27 Ekim 2015 Salı

BAKIŞ ACI'SI

Cervantes'ten bu yana roman okuruz.  İnsan ilişkileri, yaşamı öteden beri taşlara, ağaçlara resmedilmiştir. Yaşanan zorluklara, sevinç ve acılara, yok oluşlara tanık olanların bıraktığı izlerdir bunlar. Otuz kırk bin yıl öncesinde kalan mağara resimleri, Orta Asya bozkırlarında gün yüzüne çıkarılan kaya resimleri tarihin sessiz tanıklarıdır.
Marquez ve Yaşar Kemal gibi anlatıcıların kalemleri sayesinde insan topluluklarını birer birey olarak algıladık. Okuduğumuz roman ve öykü kahramanları bulundukları toplumun bazen en acımasızı, bazen kaybedilen erdemlerin, kadim değerlerin sürdürücüsüdür.
"Kaybetmek"  ve "kazanmak" bireylerin gerçeğidir. Lakin "teslimiyet" karanlığa hapsolmaktır. Birey karanlığa hapsolmamalıdır. Yaşanan acı ne denli zorlu olursa olsun dik durmasını bilmelidir. İnsanın başında yaşamı boyunca çok farklı olaylar geçer. Dayanılmayacak acıları çeker. Sevinçleri yaşar. Kaybettikleri "üzerine vurulan balyoz etkisi" yapar. Lakin o "balyoz etkisini" etkisiz hale getirmek yine  ona düşer.
Öyle anlar vardır ki tutunacak dal kalmaz. Tutunulan dal elimizin altında, gözümüzün önünde kayıp gitmiştir. Ve işte tam da o anda, o kayıptan sonra, var olan boşluğa düşmemek için kalan dalların birbirine sıkı sıkıya sarılması lazım. Çevredeki ayrık otları, kuru dal parçaları asla yaklaştırılmamalıdır. O kuru dal parçaları ve ayrık otları iyi tanınmalı pes edilmemelidir.
Yaşanan acı ne denli ezici olursa olsun insan o acıyı unutmadan, yaşananları unutmadan, ama akıllı ve bilinçli bir şekilde yaşamı devam ettirmesi  için kendisine yeni yol haritası çizmelidir.
Bir Çin atasözünde "Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri oluşuyorsa, orada güneş batıyor demektir" denir. Güneşin batmaması için, karanlığın hakim olmaması için, aydınlığın devam etmesi için o küçük insanların büyümesini engellemek gerekir. Bunun yolu ise hiç kuşkusuz acı ve sıkıntılara, yok oluşlara rağmen dik durmaktan geçer.
Değerli yazarımız Hanife Mert'in  "Bakış Acı'sı" romanının bir bölümünü okuduğumda hafızamda şekillenen düşüncelerdi bunlar. Umutsuzluğun yanı sıra umut dolu düşünceler.
Ana kızına şöyle der "İşimiz zor kızım, hem de çok zor, dedi. Ardından hemen ekledi. Ama biz el ele verirsek bu zorluğu aşarız  diyerek ümitsiz olmadığını ifade etmişti..."
Eşini genç yaşta kaybeden bir kadının yaşadığı dram okuduğum bu kısa bölümde insanın içini acıtıyor. Genç yaşta "dul" kalan bir kadının mücadelesi ve çocuklarına verdiği öğütler insanı hüzünlendiriyor.
Anadolu topraklarında  eşini kaybeden bir kadına toplumun acımasızca "dul yaftasını"  yapıştırması sorgulanıyor. Eşini kaybetmiş, çocukları ile tek başına bozkırın sessizliğinde tek başına kalmış bir kadının okumadığı için, ekonomik özgürlüğüne kavuşamadığını  ve muhtaç olmasının verdiği huzursuzluğu da satır aralarında görmek olası.
Tutunacak tek dalı kendisi ve çocukları olan kadının çektiği sıkıntılar ve mücadeleler ilerleyen safhada nasıl bir rota izleyecek şimdilik öngörmemiz olanaksız.
Sayın yazarımız, bu kısa bölümden anladığım kadarı ile toplumsal bir olguyu güçlü kalemi ile karşımıza çıkarıyor.
Aslında olması gereken zor durumda olana sahip çıkmak, yardım elini uzatmak, acısına ortak olmaktır.
Ne yazık ki toplumun bir kesimi öyle bir bataklık içine düşmüş durumda ki, her yanı çamura bulaşmış. Pişkinlikle, utanmazlıkla, arsızlıkla, diğerinin yaşam alanının kısıtlanması ile, korumasız kalana baskıcı yöntemlerle devranını sürdürmeye çalışıyor.
Eşinin kaybı sonrasında ikinci darbeyi çevresinden yiyen o kadar insan var ki. Darbe vurmaya hazır o kadar vicdansız var ki.
Darbe yiyen kendi sessiz dünyasına çekiliyor. Kendini anlatamamanın, özgürlüğünü yaşayamamanın acısını yüreğinde duyumsuyor.
Genç bir anne, saçları erken beyazlamaya başlamış. Ve çocukları. Dolayısıyla, yoksulluk ve acı iç içe geçmiş. Sıkıntılardan nasıl çıkılır? Nasıl çıkılmalı? Roman kahramanlarının seçeceği yol haritası nasıl olacak?  Sorularını kendi kendine soruyor okuyucu. Lakin yaşanan  bir gerçek var ki onu değiştirmek kolay değil. Yani toplumun çok da olmasa belli bir kesiminin bakış açısı.
Annenin sözleri bilgece söylenmiş sözler. Büyük acısına rağmen yaşama tutunmaya çalışan bir ananın sözleri başka nasıl olabilir ki.


