1 Haziran 2014 Pazar

BABA NEDEN DURUYORUZ !


Aydın Germencik'e yapılan tayinim sonrasında acı ve göz yaşını beraberinde getirecek olan iki önemli olay olmuştu. Hatta bunu üçe de çıkarmalıyım.
1999 17 Ağustosunda tayinimin çıktığı Germencik'e gitmek için eşim ve çocuklarımla birlikte kendi kullandığım arabayla sabaha karşı yola çıktım. Sabah serinliğinde bir süre yol aldıktan sonra radyoyu açtım. Eşim ön koltukta yanımda oturuyordu. Yaşları henüz küçük olan kızım ve oğlumda arabanın arka koltuğunda uyuyorlardı. Radyoda spiker donuk bir ses tonuyla haberleri okuyordu. Bir ara Gölcük'te şiddetli bir depremin meydana geldiğini ve çok sayıda binanın yıkılması sonucu ölü ve yaralıların olduğu haberi geçildi.
Haberi duyduğumda otomobili kenara çekmiş uzun süre yola devam edememiştim. Uyanan çocukların "baba neden duruyoruz?" sorusunu cevapsız bırakmıştım. O yaştaki çocuklara yaşanan felaketi nasıl anlatabilirdim ki? Hem anlatsam da anlayabilirler miydi? İnsanın o anda eli kolu tutmaz oluyor. Yaşanan acıyı kendi yüreğinde hissediyor. Nitekim 17 bine yakın vatandaşımız bu doğa olayı sonucu yaşamını kaybetmişti. Kimileri olayın nedenini dini açıdan ele alsalar da (Soma maden kazasını "laikliğe" bağlayanların olması gibi!) aslında yıkımın nedeni depreme dayanıklı binaların olmamasıydı.
İkinci olayda takvimler 22 Temmuz 2004 tarihini gösteriyordu. İstanbul'dan gelen kayınpederle yeni aldığım uydu alıcısından haberleri izliyorduk. Flaş haber olarak  Haydarpaşa- Ankara seferini yapan "hızlandırılmış tren"in  Sakarya'nın Pamukova ilçesi [Mekece istasyonunu geçtikten sonra 80 km/saat  hız limiti ile girmesi gereken dönemece 132 km/saat hızla girmiş uygun olmayan alt yapı nedeni ile raydan çıkmış, 230 yolcudan 41'i yaşamını kaybetmiş, 80'i de yaralanmıştı.] civarında raydan çıktığı, çok sayıda ölü ve yaralının olduğu veriliyordu. Haberi görüntülerle birlikte izlerken yüreğimin burkulduğunu, yutkunmakta zorluk çektiğimi hatırlıyorum.
Üçüncü olay ise iki ağır ameliyat geçirmem sonucu çektiğim onca acı ve sıkıntıydı. Yaşamımın o devresine bu üç olay damgasını vurmuştu. Hayat acımasızdı. Bazen önlem almamanın acısını yaşıyorduk, bazen de elimizde olmayan nedenlerle acı yaşıyorduk.
Sakarya'da meydana gelen tren kazası sonrasında dava açılmış, açılan dava makul sürede sonuçlanmayınca 7 Şubat 2012 tarihinde Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin almış olduğu kararla "zamanaşımı"na uğramıştı.
Yargıtay 12. Dairesi ise "zamanaşımı" kararını hukuka aykırı bularak bozdu. Önceki günkü gazetelerde haber olarak yer alıyordu bozma kararı. Bozma gerekçesinde kaza "kadere" bağlanmıyor, işin "fıtratında" bu var denmiyordu. Kazanın nedeni olarak "hızlandırılmış tren uygulamasına geçilmesine karşın hız artırımı sonucu üstyapıda oluşabilecek olumsuzluklara karşı, yeterli bakım, onarım ve denetim yapmadığı ve hız kontrolünü yalnızca makinistlerin dikkatine bıraktığı" belirtiliyor ve  TCDD'nin 8'de 4 oranında kusurlu olduğu vurgulanıyordu.

Gerekçeli kararda ise "bilgisayar destekli otomatik ya da yarı otomatik ilave tedbirlerle sistemin donatılması gerekirken" yeterli alt yapının olmaması ve gerekli önlemlerin alınmaması  nedeniyle kazanın meydana geldiği belirtiliyordu. Ölen insanları geri getirmenin olanağı yok elbette. Lakin bu tür trajik kazaların önüne geçilmesi elimizde. Yaşamını kaybedenlerin, geride bıraktığı yakınlarının acısını bir nebze de olsa gidermek için bu gerekli. Yaşanan kazalarda ders almamız lazım. Önlem almamız lazım. İnsan hayatı bu denli ucuz olmamalı.

