20 Kasım 2015 Cuma

KADINLAR, ÇOCUKLAR, SAVUNMASIZ BİREYLER



10 Aralık her yıl "İnsan hakları Günü" olarak kutlanır tüm dünyada. Bu haklar " İnsan Hakları Evrensel  beyannamesi" ve "Çocuk Hakları Beyannamesi" ile düzenlenmiştir.
İnsan haklarını ihlal edenler, ki bu bir devlet de olabilir, bir grup da olabilir, bir birey de olabilir, öncelikle insan sevgisinden uzak, kişisel çıkarlarını ve rant anlayışını benimseyenlerdir.
Onlarda insana özgü en güzel değerler, örneğin yaşama sevinci, sevgi, dostluk, hasret, eşitlik, demokrasi anlayışı ya yoktur ya da bu değerlerin ne anlama geldiğinin ayırdın da değiller bir insan olarak.
Feodalizmin kalıntılarını beyinlerinin kıvrımlarında barındıranların "İnsan Hakları" kavramını ve önemini anlamaları zaten olanaklı değildir.
"Aşiret" anlayışı, "Aile Meclisi Kararı" anlayışı ile kendisine yol haritasını çizenlerin, kadınlara ve genç kızlara yaşamı dar edenlerin yaptıkları davranışlar orta yerde  sırıtıp duruyor.
İnsan haklarının ihlal edilmesi nedeni ile en çok etkilenen "kadınlar, çocuklar, savunmasız bireyler" dir.
Düşünün ki kadın olarak sokakta tek başına yürüyememek, evinize yüz, yüz elli metre uzakta olan bakkala, markete tek başına gidememek,  acil ihtiyaçlarını bir akrabası, eşi olmadan sokağa çıkıp alamamak, tek başına seyahat edememek, en temel insan haklarından mahrum kalmak, hâlâ erkeklerin vesayeti altında olmak...Eğitim ve sağlık alanları dışında çalışamamak, karşı cinsten(eşi dışında) biri ile yan yana dolaşamamak, alış veriş merkezlerine gidememek, araba kullanamamak, kız çocuklarının sokakta oynayamaması, kadınların komşularına dahi bakmasının yasak olması, evleri birbirinden ayıran kalın ve yüksek duvarların olması, pencerelerin demirli ve kafesli olmasına rağmen tavana yakın olması, evde tek başına kalmaya mahkum bir kadının gökyüzünü dahi görmeye hasret kalması, bir tutam yeşile hasret kalması...
Zekiye Yüksel "Şeriat Ülkesinde kadın Olmak" adlı eserinde  bu konuya oldukça geniş bir yer veriyor. Bir kadın olarak Suudi Arabistan'da yaşadıklarını anlatıyor.  Zekiye Yüksel 2002-2006 yılları arasında devlet tarafından Suudi Arabistan'da Türkçe ve Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak 'Riyad Uluslararası Türk Okulu'nda görevlendirilen bir öğretmen.
"...Kadın olarak tek başına sokakta yürüyememek çıldırtıyor beni. Evde tuzumuz yok. Almaya gidemiyoruz. ( Birlikte iki bayan öğretmen ile aynı evde kalıyor) Bir erkek arkadaşa söyledik, unutmazsa alacak, biz de yemeğimize tuz koyabileceğiz...."
Suudi Arabistan'da "Şeriat Kuralları"nın ödünsüz uygulanmakta olduğu bir gerçek. Vahhabilik, Suudi Arabistan'ın resmi ideolojisi aslında. İktidarda bulunan Suudi Ailesi de Vahhabi.  Vahhabiliğin kurucusu, ailece Hanbeli mezhebinden olan Muhammed bin Abdülvahap (1691-1787). Ona uyanlara da Vahhabi deniliyor.
 Zekiye Yüksel, "...Vahhabilerin, İslamın içinden ortaya çıkmış olan tüm mezhepleri reddetmeleri ilginç. En küçük görüş ayrılıklarına da tahammüllerinin olmaması, kendilerinden olmayan Müslümanları dışlayarak kâfir ilan etmeleri korkunç geliyor bana. Onlara göre Aleviler sapık. Çoğu Alevi olan Antakyalı velilerimin mezheplerini gizlemek zorunda kaldıklarını öğrendim." Bu anlayışın neresinde "İnsan Hakları" kavramı gizli? Neresinde insan yaşamına duyulan saygı söz konusu? Neresinde eşitlik, demokrasi, saygı, sevgi, hoşgörü, hak hukuk var? "Ya benim olduğum taraftansın ya da duvarın öte tarafındansın" tipik ayrımcı anlayışı .
Kadını yok sayan bir anlayışın sanata, felsefeye, fotoğraf çekmeye karşı olması şaşırtıcı değil. Onlara göre  "kadın aklen ve dinen dûn(eksik) dur.
Zekiye Yüksel  şöyle diyor, "...Toplu taşıma araçları burada yok, kadınlara araba kullanmak zaten yasak.
Petrol zengini olan Suudi Arabistan kadın hakları yoksulu. Altı yaşından itibaren okulların ayrılmasıyla, kızlarla erkeklerin dünyası ayrı şekillenmeye başlıyor, bu üniversitede de devam ediyor, derslerin çoğunu televizyonlardan izliyorlar ya da erkek hocanın görüntüsü engellenerek dinliyorlar."
Ülkemizde kimi zaman haberlerde dikkatimizi çeker. "Karma Eğitim" yerine kız ve erkeklerin ayrı okullarda okuması, "Kız ve Erkek çocukların aynı sırada oturmaması" şeklinde ki anlayış.
Sonuçta şu sözü tekrarlamakta yarar vardır. "Her toplum layık olduğu şekilde yönetilir."
Mustafa kemal Atatürk'ün 1930'lu yıllarda Türk Kadınına verdiği seçme ve seçilme, çalışma yaşamına katılma haklarının önemini daha iyi anlıyoruz.





