Cervantes'ten bu yana roman okuruz. İnsan ilişkileri, yaşamı öteden beri taşlara,
ağaçlara resmedilmiştir. Yaşanan zorluklara, sevinç ve acılara, yok oluşlara
tanık olanların bıraktığı izlerdir bunlar. Otuz kırk bin yıl öncesinde kalan
mağara resimleri, Orta Asya bozkırlarında gün yüzüne çıkarılan kaya resimleri
tarihin sessiz tanıklarıdır.
Marquez ve Yaşar Kemal gibi anlatıcıların kalemleri
sayesinde insan topluluklarını birer birey olarak algıladık. Okuduğumuz roman
ve öykü kahramanları bulundukları toplumun bazen en acımasızı, bazen kaybedilen
erdemlerin, kadim değerlerin sürdürücüsüdür.
"Kaybetmek" ve "kazanmak" bireylerin
gerçeğidir. Lakin "teslimiyet" karanlığa hapsolmaktır. Birey karanlığa
hapsolmamalıdır. Yaşanan acı ne denli zorlu olursa olsun dik durmasını
bilmelidir. İnsanın başında yaşamı boyunca çok farklı olaylar geçer.
Dayanılmayacak acıları çeker. Sevinçleri yaşar. Kaybettikleri "üzerine
vurulan balyoz etkisi" yapar. Lakin o "balyoz etkisini" etkisiz
hale getirmek yine ona düşer.
Öyle anlar vardır ki tutunacak dal kalmaz. Tutunulan
dal elimizin altında, gözümüzün önünde kayıp gitmiştir. Ve işte tam da o anda,
o kayıptan sonra, var olan boşluğa düşmemek için kalan dalların birbirine sıkı
sıkıya sarılması lazım. Çevredeki ayrık otları, kuru dal parçaları asla
yaklaştırılmamalıdır. O kuru dal parçaları ve ayrık otları iyi tanınmalı pes
edilmemelidir.
Yaşanan acı ne denli ezici olursa olsun insan o
acıyı unutmadan, yaşananları unutmadan, ama akıllı ve bilinçli bir şekilde
yaşamı devam ettirmesi için kendisine
yeni yol haritası çizmelidir.
Bir Çin atasözünde "Bir yerde küçük insanların
büyük gölgeleri oluşuyorsa, orada güneş batıyor demektir" denir.
Güneşin batmaması için, karanlığın hakim olmaması için, aydınlığın devam etmesi
için o küçük insanların büyümesini engellemek gerekir. Bunun yolu ise hiç
kuşkusuz acı ve sıkıntılara, yok oluşlara rağmen dik durmaktan geçer.
Değerli yazarımız Hanife Mert'in "Bakış Acı'sı" romanının
bir bölümünü okuduğumda hafızamda şekillenen düşüncelerdi bunlar. Umutsuzluğun
yanı sıra umut dolu düşünceler.
Ana kızına şöyle der "İşimiz zor kızım, hem de
çok zor, dedi. Ardından hemen ekledi. Ama biz el ele verirsek bu zorluğu
aşarız diyerek ümitsiz olmadığını ifade etmişti..."
Eşini genç yaşta kaybeden bir kadının yaşadığı dram
okuduğum bu kısa bölümde insanın içini acıtıyor. Genç yaşta "dul"
kalan bir kadının mücadelesi ve çocuklarına verdiği öğütler insanı
hüzünlendiriyor.
Anadolu topraklarında eşini kaybeden bir kadına toplumun acımasızca
"dul
yaftasını" yapıştırması
sorgulanıyor. Eşini kaybetmiş, çocukları ile tek başına bozkırın sessizliğinde
tek başına kalmış bir kadının okumadığı için, ekonomik özgürlüğüne
kavuşamadığını ve muhtaç olmasının
verdiği huzursuzluğu da satır aralarında görmek olası.
Tutunacak tek dalı kendisi ve çocukları olan kadının
çektiği sıkıntılar ve mücadeleler ilerleyen safhada nasıl bir rota izleyecek
şimdilik öngörmemiz olanaksız.
Sayın yazarımız, bu kısa bölümden anladığım kadarı
ile toplumsal bir olguyu güçlü kalemi ile karşımıza çıkarıyor.
Aslında olması gereken zor durumda olana sahip
çıkmak, yardım elini uzatmak, acısına ortak olmaktır.
Ne yazık ki toplumun bir kesimi öyle bir bataklık
içine düşmüş durumda ki, her yanı çamura bulaşmış. Pişkinlikle, utanmazlıkla,
arsızlıkla, diğerinin yaşam alanının kısıtlanması ile, korumasız kalana baskıcı
yöntemlerle devranını sürdürmeye çalışıyor.
Eşinin kaybı sonrasında ikinci darbeyi çevresinden
yiyen o kadar insan var ki. Darbe vurmaya hazır o kadar vicdansız var ki.
Darbe yiyen kendi sessiz dünyasına çekiliyor.
Kendini anlatamamanın, özgürlüğünü yaşayamamanın acısını yüreğinde duyumsuyor.
Genç bir anne, saçları erken beyazlamaya başlamış.
Ve çocukları. Dolayısıyla, yoksulluk ve acı iç içe geçmiş. Sıkıntılardan nasıl
çıkılır? Nasıl çıkılmalı? Roman kahramanlarının seçeceği yol haritası nasıl
olacak? Sorularını kendi kendine soruyor
okuyucu. Lakin yaşanan bir gerçek var ki
onu değiştirmek kolay değil. Yani toplumun çok da olmasa belli bir kesiminin
bakış açısı.
Annenin sözleri bilgece söylenmiş sözler. Büyük
acısına rağmen yaşama tutunmaya çalışan bir ananın sözleri başka nasıl olabilir
ki.