Nitekim, Soma'da (13 Mayıs 2014) meydana gelen maden kazasında 301 madencinin yaşamını kaybetmesi sonucu "bunlar sürekli olan şeyler, bu işin fıtratında bu var. Bu tür kazalar bu mesleğin kaderinde var" söylemi ile yaşananları  "kader" olarak kabul etmek yerine madende gerekli önlemlerin alınması gerekmez mi?
17 Mayıs 2010 tarihinde Zonguldak'ta "grizu" patlaması sonucu 30 işçinin yaşamını kaybetmesi sonrasında dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer "madencilerimizin bedeninde herhangi bir yanık yoktu güzel öldüler" sözlerini sarf etmiş ve kamuoyundan büyük tepki almıştı. Dinçer'in sözleri " bunlar sürekli olan şeyler, bu işin fıtratında bu var" anlayışına uymuyor mu?
Yaşanan kazalarda kaç ananın, kaç babanın, kaç çocuğun, kaç kadının yüreğine ateş düştü, hayatları darmadağın oldu? Kaç çocuk yetim kaldı, kaç kadın eşinin yokluğunda hem ana hem baba olup çocuklarını yetiştirmeye çalıştı? Sayısını bilen var mı? Kazaları, ölümleri "kader" diyerek, "bu işin fıtratında bu var" diyerek kabullenebilir miyiz? Kazaların önlenmesi için gerekli tedbirleri almak çok mu zor?
Şöyle bir bakın yaşananlara, acılar denizine. Ölenlerin umutlarına ne oldu? Kalanların umutları eskisi gibi mi devam edecek?
Yeterli koruyucu önlem alınmadığı sürece bu tür kazalar gelecekte de yaşanacak. Bir istatistiğe göre ülkemizde her gün 4 işçi yaşamını kaybetmekte. Bu da yılda 1500'e yakın işçinin hayatını kaybetmesi anlamına geliyor.
Daha bir dikkatli olmamız gerekiyor. Çünkü, çeşitli iş kollarında yaşanan ölümlü kazaların ve yaralanmaların önüne geçilmesi insan hayatı açısından önemlidir.


6 yorum:

  1. Kaza, kader demek işlerine geliyor, hızlandırılmış tren faciasının tek sorumlusu başbakan ve hükümettir, ulaştırma bakanıdır, dostlar alışverişte görsün misali "bakın biz hızlandırdık trenleri' desinler diye daha raylar, teknik diğer hususlar hazır olmadan sefere çıkartıldı. Madenin de sorumlusu hem madenin sahibi, hem yasayı imzalamayan hükümet, depremin sorumlusu da başta müteahhitler, o müteahhitlere rüşvetle, adam kayırmayla, al gülüm ver gülüm ihaleler veren hükümetler! Deprem paralarını bile iç ettiler ........millet unutuyor bunları
    ameliyatlar için çok geçmiş olsun Hüseyin hocam.
    selamlar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısın Müjde Hanım kardeşim. Meydana gelen bunca kazanın elbette bir sorumlusu vardır. İnsanlar kazaların olmaması için, olması gereken önlemleri almasın, kaza meydana gelince de "kader" diye sayıklasın.
      Ameliyatlar 2000 yılındaydı Müjde Hanım. Teşekkür ederim. Selam ve saygılar.

      Sil
  2. Merhaba Hüseyin Bey... Yazınızı okuyunca nedendir bilmem ama aklıma KARACAOĞLAN'ın "bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm" şiiri aklıma geldi. Zira Anadolu halkının çektiği eziyetler bir bugün değil ki.. Yüzyıllardır aynı zulüm devam ediyor... Ne diyor KARACAOĞLAN; "bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm" Ne anlam çıkarırsak oradan bakalım.. Saygılarımla,

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Karacaoğlan ne güzel demiş zamanında değil mi?
      "Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm!..."
      Her sözün yaşanmışlıklardan ders çıkarılması sonucu söylendiği bir gerçek.
      Umarım bunca ölümlü kazalar bir an önce alınacak tedbirlerle sona erer.
      İnsanların çektikleri acılar artık yeter...
      Hiç bir şeyi insanlar işlerine geldiği gibi algılamamalı.
      Ufak bir önlem alınması sonucu önlenebilecek bir kazanın önlem alınmaması sonrası yaşanmasını "kader" olarak algılamak...
      Ben katılmıyorum o algıya.
      Yorum için teşekkür eder saygılar sunarım.

      Sil
  3. Yazık yeterli önlem alınmadığı için yitirilen onca canlar... Üç kuruş kazanabilmek için demirden çimentodan çalarak zenginleştiitğini sanan zavallı müteahitler oysa insanların hayatından çalıyorlardı. Maden kazalarında da durum aynı... Kendi sorumluluklarını yerine getirmedikleri için akılları sıra kamu vicdanını rahatlatacaklarını sanıyorlar neymiş efendim fıtratmış, madencilerin fıtratımış. Ölüm hepimizin fıtratı. Ancak biz insanlara düşen sorumluluğunu yerine getirmek önlem almak... Umarım bunca yaşananlardan ders alınır da haybeye canlar kaybedilmesin artık. Emeğinize sağlık Hüseyin Hocam. Saygılar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız Hanife Hanım.
      Ne denir ki daha.
      Yorum için teşekkür eder saygılar sunarım.

      Sil