13 Kasım 2015 Cuma

ACI İNSANIN EMEĞİDİR

Daha özgür, daha eşitlikçi, daha adil, daha güvenli ve yaşam standardı daha yüksek bir toplumda sorunlar; demokrasiyi, insan haklarını, kadın erkek eşitliğini içselleştirememiş toplumlara göre daha azdır.
Hiç kuşkusuz çağdaş uygar düşüncenin, dünyaya bakışın, yaşamı kucaklamanın, yaşama tutkuyla bağlı olmanın, sevgi ve saygının sorunları azaltmada ki rolü küçümsenemez.
Toplum acı çekiyor. Karanlığın, acımasızlığın, hoyratlığın, tehdit ve yasakların, kadınları katletmenin, haksızlıkların, kötülüklerin kol gezdiği bir ortamda toplum acı çekiyor.
Bu bağlamda "acı" insanın "emeğidir". İnsan acıyı kendisi "bal" eyler. Şairin dediği gibi "acıyı bal eyledik".  Bunu yaparken elbette  acıyı "diğeri" kendisine uygun görür.
Yaşamın imbiğinden süzülüp gelen çok farklı acı vardır.


En onmazı diğerinin bireye yaptıkları sonucu yaşanan acıdır.  Acı bu topraklarda yüzyıllarca "kutsanmıştır". Acı her daim varlığını birey üzerinde hissettirmiştir. Birey acıyı yaşayarak olgunlaşmıştır. Lakin acıyı  ve acı vermeyi terk etmemiştir.

Ülkemizde işlenen kadın cinayetlerine bakıldığında, kadınların çektiği acıyı görmemek körlüktür. aymazlıktır, acımasızlıktır, vicdansızlıktır.
Münevver Karabulut, Ayşe Paşalı, Özgecan Aslan, Değer Deniz ve daha niceleri katledilen kadınlardır.  Bu dört isim "kadın cinayetlerini" konuşulur hale getirmiştir.
Münevver Karabulut "varlık yokluk" bağlamında, Değer Deniz "tek başına yaşıyor" olması bağlamında katledilmişlerdir.
Özgecan "üniversite"den evine gitmek için bindiği hiç tanımadığı minibüs şoförü tarafından acımasızca ve hunharca katledilmiştir.
2015 yılının 11 ayında 249 kadın katledilmiş. Yaşanan 249 acı. Yakınlarının, sevdiklerinin, oğullarının, kızlarının, ana ve babalarının unutamayacağı 249 can.
Ayrıca 112 kadına tecavüz edilmiş. 157 kadın fuhşa zorlanmış, 319 kadın yaralanmış, 179 kadın taciz edilmiş. Sadece Ekim 2015'de  25 kadın öldürülmüş.

