7 Şubat 2015 Cumartesi

İSTANBULUN ÖTEKİ YÜZÜ-4

Öğretmen olduğumu bildikleri için oturdukları parka gittiğimde beni her daim gülerek karşılar, "Gel hele hocam gel. Bu Dr. Ali yine 'dediğim dedik’ diyor da başka bir şey demiyor'" diye takılırlardı. Dr. Ali dedikleri Sivaslı Hacı Ali amcaydı. Zamanında köylerde elinde pense dişçilik yaptığından Dr. Ali diye çağrılır olmuştu.
Dr. Ali serzenişe itiraz eder "yok be hoca inanma bunlar ağız birliği yapıyorlar böyle. Doğruyu söyleyince işlerine gelmiyor bu ihtiyarların" diye cevabı yapıştırırdı.
Gülerek yanlarına selam verip yaklaşır "yine tartıştınız anlaşılan" diyerek ortalığı yatıştırmaya çalışırdım. Tel çerçeveli gözlük takan ve yakası düğmeli mavi bir gömlek giyen 75 yaşındaki Çankırılı Satılmış amca gülerek ayağa fırlar “hocam gel, bunların tartışmadığı gün mü var?” diyerek bana yer gösterirdi. İlkokuldan sonra okuyamamış olsa da asırlık çınarın bu davranışı hem içtenliğinin hem de aldığı "yâran"  kültürünün bir sonucuydu.
Yıllar önce köyden kente göç etmişler. Bir kısmı yaşlılığın verdiği yorgunlukla mecburen oğlunun kızının yanına sığınmış
İçlerinden emekli olanlar aldıkları üç beş kuruş emekli maaşını oğluna kızına veriyor, evin geçimine karınca kararınca katkıda bulunuyordu. Emekli olmayanlar ise boynu bükük oğlunun kızının eline bakıyordu.  Ne acı bir durumdu bu. Yıllar yılı çalış çabala yaşlılık belini bükünce bir kenarda sessizce otur. Yaşlıların ikide bir laf arasında "ah gençlik!" demelerinin altında yatan gerçek yaşlanınca kendilerine gençlikte olduğu gibi söz hakkı verilmemesiydi. Yüzlerindeki çizgilerin konuştukça derinleşmesi, başlarını önlerine eğerek iç çekişleri başka nasıl açıklanabilirdi ki.

Köylerinde, kasabalarında ve hatta kente ilk göç ettikleri yıllarda, bu kadar sıkıntı çekmediklerini söylerlerdi sıklıkla. Hele şu bir iki yıldır sıkıntılarının iyice arttığından şikâyetçiydiler. Çoğu bin bir umutla geldikleri kentte çocuklarının iş bulamadığından yakınır, ailenin geçiminin emekli maaşlarına baktığını söylerdi. Emekli maaşları da zaten yeterli değildi. Kıt kanaat geçinmelerine ancak yetiyordu. Şehirde bir yerden bir yere gidip gelmek kolay değildi. Yol parası bütçelerini zorlar duruma gelmişti. Yiyeceklerini, giysilerini mahalle pazarından alıyorlar, ucuz sebze ve meyvelere, gıdalara yöneliyorlardı. Alışveriş merkezlerine gitmek, çarşı pazar gezip zaman geçirmek onlara göre değildi. Sokak aralarında akşam pazarın dağılma saatlerinde ellerinde pazar arabaları ile pazara gidenleri görmek sıradandı. Pazardan arta kalanları ucuzca almaya alışmışlardı. Bazılarının da kirada oturan çocukları kirayı karşılayamadıkları için yanlarına taşınmış, zaten dar olan evlerinde aynı odada yatar kalkar olmuşlardı.
 Her biri ayrı bir hikâyenin, ayrı bir sorunun kahramanıydılar… Hikâyelerinin ipuçları ise konuşmalarında saklıydı.
Mahallenin renkli simalarından Tokatlı memur emeklisi Recep Amcanın oğlu çoktan babasının yanında soluğu almıştı. Evin içine sığmayan eşyalar mutfak balkonuna yerleştirilmiş, rutubetten etkilenmemesi için balkon taksitle pimapenciye kapattırılmıştı. Yine de bir kısım eşya haraç mezat eskiciye satılmıştı. Bu durumu kabullenemeyen gelin ise soluğu baba evinde almış, tüm yalvarma ve çabalara rağmen açtığı dava boşanma ile sonuçlanmıştı. İki çocuğundan kız olanı kendi yanında oğlan ise babasının yanında kalmıştı. Krizin ağır yükünü Recep amca ve çocukları şimdilerde içlerine sindirmeye çalışmakla meşguller. Emekli maaşı ile geçimini sağlamaya çalışan Recep amca artık oğlu ve torununun da karnını doyurmak zorundaydı.
Evlerinde Doğalgaz sistemi ve kombi olmasına rağmen geçen kış odun yakmışlardı. Emekli diye bedava dağıtılan kömürden de alamamıştı. Recep amca bu yıl da soğuklar bastırmadan inşaatlardan  el arabası ile odun kırıntısı toplamaya başlamıştı.

