13 Mayıs 2014 Salı

GURBETTE BAZEN GÜNEŞ DOĞMAZ NAZLANIR



Otobüsten inen yolcuların bir kısmı kafeteryada ileri geri volta atarak, bir kısmı da oturdukları masalarda ellerinde sıcak çay bardakları içlerini ısıtmanın telaşındaydılar.  Masaların etrafına toplanmış sohbet edenlerin yanı sıra bir kenarda sessizce ve meraklı bakışlarla çevresini izleyenlerde vardı.
Bunlardan biri kafeteryanın uzak köşesinde sessiz ve sıkılgan tavırlı, yanında elini sıkıca tuttuğu küçük bir kız çocuğu olan kadındı. Nereye gidiyordu acaba? Köyüne mi yoksa yaz boyu kaldığı köyünden kocasının çalıştığı şehre mi? 
Dünyanın gamını omuzlarında taşıyor gibiydi. Solgun yüzünü hafifçe öne eğmişti. Oturduğu sandalyede dizlerine başını koymuş kızının dağılmış saçlarını okşuyordu. Arada bir yorgun ve öfkeli bakışlarla etrafı süzüyordu. Gözleri alev topuydu sanki.
Çocuğu hafif iteledi. Küçük kız belli belirsiz şaşırdı, bocaladı, ürkek ceylanlar gibi anasına baktı.
"Acıktın mı kızım?"
Anasına tekrar sokulan küçük kız:
"Evet" dercesine anasının gözlerine baktı. Anası gözleriyle kızına "yürü" diye işaret etti. Ana kız kafeteryanın kapısını açıp, poğaçacı ya doğru yöneldiler. İçimden "eyvah" dedim "küçük kız sert poğaçaları nasıl yer şimdi?"
Kadın tam poğaçacı ya gidecek derken, otobüs yazıhanesine yöneldi, yazıhanenin önünde duran valizini açtı. İçinden büyükçe sarıp sarmalanmış bir torbayı aldı. Soğuğun da etkisiyle hızlı adımlarla tekrar kafeteryaya döndü. Masalarda yer olmadığı için oturduğu sandalyenin üzerinde torbayı açtı. Önceden hazırlanmış böreklerden bir tanesini kızına verdi, birini de kendisi aldı. Küçük kız annesine teşekkür edercesine sevgiyle baktı. Annesi kızının başını okşadı.
Boğazıma bir yumruk gelip oturmuştu sanırsın o anda. Kendi çocuklarımı düşündüm. Ne yapar ne ederlerdi ben yokken?  Havalar soğumaya, güneş fersizleşmeye başlamıştı artık. Kış her zamankinden erken gelmişti sanırım. "Üşütüp öksürmeseler ben dönene kadar" diye kendi kendime söylendim. Gerçi sağlık ocağı vardı köyde ama, ilaç almak için ilçeye gitmek gerekiyordu. Devlet memurluğu işte böyle bir şeydi. Zamansız tayinin çıktımı, yollarda perişanlık başlar, kurulu düzenin bir anda alt üst olur. Bir süreliğine belirsizlik kaplar insanın ruhunu. Yıllarca görev yaptığım, yaşlısına,  gencine alıştığım yerden ayrılmak zor geliyordu bana. Köy kahvesindeki sohbetlere katılır, diğer öğretmen arkadaşlarla, kahvede ya da köşe başlarındaki konuşmalarda soluk alırdık zaman zaman. Lakin işte gün gelmiş her zorluğu eşimin omuzlarına yüklemiş, yollara düşmüştüm. Düşüncelerin ağırlığı yüreğimin yorgunluğuna yorgunluk katıyordu. Ne oluyordu bana böyle. Son günlerde iyice duygusallaşmıştım.
Otobüs garajında bir o yana bir bu yana dolanan insanların yüzlerinde belli belirsiz bir telaş vardı. Bilet almak için otobüs yazıhanelerine girip çıkanlar, müşteri bekleyen taksiciler, evsizler, valizlerinin üzerine oturmuş çocuklarının ellerini sıkı sıkıya tutan anneler, otobüsünün kalkma saatini bekleyenler ilginç görüntüler oluşturuyordu.
Bir süre sonra küçük kız ve anası valizlerinin bulunduğu yazıhanenin önünde duran otobüse bindiler. Onlarda gurbete gitmenin yükünü yüreklerinde taşıyorlardı demek ki. Kadının solgun yüzünün nedeni belki de buydu.
Anadolu insanı işte bu diye düşündüm. Şehir yaşamına uyum sağlamaya çalışsalar da, unutulmaya yüz tutmuş kırsal yaşamın izlerini taşıyan kültür ve geleneklerinden kopmamışlardı. Anadolu’nun zengin kültürel mirasını çarpık bir modernleşmeye kurban etmemişlerdi. Vurmuşlardı kendilerini yollara. Gidenler, gelenler, ayrılanlar, kavuşanlar, yüreklerinde sıla hasretiyle yollarda savrulanlar. Vardıkları her yerde yaşananları gönül gözüyle içine sindirenler.  Kavruk yüzleriyle, nasırlaşmış elleriyle hayat mücadelesinde kopmadan geleceğe emin adımlarla yürümenin telaşındaydılar. Umutlarıyla, özlemleriyle, acılarıyla, sessiz çığlıklarıyla zorluklara ölesiye göğüs gerip hayata tutunmaya çalışan; varlığını da yokluğunu da kendine saklayan Anadolu insanı.
Şehir hayatının üzerlerinde kurduğu baskıdan, varoşların gürültücü kasvetinden ve yoksulluğundan bunalan; yüksek binaların arasında nefessiz kalmaktan şikâyetçi olan bu insanlar, soğuk hava şartlarına rağmen kırsal yaşamın soluk aldıran ortamında bir süreliğine de olsa baba ocağında sevdikleriyle hem hasret gidermeyi hem de rahat bir nefes almayı seçmişlerdi. Kim bilir belki de içlerinden bir bölümü çalıştıkları işlerinden çıkarılmış işsizlerdi. Bir daha dönmemek üzere gurbeti terk etmişlerdi. Doğup büyüdükleri topraklarda mı kolaydı yaşam, yoksa çocukluklarının yabancısı olan şehirlerin varoşlarında mı? Hangisinin yükü hafif hangisinin yükü daha ağırdı?
Geçim şartlarının ağırlaştırdığı omuzların hafiflemesi için güçlü olmayı, hayatın dayanılmaz bir ıstıraba dönüşmesinin önüne geçmek için direnmeyi bilmek lazım. Bilmek de yeterli değildir. Somut adımlar atarak hayatın günlük hay huyunda ağır olan yükü hafifletmek adına güne başlamak gerekir.
Sabahın erken saatlerinde ya da gün turkuvaz rengini akşamın karanlık perdesine bırakırken yola koyulmuş olanların, yolculuğa başlama ve bitirme amaçları aynıdır. İç güdüsel olarak varlığının devamını sağlamak.
Yolun kıvrımlı damarlarını kat edip kırsaldan göç etmiş, eğreti gecekondularda yaşamını güçlükle sürdürme çabasında olan çoğu insanın devamlı bir işi olduğu söylenemez. Günü birlik amele pazarlarında, inşaatlarda ve geçici işlerde çalışmak için sıra bekleyenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Bu durumda bir insanın yaşamını sürdürmesi için güçlü bir iradeye ve şansa ihtiyacı vardır. İradesi olanın şansı, şansı olanın iradesi olmaz bazen. Bazen her ikisi bir arada bulunur, bazen biri vardır diğeri yoktur. Anadolu insanında her ikisinin de bir arada bulunduğunu söylemek için amele pazarlarından veya işsizlerin toplandığı kahvelerden habersiz olmak gerekir. İstasyonların ve garajların yırtık pırtık insan pazarı olduğundan, binlerce insanın günün her saatinde, su gibi, oralarda kaynaşıp durduğundan da... Oysa hangi şehire gidilirse gidilsin binlerce işsizin sokaklarda avare dolaşmasını görmek olağandır.  
Gurbette bazen güneş doğmaz nazlanır. Başka yerlere takılı kalmıştır aklı. Bezende hiç beklenmedik bir yağmur yağar bardaktan boşanırcasına, bereketlidir yağmur. Kimi karayağız delikanlılar tek başına omuzlar yükü, güçlü sanırsınız. Yürekli sanırsınız. Kimi dostundan güç alır, kimi tek dostu olan kendinden.
Günün yorgunluğu sonrasında şehir yaşamı çeker kendine serseri mayınları iştahla. Varoşlar dolup dolup boşalır. Kimi bilinmeyenin cazibesine koşmak için dolaşır neon ışıklarının cezbedici parlaklığında. Kimi içinde anbean kabaran travmayı bastırmak, bildiklerinin içinde, derininde bilmediklerini görmek için.

