca yoksulluğa, bunca haksızlığa sebep içimizdeki öfke ve kindir.
Gerçekte ise öfke ve kin doğruluğun dışındadır. Öfke ve kin tutmak yüreğe yüktür. İnsan odaklı yaklaşımların, insan hak ve özgürlüklerinin, hukukun üstünlüğünün, insan sevgisinin, erdem ve onurun unutulmaması gerekir. İnsan onurunu yakışan da budur
Dip Not: (1) http://www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi.aspx?did=1&dsid=335&dyid=5047






21 Mayıs 2014 Çarşamba

BİR AN BİR SESSİZLİK OLDU


Masada oturanlar çaylarını içerken kendi aralarında sohbet ediyordu. Kavruk yüzlü  orta yaşlarda bir adam dikkatimi çekmişti. Gözlerinin altı mordu. Avurtları çökmüş, sakalları kırlaşmıştı. Renkleri iyice solmuş kabanının yakasını kulaklarına kadar çekmişti. Yüzünü gizler gibi bir hali vardı. Belki de bana öyle gelmişti.
Alaycı bir gülümsemeyle: 
"Soğuk değil mi?" diye sordu. Gözlerinde umursamaz bir ışık yanıp söndü. Diğerlerine soğuğu hissetmiyormuşcasına bir bakış fırlattı. Lakin kabanını kulaklarına kadar çeken de oydu. Bakışlarıyla görüntüsü arasında tam bir tezat vardı.
Adamlardan biri söylenenlerle  ilgileniyormuşcasına aynı alaycı tavırla:
"Çok" diye söylendi. "Sabah ayazı insanı üşütüyor. Bizim buraların sabah ayazı insanın içine işler… Çoktandır unutmuşum."
Bir diğeri heyecanla:
"Ben de", dedi. "Memleketin havasına suyuna hasret kaldık."
"Gurbette  mi çalışıyorsun?"
"Evet, Antalya’da."
"Ehh! Sıcaktır oraları, bizim buralara benzemez. Bende Marmaris’te çalışıyorum."
Kavruk yüzlü olan bir yandan karşısındaki adamın sorularına gülerek cevap veriyor, diğer yandan kendisinden bahsetmeyi ihmal etmiyordu. Oğlu kundakta iken memleketten ayrılmışlardı, şimdi lisede okuyordu. Buraya da bir akrabasının cenazesi için gelmişti. Öbürgün tekrar  dönecekti. Geç kalırsa işinden olabilirdi. İşverenin sağı solu belli mi olurdu, işine zamanında gitmeliydi. Zaten cenazeden sonra burada yapacak bir işi de yoktu.
Borç harç aldığı arsaya gecekondu yapmıştı. Hiç olmazsa kira vermiyordu. Kiracılık zordu. Kirada otururken evin ihtiyaçlarını karşılayamıyordu. Karnı aç, yorgun ve gergindi. Üç katlı müstakil bir evin en üst katında kiracıydı. Alt katta yaşlı ve hasta ev sahibi, onun üstünde de oğlu oturuyordu. Yaşlı adam üst katı kiraya verip gelir sağlıyordu. Adam iyi niyetliydi, fakat hanımı pek kurnazdı. İnsanın yüzüne güler arkasından konuşurdu. Böyle bir ruh yapısına sahip biriyle aynı binada uzun süre oturmak olmazdı. Bu nedenle neyi var neyi yok satıp savmış, aldığı arsaya iki göz bir gecekondu yapmıştı. Şimdi rahattı. Kendi evinde iyi kötü geçinip gidiyordu.        
O günleri tekrar yaşıyormuşçasına yüzünde beliren acı bir ifadeyle iki göz evini ailecek büyük sıkıntılar çekerek yaptıklarını anlattı. Zorlukların üstesinden gele gele  neyin yanlış neyin doğru olduğunu zamanla gördüğünü ve doğru yolu bulduğunu anlattı. Etraftakiler sabırla dinlediler. 