6 yorum:

  1. Çok acı gerçekleri (ki pek çoğu bizlerin sıkıntıları ile de benzerlik arz etmekte) yine sade ama akla mıhlanan o muhteşem ifadenle anlatmışsın Hüseyin hocam..
    Güçlü kalemine ve yüce gönlüne sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gülsen Hocam, değindiğiniz gibi kimi gerçeklerin gözlemini sıklıkla yapmakta ya da yaşamaktayız. Ne yazık ki bu zorlu yaşam sürecinde var olma mücadelesi verenlerin büyük bir bölümü hala "kaderci" anlayış ile kendilerini teselli etmekteler. "Ne yapalım kaderimiz böyleymiş" anlayışı yaygın kabul görmekte. Ülkemizin kimi yörelerinde "feodal" anlayışın hala sürdürülebilir olması da bu anlayışın bir yansımasıdır aslında. Okumak, gözlem yapmak, sokakta yaşananları yerinde görmek gerçeklerle insanın yüzleşmesine neden oluyor. Yorumunuza teşekkür ederim. Saygılarımla.

      Sil
  2. Toplum "insan hikayeleri" açısından ne kadar zengin. Her evde, her yüzde ayrı bir dram yaşanıyor. Şimdi rastladığımız türde benzer hikayeler eskiden de vardı ama bu kadar üzüntülü, dokunaklı değildi. Yüzlerde derinleşen çizgiler, saçlarda çoğalan aklar yılların ötesinden neleri düşündürüyor. Eskiden iş bulmak için göç edilirdi. Şimdi hiçbir yerin taşı toprağı altın değil.
    İnsanın arayışı hep sürecek, umut hiç tükenmeyecek...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Makbule Hanım, her insanın gözlemi ve düşündüklerini yazıya dökmesi ne güzel aslında. Umut diyorsunuz. Umut gerçekten bitmemeli. Bitmemesi için de mücadele eden, yaşanan sorunlara dikkat çeken insanlara ihtiyaç var. Yazdıklarınız ne kadar da doğru. Yorumunuz için teşekkür ediyorum. Saygılarımla.

      Sil
  3. Einstein (dünya kötülük yapanlar tarafından değil,sessiz kalanlar tarafından çok tehlikleli bir yer) demişti.Haklı..Bizler dünyamızda,ülkemizde kendi insanına karşı ,toplumlara karşı kötülük yapanlara sessiz kaldığımız sürece,yaşadığımız çevre,yaşadığımız dünya giderek daha tehlikeli bir hal almaya başlayacaktır..Bu açıdan baktığımızda sizin bu yazılarınızı olumlu olarak görebiliyoruz.Özelliklede emekliler için zor hayat şartlarını çok güzel kaleme almışsınız bu yazınızda.. Elinize sağlık..

    YanıtlaSil
  4. Yazdıklarınıza katılıyorum. Yapılan hukuksuzluklara, kötülüklere, insan yaşamını hiçe sayan davranışlara sessiz kalmamalıyız. Yaşam bütünseldir. Bütünselliğin bozulmaması önemlidir.

    YanıtlaSil