23 Ağustos 2015 Pazar

KEFEN PARASI BULAMAYASIN E Mİ..


Yazının başlığı bana ait değil. Ekonomi bakanı Nihat Zeybekçi'ye ait. Dövizin hızla yukarıya doğru tırmanması sonucu yılbaşından bu yana Türk Lirası dolar karşısında %25 civarında eridi.
Borsa İstanbul değer kaybederken, dolar, avro ve altın kazandırdı.
Dolayısıyla dış borç da katlanıyor.
Doların değer kazanması iç piyasa tüketim mallarında artışı da beraberinde getirecek.
Bu durumda eleştiri yapanlara, ekonomi bakanı Nihat Zeybekçi, son ekonomik gelişmeleri değerlendirirken kriz senaryosunu dile getirenlere beddua etti.
Zeybekçi,"Bana televizyon ekranlarında konuşan kriz tellalları bir tane gerekçe söylesinler. illa 'kriz çıkacak' diyor. Krizlerde kalasın e mi? Kendi kendinin krizinde kalasın da kefen parasını bulamayasın" dedi.
Ekonomik veriler açık. Yılbaşından bu yana Türk Lirası'nın dolar karşısında %25 değer kaybetmesi az şey mi?
Velev ki dediği doğru Sayın Bakanın.
Neden dolar ve avro, altın fiyatları hızla yükseldi?
Bu artışı sadece siyasi belirsizlik ile açıklamak doğru mu?
Çarşı pazarda fiyatların artmasını vatandaş görüyor.
AKP'li Bakanlar 'kriz yok' diyedursun, rakamlar Türkiye'nin sermaye krizine yaklaştığını teyit ediyor.
Sıcak para kaçarsa büyüme de, 'şimdilik' azalma eğilimine giren cari açık da olumsuz etkilenecek.
Hiç kimse ekonominin dar boğaza girmesini istemez. Çarşı pazarda fiyat artışlarının  (Maliye Bakanı'nın deyimi ile: Güncellemesinin!) olmasını istemez.
Sayın Zeybekçi, 'kriz' söylemlerine  'beddua' ile cevap vereceğine o söylemlerin neden yapıldığına cevap vermelidir.





19 Ağustos 2015 Çarşamba

TARİHİ YARIMADA


Eğer İstanbul'u tanımak istiyorsanız, kendinize bir gün izin verin, bir bakıma kendinizden kaçın.
Bunu yapmak için küçük bir yolculuğa çıkın. İstanbul'u tanımak için yapacağınız yolculuğu araçla değil yürüyerek yapın.
Hoş kısa bir yolculuk da yetmez aslında. Çünkü tarihi dokuyu anlamak için gördüğünüz binaların, eserlerin ayrımına varmanız gerekir.
Çoğu insan İstanbul'un farkında bile değildir.
Nitekim çoğu eser gözler önünde olmasına rağmen görmezden gelinir.
İstanbul'un kent dokusunu koruyan, geçmişin ayak izlerini günümüze taşıyan en güzel yerlerinden biride "Tarihi yarımada"dır.
Suriçi olarak da bilinir.
Tarihi Yarımadayı tanımak için; Ayasofya, Sultanahmet Camisi ve çevresini, Topkapı Sarayı ve çevresini, Eminönü, Sirkeci ve çevresini, Yerebatan Sarnıcını, Divan Yolu'ndan Beyazıt'a, Kapalı Çarşı'dan Aksaray ve Laleli'ye, Fatih, Edirnekapı, Topkapı, Yedikule, Sahil Yolunu görmelisiniz.
Asırlık çınarların altında soluklanmalısınız.
Şu sıralarda iş makineleri, ülkenin en büyük şehrinin kalbinde, köklerinden savrulan ağacın hışırtısıyla, Kumkapı Balık Hali'nde ve sahil şeridinde yer alan Avrasya Tünel geçişinin bağlandığı Kennedy Caddesi'nde çalışmalarını aralıksız sürdürüyor.
İstanbul 2.İdare Mahkemesi'nin tarihi yarımadayı imara açan koruma amaçlı uygulama planındaki 61 maddeden 37'sini iptal etmesine rağmen.
İş makinelerinin uğultusu, doğanın ve geçmişin korunması gerektiğini hatırlatıyor.
Unutmamalıyız ki dünyayı kültürler yaşanır kılıyor.
Uzak diyarlara yapılan yolculuklarda ilk görmek istenilen yer çelik ve cam karışımı ucube yapılar, devasa gökdelenler değil, tarihi geçmişin ayak izlerini taşıyan, insanlığın ortak mirası olan eserlerdir.
Her ülkenin sahip çıkması gereken kültürel değerleri vardır. Dünya kültür mirası olmaya hak kazanan, geçmişin izlerini günümüze taşıyan kadim kültürlerin bıraktığı eserler UNESCO tarafından koruma altına alınıyor.
Çünkü kültürler geçmişin belleğidir.
Yol haritasıdır.
Tarihi ve kültürel miras olan,  Bizans'tan Osmanlı'ya, Osmanlı'dan günümüze gelen Tarihi Yarımada'nın dokusunu kaybetmemesi için gerekenin yapılması lazım.
Dokunun yok edilmesi, değiştirilmesi kültürel değerleri kaybetmemize neden olacaktır.