22 Ekim 2015 Perşembe

SAVAŞ VE TERÖR

Medya, durmaksızın bulunduğumuz coğrafyanın sorunlarını gün boyu izleyiciye ulaştırıyor. Savaş, terör, ölüm, kan ve barut kokusunu büyük bir iştahla içine çeken emperyal güçlerin  ve savaş baronlarının halkların boynunda nasıl boza pişirdiğini aktarıyor. Yakılıp yıkılan kasabalar, köyler ve şehirler birer viraneye dönüşmüş durumda. Kadim sahipleri terk etmiş oraları. Gidecekleri yere ulaşmanın telaşındalar. Ölümü göze alarak yapıyorlar bunu. Savaş ve kargaşanın insana getirisi budur işte. Ne huzur, ne ahlâki değerler, ne insan hakları, ne savunmasız insanlar, ne demokrasi,  ne çocuk ve yaşlılar ölüm timlerinin umurunda değil.
Bu devasa sorunlardan  bölge ülkelerinin etkilenmesi de söz konusudur. Dolayısıyla ülkemiz de bu sorunlardan etkileniyor. Kendi iç sorunlarımıza ek dış kaynaklı sorunlarla da uğraşmak, gelen göçmenlerin ihtiyaçlarının giderilmesi ülkemiz ekonomisini olumsuz etkiliyor.
Bir yandan da gözü dönmüş terör örgütü ile uğraşıyoruz. Eline tutuşturulan ölüm kusan silahlarla dağda taşta, mağarada yaşamayı, cehaletin zirve yapmasını kabul edenler, insan hakları, yaşama saygıyı akıllarının ucuna dahi getirmeden katliamlar yapmaktalar. İnsanlığın baş düşmanı olanlar sadece öldürmek ve yok etmekle kalmıyor. Huzur ortamını bozuyor, insanların korkusuzca bir arada yaşamasını engelliyor. Aynı zamanda ekonomiyi vuruyor. Yol kesip tır ve kamyonları yakmaları boşuna değildir. Ülke ekonomisini felce uğratıp kaos yaratmak ve amaçlarına ulaşmak.
Elbette bunu yapanların belli bir amacı vardır. Terörü ve teröristi destekleyenlerin de amacı vardır. Dost sandığımız çoğu ülkenin Sevr'i hortlatma istekleri  devam ediyor. Kurtuluş Savaşı'nda yedikleri tokat az gelmiş olmalı. Hani derler ya "yenilen güreşe doymaz" diye. Bunların ki de o hesap.
İç ve dış sorunları algılamak çözümü de kolaylaştıracaktır. Vatandaşlarımızın can güvenliğinin ve huzur ortamının sağlanması, refahının korunması için alınmakta olan tedbirlerin gözden geçirilmesi gerekir. Dolayısıyla ülkemizin içinde bulunduğu bu zor günlerde birlik ve beraberliğimizi korumalıyız. Bizleri bağrına basacak başka bir vatan toprağı yok. O nedenle bu cennet vatanın sorunlardan arındırılması için mücadele etmeliyiz.



