Yeryüzünde yaşam alanı bulan canlılar arasında
belki de en hassas olanı insanoğludur. İnsanoğlu yerine göre ne kadar aciz, ne
kadar çaresiz, ne kadar muhtaçtır.
Bunu illaki hastalanınca anlamak gerekmiyor,
mevsimlerin döngüsünden, havaların değişkenliğinden de bunu anlayabiliyoruz.
Yaz aylarının sıcaklığından, kış aylarının
başlangıcında üşüdüğümüzden söz ederiz. Kış ilerledikçe ah vahlarımız azalmaz
artar. Hele hele yaşlılarımız da ise bu sızlanma daha bir üzücüdür kimi zaman.
İnsanı bu döngüye iten şey nedir?
Doğa karşısında ki çaresizliği midir?
Yoksa değişen yaşam koşulları mıdır?
Eskiden karakışa, yağmura çamura, yaz sıcaklarına
daha bir dayanıklı mıydı insanoğlu, yoksa şimdilerde mi daha dayanıksız.
Benzer özellikleri ağır bassa da her insan ayrı
bir evrendir aslında.
Her insanın huyu, alışkanlıkları, becerileri,
davranışları, kararları, istekleri ve seçimleri kendine özgüdür.
Biri diğerine benzemez, çünkü içgüdüleri ağır
basar ve herkesin içgüdüsü ve çevreyi, çevrede olan bitenleri algılaması
farklıdır.
Ne ki içgüdülerimizi bastırmamız,
bencilliklerimize ket vurmamız ve insanca özlemlere, eylemlere dönüştürmemiz
gerekir.
Bazen bir olay, bir eylem, bir söylem karşısında
çabuk karar veririz.
Celalleniriz, eser gürleriz.
Karşıdaki insanın ne dediğini, ne demek
istediğini anlamak yerine, o denende kendimize göre denmesi gereken şeyi
işimize geldiği gibi algılarız ve işte tam da o anda başlarız ahkâm kesmeye,
yel olup esmeye, bora olup silip süpürmeye, yanardağ olup yakıp yıkmaya.
Peki neden?
Niçin bunu yaparız?
Acaba bizi kızdırdığını sandığımız şey karşısında
önyargılı ve acele karar vermemiz mi etkili olmuştur?
Yoksa işimize gelenin aksine doğru olan mı
söylenmiş yazılıp çizilmiştir diğerlerince. İşimize gelmeyen, esip gürlememize
sebep olan bu mudur?
Bilinmez. Bilinmez çünkü birimiz diğerimize
benzemeyiz. İçgüdülerimiz farklıdır, algı yanılsaması yaşarız kimi zaman, doğru
olanı bulmakta zorlanır beynimiz, yaşam felsefemiz ve yetişme koşullarımız,
çevre ile diyalogumuz, düşüncelerimiz, düşündüklerimizin ifade şekli farklıdır.
Benciliz, doğruyu bilmeyiz, bileni ve dile
getireni de ötelemeye yermeye çalışırız kendimizce.
Ötelemeye çalışmak nasıl bir duygudur?
Birini yeren, acımasızca eleştiren bazen kendini
ön plâna çıkarmak için yapar bunu, bazen diğerine yaranmak adına yapar, bazen
egosunu tatmin etmek için bazen de kıskançlık duygusunu yenememek sonucu yapar.
Yaparken de kendine göre bir neden bulur.
Bazen “seni eleştirmek, dediklerin karşısında
sessiz kalmak istemem ama…” sözünü öne sürer. Belli ki vereceği cevap ya yok ya
da yetersizdir.
Öne sürerken de bunu karşısındakinin yaşına verir
aklı sıra. Yani derki sen yaşlısın dediklerin yanlış ancak “ yaşına hürmetimden”
sesim çıkmıyor.
Yine bir savunma mekanizması ile kendini
savunmak gereğini duymuştur.
Bilgiye muhtaçtır. Okumaya ve anlamaya muhtaçtır.
Kaçamaktır cevapları. Bir şey bilmediğinin
farkındadır.
Dediklerinin ne anlama geldiğini tam olarak ifade
etmekte zorlanmaktadır.
Yine de üste çıkmaya çalışır. Bunu yaparken de
yandaş edinmenin yollarını arar.
Söylenenler karşısında, varsa eğer, o denen şeyde
yanlışı orta yere koyacağına eleştirisine karşısındakini ithamla başlar. Başta
acizlik göstermiştir. Bir başkasının dediklerinin yanlış olduğunu öne sürmekte
ancak doğru olanı dile getirememektedir.
İnsanoğlu ne kadar aciz, ne kadar muhtaç ve de
çaresiz!