11 Ağustos 2015 Salı

GÖZYAŞININ RENGİ YOKTUR

Tarih geçmişin ve geçmişte yaşananların belleklerimizde yer almasını sağlayan en büyük öğreticidir.
Yer yüzünün yaşanabilirliği zor olmayan topraklarında varlığını sürdüren toplumların yanı sıra buz ve soğuğun sarmalında var olma mücadelesi veren toplumların, yol ve yordamı olmayan sık ve geniş ormanlarda karnını doyurmanın telaşında olan toplumların, çölün kavurucu sıcağında hayatta kalma çabası içinde olan toplumların, sert kaya yamaçlarının gözetiminde dağ ve vadi yamaçlarında olan toplumların yaşam süreçlerine bakıldığında öğreneceğimiz ve ders çıkaracağımız gerçeklerle karşılaşırız.
Bu süreçte zorlu bir geçmiş karşımıza çıkar.
Acı ve kaygının hüküm sürdüğü toplumların yanı sıra huzur ve barış ortamının dinginliğinde var olanlara da şahit oluruz.
Yaşanan bütün savaş ve çatışmalar acı ve gözyaşından başka bir şey getirmemiştir.
Savaş savunmasız ve mazlum insanların zulüm görmesine, yerlerinden yurtlarından göçüp uzak diyarlara gitmesine neden olmuştur.
Savaş adalet yerine adaletsizliği, güçsüz yerine güçlü olanı, huzur yerine kargaşayı, yaşatma yerine yok etmeyi tetiklemiştir.
Dünyanın ilk büyük savaşıydı. Başladıktan kısa süre sonra sona ereceği düşünüldü. Lakin o tam dört yıl sürdü.
Galibin yanı sıra mağlubunda yıkımdan, ölümden, acı ve ızdıraptan nasibini almasına neden oldu.
Milyonlarca insanın ölmesine, bir o kadarının sakat kalmasına, yüz binlerce insanın hastalıklardan yaşamını yitirmesine neden oldu.
Etkileri zamana yenik düşmeyen yeni bir dünya düzeni yarattı.
Göçler, sürgünler, kıyımlarla anılır oldu.
Dünyanın ilk büyük savaşında etkilenen ülkelerden biri de Türkiye'dir.
Savaşta bir imparatorluk  olarak, büyük zaferlerin yanı sıra yenilgilerle dört yıl boyunca var olma mücadelesi veren Osmanlı İmparatorluğu sonuçta yıkılmış, işgal edilmiş, toprakları parçalanmıştı.
O süreçte yeni bir kurtuluş hareketi gelişip filizlendi.
Kurtuluş Savaşı sonunda Türkiye bağımsız devletler arasında yerini aldı.
Bu ve benzeri zamanın belleğinde yer alan yok oluşları, ölümleri, kıyımları, sürgünleri tetikleyen olaylarda, herkes kendi kaybına ağladığı gibi, her kayba ağlasa bu olumsuzluklar yerini barış ve huzura bırakacaktır.
Umuda yolculuk yapanların umutlarına umut olmak adildir ve asildir.
Her konuda ayrılmış, kutuplaşmış, saflaşmış toplumlar hiç değilse acılarda ve yok oluşlarda ayrışmamalı, acıların dinmesi için çare aramalı.
Aydınlık bir gelecek için bu duruş önemlidir.
Usta şair Nazım Hikmet bir şiirinde "Umuda kurşun işlemez" der. Usta şair'in yaşam yolculuğunu hepimiz biliriz. Vatanından uzak diyarda mezar taşını sert esen rüzgârlar serinletmekte.
Kim bilir belki de vatan özlemi ve vatanına dönme arzusu sonucu söylemiştir o sözünü.
Yazar arkadaşlarımdan Hanife Mert'in "Umut"a dair yazısının son kısmında yazdığı "İnsanların bir lokma ekmek uğruna birbirine zulüm etmediği, yerlerini yurtlarını terk edip uzaklara gitmek zorunda kalmayacağı..." cümlesi dikkat çekici.
"Umut"un kaybolmaması için bu söylenenlerin olması gerekir.
İnsanlar bir diğerine zulüm etmemeli.
Çünkü göz yaşının rengi yoktur.
Lakin, yaşanan gerçekler ne yazık ki yazarın bu isteğini, düşüncesini yerle bir ediyor.
Bunu acımadan,
Zulüm ederek,
İnsan ölümlerini kendisine referans alarak yapıyor.
Ucuz botlarla dalgalı bir denizde yüzlerce insanı yaşamdan kopararak,
Kimi zaman kahpece tuzaklanmış mayınlarla, bombalarla, molotoflarla kaos yaratarak, korku salarak "umudu" umutsuzluğa çevirerek yapıyor.
Yazar yazısında "aydınlık karanlığın bittiği yerde başlar" diyor.
Bu anlayışa hangi aklı başında insan itiraz eder ki?
İtiraz etmek cehaletin işi olsa gerek.
Cehalette kendini aşanlara, toplumda terör estirenlere, hain tuzaklarla vatan evlatlarını şehit edenlere, yol kesip, eşkıyalık yapıp araçları ateşe verenlere, eli tetikte ne yaptığının bilincinde olmayanlara gel de anlat bunu.
Anlatmak istense de anlayabilirler mi?
Anlasalar zaten bunca zulüm, bunca yoksulluk, yoksunluk,
Bunca katliam, bunca ölüm neden olsun ki?
Zalimin ve zulmün olmadığı bir dağ havası çarpsın istiyorum yüzümüze.
Lakin o istenen şeyin ne olduğunu bir kavrayabilsek, bir anlayabilsek,
Tüm yaşanan olumsuzluklar yerini barışa ve umuda bırakacak.