20 Ekim 2015 Salı

ZORLUKLARLA DOLU BİR YAŞAM

Çok uzun yıllardır bu topraklarda sorunlar yerli yerinde. Sanırsın bu kadim topraklara sorunlar ev sahipliği yapıyor. Her gün acı üstüne acı çekiliyor. Akan göz yaşlarından göz pınarları kurudu.
Bir yandan gelen şehit haberleri yürekleri dağlıyor, diğer yandan pimi acımasızca çekilen bombaların parçaladığı bedenlerin acısı. Teröre karşı mücadele eden güvenlik güçlerimizin kahpece şehit edilmesinin acısı dinmek bilmiyor. Terör örgütlerinin canlı bombalarının patlatılması ile yaşamını kaybedenlerin acısı da.
Yaşamını sürdürenlerin arzu ettiklerinden farklı, zorluklarla dolu bir yaşam sürmeleri de yarının bugünden iyi olduğu umudunu azaltıyor.
Yaşadığım sokak ana caddeye yakın. Günün her saatinde insanlar cadde ve sokakları dolduruyor. Geceleri neon ışıklarının altında canlılık devam ediyor.
Akşam saatlerinde sokak ve caddelerde oluşan çöp yığınlarının etrafında çöp toplayanlar o günkü rızkını çıkarmanın derdinde. Elleri yüzleri bakır renginde. Giysileri rengini kaybetmiş. Gecenin ilerleyen saatlerinde giyimi düzgün, orta yaşlarda bir kadın elinde dört tekerlekli bir çocuk arabası ile çöpleri karıştırmakta, satabileceği pet şişeleri çocuk arabasına doldurmakta.
Yaşamın acı yüzü akşamın ilerleyen saatlerinde çöp yığınlarının etrafında kendini gösteriyor. Çöp toplayarak geçimini sağlamaya çalışan bu insanları buldukları çöpler nedeni ile şanslı mı sayacağız? Oysa ki bu durum tüm topluma belirli bir sorumluluk yüklemekte, zor durumda olan insanlarımıza yardım elini uzatmayı gerektirmekte.
Afrika'nın geniş savanalarında yaşam alanı bulan "bir kadının, tencereye atacak bir kök bulabilmek için günlük yürüme mesafesi yirmi kilometredir. Midesine girecek organik bir madde bulamadığı için ölenler de var." cümlesi yaşana sorunların sadece belli bir coğrafya ile sınırlı olmadığını gösteriyor.
Hangi coğrafyada olursa olsun, çöp kutusunda bulduğu ekmeği yemek durumunda kalan bir tek kişinin dahi olması toplumun sosyal yardımlaşma durumundaki bozulmanın göstergesidir.
Canlı bombanın katlettiği onlarca insanın ölümü sonrası saygı duruşunda duyulan ıslık sesleri toplumun belli kesimleri arasında olmaması gereken bir durum değil midir?
Toplum acı çekiyor. Sanırsın bizden olmayan daha az değerli.
Oysa ki bu toplum yüz yıllardır aynı coğrafyada ortak acıları paylaşarak yaşadı. İşgal kuvvetlerine karşı aynı cephede yan yana mücadele etti. İmece usulü ile köyünde kasabasında komşusuna yardım etti. Kalan işleri elbirliği ile tamamladı. Kız alıp kız verdi, akraba oldu.
Yaşanmakta olan sosyal ve ekonomik kısır döngüyü kırmak, geleceğe umutla bakmak yine bizlerin elinde.  Ekonomik yaşam sıkıntısı içinde olanların yardımına koşmakta.

Charles Bukowski'nin, "Afrika'ya ilaç göndermeye karar vermiştik; fakat hepsinin üzerinde 'tok karnına' yazıyordu" cümlesini unutmadan.