Gecekondu da olsa kendi yaptığı evinde oturuyordu ve çalıştığı bir işi vardı. Kimseye muhtaç değildi, aza kanaat getirip şükrediyordu. Sıkıca sarıldığı bir paltosu, ayaklarında kışlık ayakkabıları, belli ki cebinde de yeterli yol harçlığı vardı. Yüzünün gülmesi bundandı.
O anlattıkça diğerleri başlarını öne eğdiler. Yüzlerini avuçlarının içine alıp, fersiz gözlerle etrafa baktılar. Durumu iyi olanlar rahattı. İşi, aşı olmayanlar ise huzursuz. Doğup büyüdükleri topraklar aynıydı, çocukluklarında iyilik kadar kötülük altında da kalmışlardı, aynı kaderi paylaşmışlardı. Gün gelmiş kimisi kalıcı bir işin başında bulmuştu kendini, kimisinin de işi yoktu. Bir kısmı başkalarının sayıp değer verdiği bir konuma gelmiş, bir kısmı yoksul beş parasız iş arıyor ya da işinden olmuştu. Kolay değildi bu devirde kalıcı bir iş bulup çalışmak. Yine de güçleri, takatleri hiç tükenmiyordu. Başka da çareleri yoktu zaten.
"Sen Antalya’dan neden geldin?" diye sordu karşısındakine.
Adam sırtını hafiften kamburlaştırmış, göğsü ile masaya sıkıca yanaşmıştı. Boyu uzundu, yüzündeki kırışıklıklar derinleşmişti. Başında iki tutam saç vardı, saçları dökülmüştü. Sakalları uzamış, pantolonu ütüsüzdü. Çayından bir yudum çekti. Ardından derin bir of çekip gözlerini çay salonunun uzak köşesine dikti ve ıslık sesine benzer bir ses tonuyla:
"Memleket hasreti", dedi eliyle çenesini sıvazlayarak. "Bir de bu aralar işler durgun. Ben de hazır işsizken baba ocağını ziyaret etmek istedim." Gözlerini yere eğdi. Sıkıntılıydı. Gözlerinin etrafında mor çizgiler oluşalı çok olmuştu. Adamın halinden işini kaybetmenin ve işsizliği kabul edememenin verdiği huzursuzluk vardı. Bardağında kalan son çayı bir dikişte içti. Yüksek sesle bir çay daha istedi. Yüzü durgunlaştı. Islak bakışları, etrafına cevapsız sorular yöneltti. Gücünün yetmediği sözleri yutup bir zaman başını öne eğdi. Sonra yorgun rüzgâr gibi esip, titreyen sesiyle konuşmaya başladı.
"İşsizlik zordur. Korkulması gereken  bir şeydir. Korkunun nedeni de bellidir. Çift yürekli de olsan parasızlık insanı yere yıkar. Namerde muhtaç eder. "
"Bir de sür git hastalığı olan biri varsa evde daha da zordur" diye ekledi kavruk yüzlü.    
Bir an bir sessizlik oldu. "Memleket hasretiyle" geldim deyip sonrasında "işsizliğin"  kendisini bunalttığını saklamayan adamın gözlerinde ıstırap yüklü ışıltılar yanıp söndü. Sessizliği yine kendisi bozdu.
"Memleketi ne kadar da çok özlemişim. Baba ocağını ziyaret edip, dost ve akrabalarla hasret gidermek bugünlere nasipmiş."

Konuşmalar karşısında sessiz kalmış, sadece dinlemiştim. Soğuk bir sabahtı, dışarıda hafif bir kırağı göze çarpıyordu. Bir süre sonra güneş etkisini artırırken, gri bulutlar dağılmaya, hava açılmaya başlamıştı. Kafeteryayı mesken tutmuş olanlar da birer ikişer dışarıya çıkmaya başladılar. Kimisi elinde valizle, kimisi de elleri ceplerinde hızlı adımlarla gidecekleri yere doğru aceleyle yürüyorlardı. Öğretmenevinin açılması için biraz daha vakit geçmesini bekledim. Bu arada güneş kuşluk vaktine gelmiş, bulutların arasından yüzünü göstermeye başlamıştı. 