5 Ağustos 2015 Çarşamba

VATAN SAVUNMASI KUTSALDIR


"Eyüp Dede'nin beşinci oğlu Nuri'nin de askere gitme günü gelip çatmış. Yol azığı hazır. Anacığı neler koymuş çıkınına neler. Oğluna yük olmasından çekinmese, evde ne var ne yok dolduracak çıkına. Sütlü ekmek, kete, çörek, bal, peksimet, peynir, ceviz...
- Ana yeter! Askerlik bitene kadar onları yiyecek değilim herhâlde. İki ekmek, iki dilim de peynir sararsan çok bile. Yük etme bana onca şeyi.
- Ah oğlum, yük etmek ister miyim? Ne gelir çıkını sarmaktan başka elimden. Yüreğim bununla teselli bulur.
- Boş ver çıkını ana. Seni yüreğime sarmış götürürüm. Sevgin yeter bana. Emzirdiğin ak sütün, yedirdiğin helâl lokmalar yeter bana. Hele duaların, duaların yeter ana.  Ferah tut gönlünü. Asker etmek için büyütmedin mi? Derenin şırıltılarına karışan askerlik sevgisi ile dolu ninnilerini, asker türkülerini unuttum mu sanırsın? Sevinmek zamanıdır ana, oğlun asker oluyor.
- Sevinmez miyim sanırsın oğul. Ama ana yüreği, ayrılık acısından sızlanır işte. Bu kadarını da hoş gör.
- Ah ana seni hoş görmez miyim? Sen dünyanın en sevimli varlığısın. Sen anasın. Cennet anaların ayaklarının altında.
- Ah oğlum, alnı öpülesi oğlum. Anan bir garip ana. El öpenlerin çok olsun, ömrün uzun olsun. Bak Emin amcan beş çift çarık dikmiş, getirmiş. Hurişan halan da beş çift çorap örmüş. Evden de koydum.
- Ver elini öpeyim ana. Cennet kokan ellerini. Hakkını helâl et. Analar helâl etmedikçe, hakları ödenemez.
- Oğlum, canım oğlum benim. Hem hakkımı helâl etmişim, hem Allah'a emanet etmişim."
[ I.Dünya Savaşı'nda bir ana oğul konuşması bu." Metin Tekin'in (Sarıkamış'tan Sibirya'ya) adlı eserinden aktarılmıştır.]
Türk insanının askerliğe verdiği önem, asker ocağına beslediği sevgi, evladını asker ocağına davul-zurna ile göndermesi yukarıdaki kısa alıntı okunduğunda daha iyi anlaşılacaktır.
Bu bağlamda asker ocağı bizler için kutsaldır. Vatan savunması kutsaldır. İç ve dış hainlerin cennet vatanımıza yönelik saldırıları dün de devam etmiştir, bugün de devam etmektedir.
Çanakkale Ruhu'nu anlayamayanların, Çanakkale'nin geçilmez olduğunu Türk süngüsünü karşılarında gördüklerinde anladıkları gibi, bugün de terör saldırıları ile askerimizi, polisimizi kurdukları hain pusularda şehit edenler, kalleşçe planlarını inlerinde planlayıp uygulamaya koymak isteyenler, yol kesip araç yakanlar bu yaptıklarının hesabını vereceklerdir.
