Türk milletinin tarihsel süreçte çeşitli coğrafyalarda
verdiği yaşam mücadelesi, kadim Anadolu topraklarının kalıcı yaşam alanı seçilmesiyle
devam etmektedir. Yüzyıllarca konar göçer ve yerleşik hayatta var olma
mücadelesi veren insanımız, bulunduğu yörede medeniyetin gelişmesine
çalışmıştır. Sanatkarlar, hattatlar, oymacılar, bakırcılar yetiştirmiş, onlarca
el sanatında eserler vermiştir. Münferit bir kaç olay dışında inanç ve dil
ayrımı yapmamıştır.
Zaman geçmiş devran dönmüş; Ön Asyadan, Karadenizin
kuzeyine, Balkanlardan Arap Yarımadasına oradan Kuzey Afrikaya kadar uzanan
topraklarda Osmanlı İmparatorluğunu kurmuştur.
Bu süreç içerisinde yetenekli ve hakkaniyetli
yönetimi ile görev yapan devlet adamlarının yanı sıra; çeşitli dillere ve
dinlere mensup milletlere eşit davranan bir yönetim de söz konusu olmuştur. Gün
gelmiş bir kısım devlet adamları yönetimleri altında yaşayan savunmasız
sivillere zulüm etmiş, binlercesinin ölümüne neden olmuştur. Zulüm ve kırımdan
kaçan insanlar dağlık alanların ulaşılması zor sarp yamaçlarına ve derin
vadilerine sığınmışlardır. Yaşanan acıları tarihin hafızasında arayıp bulmak
zor değildir. Yeter ki araştırmasını bilelim ve gözümüzdeki "at
gözlüğü" nü çıkarıp tarafsız davranalım.
İmparatorluk sürecinde emperyalist ve sömürgeci
güçler Osmanlı Devleti'nde yaşayan bir kısım toplulukları kendi çıkarları
doğrultusunda devlete karşı kışkırtmışlar ve ayaklanmalar çıkarmışlardır.
Bu yaklaşım bugün de hız kesmeden devam etmektedir. Sinsice
kurgulanmış planlarını yerli işbirlikçileri ve misyonerleri sayesinde uygulama
amacındalar. Sevr ile başaramadıklarının peşindeler. Bu bağlamda uyanık olmalıyız. Birlik ve
beraberliği bozacak hareketlerden kaçınmalıyız.
Güçlü olmak için evrensel değerlere önem vermeli,
insan haklarına saygılı olmalı, anayasanın çizdiği çerçeve içerisinde bireyler
ve kurumlar olarak üzerimize düşeni yerine getirmeliyiz. Demokrasiyi tüm kurum
ve kurallarıyla özümsemeliyiz. Emperyalizmin olmazsa olmazı "böl,
parçala, yönet" anlayışıdır. Bu anlayışı unutmamalı, emperyalist
amaçlara ve güçlere dur demeliyiz.
Önceliklerimiz olmalı. Önceliklerimiz yakamıza taktığımız
kimlik kartı gibidir. Kim olduğumuzun anlaşılmasına yarar.
Önceliğimiz
insan olmalıdır. İnsana ve insan haklarına, yaşamın kutsallığına saygı
olmalıdır.
Anadolu coğrafyasında geçmişten bu yana çeşitli
inançlara mensup insanlar bir arada yaşamıştır. Anadolu şehir ve kasabalarının,
köylerinin kültürel dokusunu oluşturan farklı etnik ve dini unsurları sosyal
açıdan birbirinden ayırmak neredeyse imkânsızdı.
Geçtiğimiz yüz yılın başlarına kadar, Ermeni tehciri
dediğimiz 1915 yılı olaylarının yaşannması öncesinde Kürtlerin, Arapların,
Türklerin, Ermenilerin, Keldanîlerin, Rumların, Süryanilerin, Yahudilerin bir
arada yaşadığını çeşitli gezginlerin yazdıkları seyahatnamelerden öğreniyoruz.
İnanç dışında gelenek ve göreneklerin, yaşam
tarzlarının bütün etnik unsurlarda neredeyse aynı olduğunu; bu bağlamda, giyim
ve kuşamın, yemek kültürünün, dinledikleri müziğin, yaşadıkları evlerin
mimarisinin benzer olduğunu da biliyoruz.
Anadolunun neresine giderseniz gidin bu yaşam
tarzını anlatıcılardan dinleyeceksiniz. Yöre halkından öğreneceksiniz. Tarihi
eserlerden bileceksiniz.
O halde Anadolu'da dün bir arada sorunsuzca yaşamış
olanların bugün de bir arada sorunsuzca yaşamasına engel bir durum yoktur.
Yeter ki inançlara ve düşüncelere saygılı olmasını bilelim.
İnsanların ne düşüneceğine, ne söyleyeceğine, ne
giyeceğine, nasıl yaşayacağıne, ne yiyip ne içeceğine karışmayalım. Toplumun
her kesiminin acısı ortak acımız olmalıdır.
İnsan için, adalet için, demokrasi için çaba sarf
edelim.