9 Eylül 2014 Salı

ÜZÜLDÜĞÜN ŞEYE BAK!



Kavurucu sıcaklar etkisini kaybetmiş, sert rüzgârlar söğüt yapraklarını sürüklemeye başlamıştı. Hazan mevsimini yaşıyorduk artık.  İlerleyen günlerde yağmur, ayaz ve soğuk aman vermeyecek, tekmil canlıları sığınaklarına hapsedecekti.
Bütün yaz durmadan çalışıp çabalayan insanlar işlerini bitirmişti. Kış hazırlıklarını tamamlayanlar ambarlarını ağızlarına kadar unla doldurmuşlardı.  Döngü devam ediyordu. Ne bir fazla ne bir eksik.
Hazirandan bu yana okullar tatildi. Yaklaşık üç aylık bir yaz tatilinin sonunda  eğitim öğretim başlayacaktı. Eylül ayının parıltısı etrafı aydınlatıyordu. Öğretmenler görevlerine başlamış kendilerine verilen seminer çalışmasını bitirmenin telaşındaydılar. Öğrencilerin olmadığı bir okul, yapraklarını dökmüş ağaç dalı gibidir. Okulun koridorları, bahçesi sessizdir çıt çıkmaz, her yer sessizliğe bürünür.
Öğretmenlerin görev yerlerinin değiştirilmesi genellikle tatil dönemlerinde yapılırdı. Kimisi üzülür, kimisi sevinirdi. Uzun yıllar çalıştığı yöreye, yöre insanına alışanların ayrılması zor olur, bir hüzündür yaşanırdı.
Seminer çalışmalarını sürdürdüğümüz bir gün müstahdem Hüseyin Efendi okul müdürünün beni seslediğini söyledi. Elimdeki kâğıt kalemi masanın üzerine bırakıp müdürün yanına gittim. Kapıyı açıp odasına girdiğimde ayağa kalkıp boş sandalyelerden birini gösterdi. Yüzünde beni neden seslediğine dair en ufak bir ipucu yoktu, donuk ve ifadesizdi. Resmi bir sesle ağır ağır konuştu.
"Hoş geldin sayın hocam, buyurun oturun".
Gösterilen sandalyeye otururken "hoş bulduk müdür bey beni sesletmişsiniz" diyerek aynı resmiyetle cevap verdim.
Yüzündeki donuk ifadede en ufak bir değişiklik yoktu. Kalın kaşlarının altında parlayan iri gözlerinden bir şey anlaşılmıyordu. Bir süre maun makam masasının arkasında gözlerini kısıp kayıtsızca önündeki evrakları inceledi. Bir ara çekmecelerden birini açtı. İçinden bir tomar evrak çıkardı. Evraklardan birini eline aldı. Evirdi çevirdi. Tekrar tekrar okuyor gibi yaptı. Okuduğuna anlam veremiyormuş gibi yüzünü buruşturdu. Derin bir nefes aldı. Kısa bir sessizlikten sonra üzüntüyle başını salladı.
İronik bir şekilde ürkeklik ve kırılganlığı üzerinden atmaya çalıştı.  Ya kendisine güveni yoktu, ya da kimseye güvenmiyordu. Bir şeyden çekinir gibi konuşmaya başladı..
"Hocam uzun yıllar birlikte çalıştık. Elimizden geldiğince eğitime katkı sağlamaya, çocukları en güzel şekilde yetiştirmeye özen gösterdik. Zorluklara birlikte göğüs gerdik. Tüm çabamız eğitim öğretimin daha iyi hale gelmesi, öğrencilerimizin başarılı olması içindi. İşte hayat bu maalesef. Bir gün gelir birkaç satırlık yazı ile eğitimcilerin görev yerleri değiştirilir. Yapacak bir şey yok elbette. Yeni görev yeriniz hayırlı olsun. Başarılar diliyorum. Emek verip yetiştirdiğiniz öğrenciler ve bizler sizi unutmayacağız." Bunları söylerken yüzüme bakmamış, gözlerini duvardaki saate çevirmişti. Hüzünlü bir andı.