Kahpece kurgulanmış saldırılarda yaşamını yitiren şehitlerimizin haberleri yüreğimize kor gibi düşmektedir. Onlar bu vatan için, bu millet için şehit düştüler. Allah mekanlarını cennet etsin.
TSK'nin Kuzey Irak'ta yuvalanmış terör örgütü pkk'ya karşı başlatmış olduğu operasyon, vatanımıza ve insanımıza yönelik terörist faaliyetlerin durdurulmasını ve terör odaklarını yok etmeyi hedeflemektedir.
TSK'leri operasyonları ile bu kadim vatan topraklarına yönelik bölücü teröre bir kez daha dur demektedir. Türkiye Cumhuriyetine karşı içte ve dışta yapılacak her türlü hain saldırılara aynı kararlılıkla cevap verileceğini bir kez daha hatırlatmaktadır.
TSK'leri milletinden aldığı güçle terör örgütüne karşı gerekeni yapmaktadır. Yapacaktır da. Bunda hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Vatan savunması kutsaldır. Bu uğurda şehitlik mertebesine ulaşılması yediden yetmişe her Türk evladının isteğidir.
Bu kadim topraklarda yıllardır yapılan terör saldırılarına karşı seslerini çıkarmayanlar, terör örgütüne her türlü desteği verenler, Mehmetçik şehit edildiğinde sessiz kalanlar, ancak ayrılıkçı söylemlere, sözde demokratik cumhuriyet söylemelerine müsamaha ile bakanlar, "pkk terör örgütü değildir" diyenler, teröristin boynuna sarılanlar, "ellerinde bayraklar ile Mustafa kemal'in askerleriyiz"  diyenlere "Mustafa Kemal'in askeri değil generali olsanız ne yazar, it sürüleri" diyenler unutmasınlar ki yıllarca terörün acımasızlığında binlerce  vatandaşını kaybeden, onlarca vatan evladını şehit veren Türk Milleti sizlere gerekli cevabı verecektir.
Dün Seyyit Rıza'ların, Şeyh Sait'lerin emperyalistler ile işbirliği içinde yapmaya çalıştığını bu millet unutmamıştır.
Operasyonların durdurulmasını isteyenlere sormak lazım; terör örgütü geçmişte savunmasız insanları, bebekleri, ellerinde tek gücü kalem olan öğretmenleri, polisi, askeri, yaşlıları katletmedi mi? 1993 yılında Bingöl'de ki hain pusuda 33 Mehmetçiği şehit etmedi mi?
Çocuk, kadın, yaşlı, genç demeden binlerce insanımızı kahpece kurdukları tuzaklarla katletmedi mi?
Terör örgütünün silah ve mühimmat yapacak fabrikası olmadığına göre, ellerinde bulundurdukları makineli tüfekleri, havan toplarını, uçaksavarları kendi üretmediğine göre nereden hangi ülke yada ülkelerden alıyor?

Bilinmelidir ki Türk Milleti vatanı uğruna şehitlik mertebesine ulaşmaya dün de hazırdı bugünde hazırdır.

3 Ağustos 2015 Pazartesi

İZMİR'DE MARMARİS'TE YAZLIKLARINDA YATIP...