15 Mayıs 2014 Perşembe

SOMA


Dünden bu yana Soma maden işletmelerinde meydana gelen ve 274 maden işçisinin ölümüne neden olan kazanın acısı yürekleri dağladı. Yakınlarını kaybedenler acı içinde çaresizce ne yapacaklarını bilmeden gün boyu yetkililerin bir açıklama yapmasını beklediler.
Başbakan maden ocağına ve Soma'ya geldi. Bu sırada yakınlarını kaybeden vatandaşlardan yürekleri dağlayan feryatlar yükseliyordu. Ölen yakınlarını almak için bekleyenlerin yanı sıra, kurtarılma ümidiyle bekleyişlerini sürdürenlerde vardı. 
Madende incelemelerde bulunan Başbakan gazetecilere açıklamalarda bulundu. Sokağa çıktığında ise öfkeli vatandaşlar tarafından "istifa"  protestolarıyla karşılaştı.
Protestolar sırasında güvenlik görevlileri bir genci etkisiz hale getirirken, gence tekme atan Başbakanlık müşaviri Yusuf  Yerkel kameralara yakalandı.
Şeyh Sait'in torunları Güneydoğu'da paçavraları çekiyorlar. Daha başkaları çuval geçirdi. O zaman neredeydiniz diye sorası geliyor insanın.