"Önemli değil müdür bey. Hepimiz eğitimin birer neferiyiz. Bugün burada yarın bir başka memleket köşesinde görevimize devam ederiz. Zor olan öğrencilerden ayrılmak olacak."
"Haklısın sayın hocam. Kim bilir sonraki yıllarda bizler nerede görev yaparız. Lakin neresi olursa olsun, gittiğimiz her yer vatan toprağı. Vatan evlatlarını her yerde yetiştirmek, hayata hayatın zorluklarına hazırlamak görevimizdir. Bu bağlamda yeni görev yerinizde başarılar dilerim."
"Teşekkür ederim müdür bey" deyip belli etmemeye çalıştığım bir iç sıkıntısıyla odasından çıktım. Zor bir gün olacaktı. Belki sonraki günlerde zor olacaktı. Alıştığım yöreden ayrılmak kolay olmayacaktı elbette.
Mesai bitiminde öğretmen arkadaşlardan müsaade isteyip eve gittim. Dışarıda kimse gözükmüyordu. Zili çaldım, kapıyı eşim açtı, solgun yüzümü görünce bir an telaşlandı:
“Yüzün neden solgun, bir şey mi oldu?” diye sordu.
“Telaşlanacak bir şey yok. Tayinimiz çıkmış” diye cevap verdim. Başka bir olumsuzluk olmadığını duyan eşim rahatladı.
“Sağlık olsun. Üzüldüğün şeye bak. Kaç yıldır buradayız. Ömür boyu burada kalacak değiliz ya. Nasılsa bir gün başka bir yere tayinimizi yapacaklardı. Nasip bu yılaymış” diyerek kenara çekildi, içeriye girdim.
Her zaman olduğu gibi eşimin destek vermesi beni rahatlatmıştı. Bir gün nasılsa başka bir yere tayinimiz çıkacaktı. Lakin önümüzdeki günlerin giderek soğuyacak olması düşündürüyordu beni.
Çocukların gürültüsü üzerine eşim yanlarına gitti. Bende yüzümü yıkadım, kurulandım, giysilerimi değiştirdim. Buzdolabında rakı şişesini çıkardım, bir tek doldurdum, ayaküstü bir yudum aldım. Hücrelerime doğru bir sıcaklık usulca yayılmaya başladı. Şimdi daha iyiydim. Çocukların bulunduğu odaya geçtim. Odaya girince gelip sarıldılar. İkisi iki yandan sevgiyle yüzüme baktılar. Daha çok küçüktüler. Televizyonda çizgi film vardı, en çok sevdikleri şeydi çizgi film izlemek. Ne kadarda masumdu çocuklar, ne kadar ilgiye muhtaçtılar diye düşündüm. Rakı iyi gelmişti. Bir tek daha doldurdum, her yudumda biraz daha rahatladım.
Zaman su gibi akıp gitmiş, dışarıda hava kararmaya başlamıştı. Kızımın doğumunu, taşrada çektiğimiz çileleri, ev taşımanın zahmetlerini, taşra hayatına uyum sağlayamamanın sıkıntılarını düşündüm.
Kars’ta görev yaparken evlenmiştim. Evlendikten birkaç ay sonra, sular buz tutmaya, tezekler tükenmeye başladığında bir kış günü yine tayinim çıkmıştı. İyi ki de çıkmıştı o kış günü tayinim. Yoksa doğunun dondurucu soğuklarına alışkın olmayan eşim büyük sıkıntı çekecekti. Sac soba canavar gibi tezek tüketiyordu. Bahara kadar da tüketeceğe benziyordu. Nitekim yazdan aldığım tezekler azalmaya başlamıştı, baharı getirmeyecekti bu gidişle. Soğukta sobasız durulmazdı.