6 yorum:

  1. Merhabalar Hüseyin Hocam.
    Hazıra konmadan hayatın basamaklarını bir bir acısıyla, tatlısıyla, sindire sindire yaşamak insanı olgunlaştırır. Anadolu insanı, bu çileli yaşamı en iyi bilenlerdendir. Üşüyen Anadolu insanının sırtına güneş doğsa bile onu ısıtamaz. Kaleminize, gönlünüze ve yüreğinize sağlıklar dilerim, paylaştığınız hikaye çok güzeldi.
    Selam ve dualarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Recep bey "Üşüyen Anadolu insanının sırtına güneş doğsa bile onu ısıtamaz" sözünüz ne kadar da doğru... Gerçekçi yorumunuz için teşekkür ederim. Saygılarımla.

      Sil
  2. "Gurbette bazen güneş doğmaz nazlanır. Başka yerlere takılı kalmıştır aklı." Yazınızın her cümlesinde, çilebaz Anadolu insanımızın sessiz çığlığını hissettim. Mükemmel anlatımınız beni de yazının içine aldı, kendimi o insanların arasında buldum.
    Yüreğinize sağlık Hüseyin Hocam, kaleminiz her daim yazsın.
    Selam ve saygılar.
    Sağlıcakla kalın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorum için çok teşekkür ederim Hanife Hanım. Anadolu'nun çığlığı şu anda Soma'da atıyor. Bu kader mi? Anadolu insanı bu acılara layık mı?

      Sil
  3. Güneşin doğmadığı o kadar çok şehir gezdim ve yaşadım ki Hüseyin hocam.. bazen satırlarını okurken kendi başımdan geçenlerle karıştırıyorum.. "İradesi olanın şansı, şansı olanın iradesi olmaz "..sözünde takılı kaldım.. İradesiz olmayı mı seçerdim tercih hakkı verilseydi diye düşündüm sonra.. Çok sevdiğim bir ifade şeklidir bu, okuyanı değişik düşüncelerin köşelerine savuran..

    YanıtlaSil
  4. Benzer yaşam koşulları ne yazık ki görevi öğretmenlik olanlara pek de yabancı sayılmaz Gülsen öğretmenim.
    Okuyan kendisinden bir şeyler bulabilmeli, sorgulayabilmeli elbette.
    Ne yazık ki bu yazı benzeri bir yazı yazmakta olduğum bir sitede savsaklandı yayınlanmadı. Ben de bir daha yazı göndermedim. Anlamış değilim bu yazıda neden rahatsız oldular acaba?
    Yorum için teşekkür eder saygılar sunarım.

    YanıtlaSil