13 Mayıs 2014 Salı

GURBETTE BAZEN GÜNEŞ DOĞMAZ NAZLANIR



Otobüsten inen yolcuların bir kısmı kafeteryada ileri geri volta atarak, bir kısmı da oturdukları masalarda ellerinde sıcak çay bardakları içlerini ısıtmanın telaşındaydılar.  Masaların etrafına toplanmış sohbet edenlerin yanı sıra bir kenarda sessizce ve meraklı bakışlarla çevresini izleyenlerde vardı.
Bunlardan biri kafeteryanın uzak köşesinde sessiz ve sıkılgan tavırlı, yanında elini sıkıca tuttuğu küçük bir kız çocuğu olan kadındı. Nereye gidiyordu acaba? Köyüne mi yoksa yaz boyu kaldığı köyünden kocasının çalıştığı şehre mi? 
Dünyanın gamını omuzlarında taşıyor gibiydi. Solgun yüzünü hafifçe öne eğmişti. Oturduğu sandalyede dizlerine başını koymuş kızının dağılmış saçlarını okşuyordu. Arada bir yorgun ve öfkeli bakışlarla etrafı süzüyordu. Gözleri alev topuydu sanki.
Çocuğu hafif iteledi. Küçük kız belli belirsiz şaşırdı, bocaladı, ürkek ceylanlar gibi anasına baktı.
"Acıktın mı kızım?"
Anasına tekrar sokulan küçük kız:
"Evet" dercesine anasının gözlerine baktı. Anası gözleriyle kızına "yürü" diye işaret etti. Ana kız kafeteryanın kapısını açıp, poğaçacı ya doğru yöneldiler. İçimden "eyvah" dedim "küçük kız sert poğaçaları nasıl yer şimdi?"
Kadın tam poğaçacı ya gidecek derken, otobüs yazıhanesine yöneldi, yazıhanenin önünde duran valizini açtı. İçinden büyükçe sarıp sarmalanmış bir torbayı aldı. Soğuğun da etkisiyle hızlı adımlarla tekrar kafeteryaya döndü. Masalarda yer olmadığı için oturduğu sandalyenin üzerinde torbayı açtı. Önceden hazırlanmış böreklerden bir tanesini kızına verdi, birini de kendisi aldı. Küçük kız annesine teşekkür edercesine sevgiyle baktı. Annesi kızının başını okşadı.
Boğazıma bir yumruk gelip oturmuştu sanırsın o anda. Kendi çocuklarımı düşündüm. Ne yapar ne ederlerdi ben yokken?  Havalar soğumaya, güneş fersizleşmeye başlamıştı artık. Kış her zamankinden erken gelmişti sanırım. "Üşütüp öksürmeseler ben dönene kadar" diye kendi kendime söylendim. Gerçi sağlık ocağı vardı köyde ama, ilaç almak için ilçeye gitmek gerekiyordu. Devlet memurluğu işte böyle bir şeydi. Zamansız tayinin çıktımı, yollarda perişanlık başlar, kurulu düzenin bir anda alt üst olur. Bir süreliğine belirsizlik kaplar insanın ruhunu. Yıllarca görev yaptığım, yaşlısına,  gencine alıştığım yerden ayrılmak zor geliyordu bana. Köy kahvesindeki sohbetlere katılır, diğer öğretmen arkadaşlarla, kahvede ya da köşe başlarındaki konuşmalarda soluk alırdık zaman zaman. Lakin işte gün gelmiş her zorluğu eşimin omuzlarına yüklemiş, yollara düşmüştüm. Düşüncelerin ağırlığı yüreğimin yorgunluğuna yorgunluk katıyordu. Ne oluyordu bana böyle. Son günlerde iyice duygusallaşmıştım.
Otobüs garajında bir o yana bir bu yana dolanan insanların yüzlerinde belli belirsiz bir telaş vardı. Bilet almak için otobüs yazıhanelerine girip çıkanlar, müşteri bekleyen taksiciler, evsizler, valizlerinin üzerine oturmuş çocuklarının ellerini sıkı sıkıya tutan anneler, otobüsünün kalkma saatini bekleyenler ilginç görüntüler oluşturuyordu.
Bir süre sonra küçük kız ve anası valizlerinin bulunduğu yazıhanenin önünde duran otobüse bindiler. Onlarda gurbete gitmenin yükünü yüreklerinde taşıyorlardı demek ki. Kadının solgun yüzünün nedeni belki de buydu.