Evde çeşme olmadığından eşim kasabanın ortak kullandığı çeşmeden kovalarla alıyordu suyu. Belediyenin yaptırdığı küçük lojmanda sobanın yandığı odanın dışına konan kovalar buz tutuyordu. Lojmanın pencereleri çift cam olmasına rağmen yetmezmiş gibi bir de iki kat kalın naylonla kapatmıştım. İçeriden bakıldığında dışarısı seçilmiyordu. Eşim için tam bir hapishane gibiydi lojman. Yine de sesini çıkarmıyor, şikâyette bulunmuyordu. Ama ben çektiği sıkıntının farkındaydım. Bu nedenle kış günü de olsa Kırıkkale’nin bir köyüne tayinimin çıkmasına sevinmiştim. Ben soğuktan eşim kadar etkilenmiyordum. Çünkü sabahtan akşama kadar okuldaydım. Okulun sobalarını Kasım Efendi sürekli yanar durumda tutar, kömürü eksik etmezdi. Ama ev öyle değildi. Kömür yerine tezek yakmak zorundaydık. Çünkü kömür gelmezdi kasabaya. 

8 yorum:

  1. Her işte bir hayır vardır denir hocam, tayininiz iyi ki çıkmış Kars'ın soğunda ne kadar zorluk çekecekti kimbilir eşiniz. Ve şu çekilen çileye bakın, odun kömür bile yok! Siz böyle yazınca aklıma hep Çalıkuşu gelir, arada yıllar olmasına rağmen Anadolu hala aynı çilekeş Anadolu özellikle memurlar için. Elinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yokluk ve çile...Özellikle öğretmenlik mesleğinde vardır. Kırsalda, altı ay yolu kapanan köyede, mezrada...Altı ay maaşını alamayan bir görevli...Kısacası bu yokluğa ve sıkıntıya vatan evlatlarının yetişmesi için katlanıyor öğretmenlerimiz. Bu arada şu sıralar sağlık sorunları ile başım dertte yine. Yazılarınıza gerekli özeni bu vesile ile gösteremiyorum. Yazamıyorum da açıkçası. Bu yazamama durumu bu mevsimde her yıl olur böyle. Tıpkı Nurten Hanım'ın bir yıla yakın yazamaması gibi... Sizlerin değerli yorumları benim için vazgeçilmezdir. Yol göstericidir. Sağlıklı ve mutlu bir yaşam dileği ile saygılar...

      Sil
  2. Hocam öncelikle geçmiş olsun. İnşallah ciddi bir şeyiniz yoktur. Böyle durumlarda insan yazmayı düşünse bile eli gitmiyor. Ben yazmaya başladım, ama daha eski okuma hızıma ve isteğime kavuşmuş değilim. Sağlık olsun. Siz iyi olun yeter.
    Yazınızı zevkle okudum. Zevk alınacak bir durum olduğundan değil, gerçekçi ifadenizden. Soğuk, buz gibi doğu kışının içinde hissettim kendimi. Elinize sağlık. saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Nurten Hanım. Sağlık sorunları ne yazık ki İstanbul'un nemli havasının olumsuz etkisi ile devam ediyor. İstanbul'u siz benden daha iyi bilirsiniz. Bakalım günler ne getirecek. Hayırlısı. Okuma ve yazma bir utku oluyor zamanla. İnsan okuduğunu irdelemek, düşüncelerini kaleme almak ihtiyacı hissediyor. Ben bunu sizde gördüm. Siz okuduğunuz kitaplar üzerine yazmayı seviyorsunuz. Ne güzel bir yaklaşım bu. Yazıma gelince, evet ne yazık ki durum hala o yörelerde değişmiş görünmüyor. Hala o yörede kömür ve odun yok. Değişen tek şey bana göre cep telefonu, internet ve bilgisayar hepsi bu. İklim aynı, yaşantı aynı, yokluk ve zorluklar aynı... Saygı bizden. Selamlar.

      Sil
  3. öğretmenlik mesleği gerçekten çok zorlu bir meslektir..yakın akrabalrımdan öğretmen olup emekliğe ayrılanların yaşantılarından bilirim bu zorlukları..çocuklarını okutabilmek için yetmeyen öğretmenlik maaşlarıne ek gelir gelmesi için kahvelerde meyhanelerde çekirdek,fıstk,fındık mezeleri satan öğretmenleri bilirim..siz de emekli öğretmen olarak bu sıkıntıları çok iyi bilirsiniz..yazılarınızda bunlar anlaşılıyor..bu arada geçmiş olsun sayın hocam..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Ertuğrul Bey, mesleğiniz nedir bilmiyorum. Lakin, öğretmenlik mesleği üzerine yazdıklarınız ne yazık ki doğru. Gerçi büyük şehirlerde diğer memurların da durumu farklı değil. Yaşam zor. Dün bir Tv proğramında M.Balbay'ın bir sözü vardı. Balbay diyor ki "Eskiden ekmek aslanın ağzında derlerdi, şimdi azrailin ağzında". Tabi bunu Mecidiyeköy'de ki 10 işçinin ölümü üzerine söyledi. Ama, sözü şöyle değiştirebiliriz maaşla çalışna, zorluklarla mücadele eden dar gelirliler için . "Eskiden ekmek aslanın ağzında idi, şimdi midesinde". Yorum için teşekkürler. Saygılar.

      Sil
  4. Her mesleğin illaki zor yanları var. Öğretmenlikte öyle. Güzel olan ise, hayatınızı paylaştığınız insanın bu zorluğu da paylaşması sanırım zorları kolaylaştırıyor olmasıdır. Eşinizin "Üzüldüğün şeye bak" ifadesi ne kadar anlayışlı evcimen evine eşine ailesine bağlı olduğunun yansıması olsa gerek... Tezeği ben de bilirim bahsetmişimdir çocukluğum köyde geçti. Ben de amcamın çocukları ile birlikte tezek yaptığımı hatırlıyorum..:) Kaleminiz daim olsun Hüseyin Hocam. güzel üslubunuzdan kaleminize dökülen anılarınızı okumak güzeldi...
    Selam ve saygılar,
    sağlık ve esenlikler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğru dersin Hanife Hanım. Her mesleğin zor yanları var. İnşaat işçilerinin içinde bulundukları zor şartlar misal...Hayat müşterektir. Bunu içselleştirmek te çok önemlidir. Yaşamın sorunsuzca devamı için.
      Selam ve saygı bizden. Yorum için teşekkür ederim.

      Sil