                                                 
Ekonomi ülkenin can damarı, ana arteridir. Ana arter ne kadar sağlam olursa vatandaşlar ekonomik anlamda gelecekten kaygısızca yaşayabilir. Lakin yokuş aşağı inmekte olan bir ekonomide gelecek kaygısı öne çıkar.
Suruç katliamı sonrasında hızla tırmandırılan şiddet sarmalı, peş peşe yitirilen vatan evlatları, toplumsal psikolojiye hakim olan kaygı ile birlikte ekonomik istikrarsızlığa yaklaşılıyor.
Ekonominin nabzını tutan kuruluşların açıklamaları bu varsayımı destekleyici nitelikte.
"TUİK ile Gümrük ve Ticaret Bakanlığı işbirliğiyle oluşturulan dış ticaret verilerine göre; geçen yılın ilk yarısında 200 milyar dolar olan Türkiye'nin dış ticaret hacmi, bu yılın aynı döneminde 180 milyar dolara geriledi.
Yılın ilk yarısında ihracat % 8.2, ithalat da % 10.9 düşüş gösterdi..."
Devletin resmi kurumlarının açıklaması gazete manşetlerine bu şekilde yansımış.
Her gün şehit haberleriyle sarsıldığımız, şehit ailelerinin feryatlarının duyulduğu, yetim kalan çocukların göz yaşlarının sel olduğu, acı üstüne acı çektiğimiz bu dönemde yatırımcıların fazlasıyla gergin olduğu söylenebilir.
Ülke ekonomisi uzman kuruluşların uzun süredir kırılganlığına dikkat çektiği bir seyirde devam ediyor. Dolar ve avro'da ki artış trendi devam ediyor. Dolayısıyla dolar ve avro'nun yükselişi ekonomiyi olumlu etkilemez, aksine küçük ölçekli çoğu kuruluşun kapısına kilit vurmak, çarşı pazarda fiyatların artması, dolara endekslenmiş tüketim ürünlerinin fiyatlarının tavan yapması sonucunu tetikler.
Alım gücü düşen vatandaş bu gelişme sonucu mağdur olur.
Diğer yandan asıl can alıcı nokta özel sektörün aşırı borçluluğunun yarattığı tehlikedir. Özellikle döviz ile borçlanmış işletmelerin sıkıntısı dikkat çekicidir.
Ekonomisi güçlü olan ülkelere bakıldığında toplumsal sorunların daha az olduğu görülür. İnsanların gelecek kaygısı yoktur.
Terör ve şiddet sarmalında vatan evlatlarını kurulan hain pusularda şehit verirken siyasilerin demeçlerine daha bir dikkat etmeleri gerekir.
MHP lideri Bahçeli, "İzmir'de Marmaris'te yazlıklarında yatıp, AKP'nin olmasın diye oyunu MHP'ye vermeyen; ama HDP'yi meclise taşıyan zavallılar, Türkiye'nin kaymağını yiyenler, Boğaz'da, yalılarda viskisini yudumlayıp oyunu HDP' ye veren şerefsizler. Şimdi, HDP ile koalisyonu kurun" sözleri neyi çözecektir?
Altı milyona yakın oy almış bir siyasi partinin tüm seçmenlerinin İzmir'de Marmaris'te yazlıklarında yatıp kalkmadıkları açıktır. Bu tür ötekileştirici söylemler yerine, HDP'ye oy verenler;  Bahçeli'nin söylemi ile , Türkiye'nin kaymağını yiyenler, Boğaz'da, yalılarda viskisini yudumlayıp oyunu HDP' ye veren şerefsizler sözlerine muhatap olanların acaba o partiye neden oy verdiklerinin araştırılması gerekmez mi?
Cumhurbaşkanlığı seçiminde "Çatı aday" olarak topluma lanse edilen, Ekmeleddin İhsanoğlu'na CHP tabanında gösterilen tepkiye CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun söylediği "tıpış tıpış sandığa gideceksiniz" yaklaşımı ters tepmiş, Cumhurbaşkanlığı seçiminde 13 milyon seçmen sandığa gitmemişti.
Kendisine oy vermeyip bir diğerine oy verenleri şerefsizlikle suçlamak doğru bir yaklaşım değildir. Kaldı ki bu söylem neyi değiştirecektir.
Bu cennet vatanın kadim topraklarında bin yıldır birlikte yaşamış, birbirinden kız alıp kız vermiş, akraba olmuş insanların huzur ortamı içinde bir arada yaşaması için elimizden geleni yapmalı, kimseyi ötelememeliyiz.



,