Anadolu insanı işte bu diye düşündüm. Şehir yaşamına uyum sağlamaya çalışsalar da, unutulmaya yüz tutmuş kırsal yaşamın izlerini taşıyan kültür ve geleneklerinden kopmamışlardı. Anadolu’nun zengin kültürel mirasını çarpık bir modernleşmeye kurban etmemişlerdi. Vurmuşlardı kendilerini yollara. Gidenler, gelenler, ayrılanlar, kavuşanlar, yüreklerinde sıla hasretiyle yollarda savrulanlar. Vardıkları her yerde yaşananları gönül gözüyle içine sindirenler.  Kavruk yüzleriyle, nasırlaşmış elleriyle hayat mücadelesinde kopmadan geleceğe emin adımlarla yürümenin telaşındaydılar. Umutlarıyla, özlemleriyle, acılarıyla, sessiz çığlıklarıyla zorluklara ölesiye göğüs gerip hayata tutunmaya çalışan; varlığını da yokluğunu da kendine saklayan Anadolu insanı.
Şehir hayatının üzerlerinde kurduğu baskıdan, varoşların gürültücü kasvetinden ve yoksulluğundan bunalan; yüksek binaların arasında nefessiz kalmaktan şikâyetçi olan bu insanlar, soğuk hava şartlarına rağmen kırsal yaşamın soluk aldıran ortamında bir süreliğine de olsa baba ocağında sevdikleriyle hem hasret gidermeyi hem de rahat bir nefes almayı seçmişlerdi. Kim bilir belki de içlerinden bir bölümü çalıştıkları işlerinden çıkarılmış işsizlerdi. Bir daha dönmemek üzere gurbeti terk etmişlerdi. Doğup büyüdükleri topraklarda mı kolaydı yaşam, yoksa çocukluklarının yabancısı olan şehirlerin varoşlarında mı? Hangisinin yükü hafif hangisinin yükü daha ağırdı?
Geçim şartlarının ağırlaştırdığı omuzların hafiflemesi için güçlü olmayı, hayatın dayanılmaz bir ıstıraba dönüşmesinin önüne geçmek için direnmeyi bilmek lazım. Bilmek de yeterli değildir. Somut adımlar atarak hayatın günlük hay huyunda ağır olan yükü hafifletmek adına güne başlamak gerekir.
Sabahın erken saatlerinde ya da gün turkuvaz rengini akşamın karanlık perdesine bırakırken yola koyulmuş olanların, yolculuğa başlama ve bitirme amaçları aynıdır. İç güdüsel olarak varlığının devamını sağlamak.
Yolun kıvrımlı damarlarını kat edip kırsaldan göç etmiş, eğreti gecekondularda yaşamını güçlükle sürdürme çabasında olan çoğu insanın devamlı bir işi olduğu söylenemez. Günü birlik amele pazarlarında, inşaatlarda ve geçici işlerde çalışmak için sıra bekleyenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Bu durumda bir insanın yaşamını sürdürmesi için güçlü bir iradeye ve şansa ihtiyacı vardır. İradesi olanın şansı, şansı olanın iradesi olmaz bazen. Bazen her ikisi bir arada bulunur, bazen biri vardır diğeri yoktur. Anadolu insanında her ikisinin de bir arada bulunduğunu söylemek için amele pazarlarından veya işsizlerin toplandığı kahvelerden habersiz olmak gerekir. İstasyonların ve garajların yırtık pırtık insan pazarı olduğundan, binlerce insanın günün her saatinde, su gibi, oralarda kaynaşıp durduğundan da... Oysa hangi şehire gidilirse gidilsin binlerce işsizin sokaklarda avare dolaşmasını görmek olağandır.  
Gurbette bazen güneş doğmaz nazlanır. Başka yerlere takılı kalmıştır aklı. Bezende hiç beklenmedik bir yağmur yağar bardaktan boşanırcasına, bereketlidir yağmur. Kimi karayağız delikanlılar tek başına omuzlar yükü, güçlü sanırsınız. Yürekli sanırsınız. Kimi dostundan güç alır, kimi tek dostu olan kendinden.
Günün yorgunluğu sonrasında şehir yaşamı çeker kendine serseri mayınları iştahla. Varoşlar dolup dolup boşalır. Kimi bilinmeyenin cazibesine koşmak için dolaşır neon ışıklarının cezbedici parlaklığında. Kimi içinde anbean kabaran travmayı bastırmak, bildiklerinin içinde, derininde bilmediklerini görmek için.

7 Mayıs 2014 Çarşamba

NİJERYANIN KAYIP KIZLARI.


Nijerya,  Batı Afrika'da  Gine Körfezi kıyısında, Sahra- Altı Afrika'nın ikinci büyük ekonomisi. 170 milyon kişilik nüfusuyla da kıtanın en kalabalık ülkesi -her altı Afrikalıdan biri Nijeryalı-.
15 Nisan'da Borno eyaletindeki bir ortaokuldan 284 kız öğrencinin kaçırılma olayı Nijerya ve tüm dünyada "şok" etkisi yaptı.  Kızları kaçırdığını duyuran Boko Haram örgütünün lideri Ebubekir Şekau "Kızlarınızı ben kaçırdım....Onları pazarda satacağım" dedi.

Nijerya hükümetinin terörist bir örgüt olarak tanımladığı Boko Haram, ülkenin kötü yönetimini eleştiren Kuzey Nijeryalı Müslüman vaiz Muhammed Ali önderliğinde Maudiguri kentinde ayrılıkçı bir grup olarak kuruldu. Ali şeriat kurallarını uygulamaya başladı. Boko Haram, Hausa dili ve Arapça karışımından oluşuyor ve Batı tipi - ya da İslami olmayan- eğitimin haram olduğu anlamına geldiği şeklinde yorumlanıyor. 2009 yılında Ali Nijerya polisi tarafından öldürüldü. Ölümünden sonra Muhammed Yusuf'un etrafında toplanıldı.
 Kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına çeşitli çatışmalara sahne olan Afrika'da radikal İslamcı örgütlerin varlığı biliniyor. Somali'den Sudan'a, Nijerya'dan Orta Afrika ülkelerine iç çatışmaların odağında kalan halk yoksullukla pençeleşiyor. Bir kısım Afrika ülkeleri dış yardımlarla ayakta durmakta, ekonominin gelişmesi için çaba sarf edileceğine  iç çatışmalarla sarsılmakta.
Boko Haram örgütünün kız öğrencileri kaçırıp pazarda satacağını açıklaması ile dünya, radikal İslamcı hareketin ve tetiklediği çatışmaların, bir kez daha farkına vardı. Suriye'de El Nusra'nın, IŞİD'in yaptıkları gazete manşetlerinde yer alırken Boko Haram'ın bu eylemi şaşırtıcı değil. Terörün doğasında acımasızlık, insan haklarını hiçe sayma var.
Yaşanan bu çatışmalar, bırakın içinde bulunduğumuz yüzyılı, henüz  bir önceki yüz yıla dahi ayak uyduramamış Afrika kıtasını olumsuz etkiliyor.
Boko Haram örgütünün, Afrika'da- Magrip ülkeleri- El Kaide'nin ve kuzey Mali'de bulunan cihat yanlılarının yerleştiği sahil bölgesinde ortaya çıktığı da bilinmektedir. Yaptığı eylemler sonrasında halk korkuyla yaklaştığı örgütün adını - kendilerini öldürmesinden ve Boko Haram'ın duymasından korktuğu için-  yüksek sesle söylemekten kaçınıyor; insanlar artık komşularına bile güvenmiyor.
Boko Haram örgütünün ortaya çıktığı Kuzey Nijerya'da çocukların yarıdan fazlası yetersiz beslenme ile karşı karşıya. Çoğu evde elektrik bulunmuyor. Kadınlar arasında okuryazarlık oranı yüzde 23.
Okula giden kız çocuklarını kaçırıp "pazarda satacağız" açıklaması örgütün eğitime ve kadınlara  bakış açısını da ortaya çıkarıyor. Tıpkı Afganistan'da 1990'larda Molla Ömer liderliğinde palazlanıp bir ara ülke yönetimini ele geçiren, Bamyan'da ki Buda heykelini havaya uçurup, kadınların okula gitmesinin gereksizliğini söyleyen Taliban örgütünün anlayışında olduğu gibi.
Nijerya 1950 yılında keşfedilen ham petrol üretimi ile dünyanın beşinci petrol üreticisi. Buna rağmen halkın büyük bölümü yoksulluk içinde yaşıyor. Petrol gelirine rağmen yoksulluğun bu denli yaygın olması devletin her kademesinde büyük bir çöküş olduğunu düşündürüyor.
Yaşanan şiddet olaylarından yaşamını yitirenlerin sayısı 4700. Boko Haram'ın devlet kurumlarına, laik okullara yaptığı saldırıların yanı sıra, çoğu, teröristlerle alakası olmayanlarda devletin yaptığı karşı saldırılarda yaşamını yitirdi.
Bir yandan devlet yönetiminin yozlaşması, diğer yandan Boko Haram'ın radikal saldırıları karşısında halk çaresiz görünüyor. Ne olup bittiğini herkes görüyor, ama kimse bir şey yapamıyor. Terör örgütü köşe başlarını tutmuş, ne zaman nerede ne yapacağını kestirmek zor. Gelir dağılımındaki adaletsizlik de istikrarsızlığı tehdit ediyor.
Radikal saldırıların savunulabilir bir yanı yok. Saldırılarda yaşamını yitiren, sakat kalan, geleceği kararan insanlar terör örgütlerinin umurunda değil. Bulundukları bölgelerde kargaşa ve kaos yaratıp bundan nemalanma amacındalar. İnsan hakları, adalet anlayışı bu örgütlere teğet geçiyor.
NOT: Fotoğraflar konuyla ilgili TV haberinden alınmıştır.