Kadınlarımıza reva görülen bu olmamalı. Hangimiz bir kadına muhtaç değiliz? Kadın bir toplumun bel kemiği, geleceğidir. Yarınlara evladını yetiştirip büyüten kadındır. Sofrasına konacak bir tas çorbanın, bir lokma ekmeğin temini için eşine yardımcı olan kadındır. Irgat olarak bağda, bostanda, tarlada; işçi olarak fabrikada; temizlikçi olarak çeşitli iş kollarında çalışan, evinin tüm işlerini yapan o dur.
Son günlerde yaşanan kadın cinayetlerine bakıldığında olayın boyutunun ne denli büyük olduğu görülür.
13.11.2015: "Trabzon'un Sürmene ilçesinde Gökhan ayar, ayrı yaşadığı eşi Nurten Ayar ile yanında gördüğü  Mehmet Taşkara'yı parkta tabanca ile vurarak öldürdü."
12.11.2015"R.A. geçen yıl ekim ayında kuzeni Emre B. ve 2 arkadaşıyla mantar toplamaya gitti. Emre B. arkadaşlarını farklı bir bölgeye gönderip, R.A. ile yalnız kaldı. Emre B. iddiaya göre ağaçların arasında zorla yere yatırdığı R.A.ya tecavüz etti. Kimseye anlatmaması için tehdit etti. Geçen Nisan ayında R.A.nın teyzesinin kocası Ergün O. da Emre B.den yaşananları öğrendi. Ergün O. yalnız kaldığı sırada R.A.nın evine girerek küçük kıza tecavüz etti..."
12.11.205 : "Kocaeli Darıca  ilçesinde yaşayan Hazal Atmaca boşanmak istediği eşi tarafından öldürüldü."
12.11.2015 : " Bursa'nın Orhangazi ilçesinde , Sonay Demir sevgilisi tarafından öldürüldü."
12.11.2015 : "Manisa'nın Akhisar ilçesinde, Derya Ülker ve babası İsmail Ülker sokak ortasında boşandığı eşi H.Ö.tarafından öldürüldü."
11.11.2015 : "Sevgilisi Edda Sönmez'i  darp eden oyuncu  Saruhan Hünel'in  'seni döverken belimi incittim. Fıtık tedavisi oluyorum. Ağrılar içindeyim' dediği iddia edildi."
06.11.2015 : "Küçükçekmece'de oturan Zeynep E. eşi tarafından  kaynar su ile yakıldı. Eşini öldürmeye çalışan Yunus E. vücudunun büyük bölümünde yanıklar olan karısını 2 gün evde hapsetti. Olay Zeynep E'nin bir şekilde babasına kısa mesaj atmasıyla ortaya çıktı."
15.07.2015 :  "İzmir'in Bayraklı ilçesi Osmangazi mahallesinde Elif Konur yeni evli olduğu kocası Savaş Kocabaş tarafından defalarca bıçaklanarak öldürüldü."

Verilen bu bir kaç örnek  olayın boyutlarını anlamak bakımından düşündürücü. Çeşitli anlaşmazlıklar sonucu eşinden ayrılan, ayrı yaşayanlar ellerine aldığı cinayet araçları ile acımasızca kadınları katletmektedir.
Kadınları katledenlere verilen cezalar yeterli ve caydırıcı olmalıdır. Toplum bu konuda eğitilmeli, farkındalık yaratılmalıdır. Her ne sebeple olursa olsun bir insanın yaşamına bir diğeri son vermemelidir.
Yaşam kutsaldır. Herkes hak ettiği yaşamı özgürce, sorunsuzca, ötekileştirilmeden, ayrımcılığa uğramadan yaşamalıdır.

6 Kasım 2015 Cuma

NAM-I MÜSTEAR

İnternet, modern yaşam tarzını benimsemiş, eli kalem tutan, okuryazar, yada ‘fikri tek’liği savunan entelektüellerin yeni yaz boz tahtasıdır. Her konuda arananı bir tık ile bulabileceğimiz bir sorgulama alanıdır.
Bu düşünce geçtiğimiz on yıl öncesi için geçerliydi. Bugün köylüsünden kentlisine, dağdaki çobanından genel müdürüne, fikri olandan olmayanına herkesin kullandığı bir alandır.
Taksitle aldığı "akıllı" cep telefonunu elinde düşürmeyen, çarşıda pazarda, metroda, otobüste, sokakta caddede velhasıl yaşam alanının her safhasında cep telefonu ile "sosyal medya" trafiğinde paylaşım yapma derdinde "fikir sahibi olmadan düşünce sahibi olanların" yaz boz tahtasıdır.
Yada ”adı olmayan adamların sallama tahtasıdır" 
Veya ”Belli bir anlayış içinde ‘benden olmayan’ diğerlerinin üzerine yürüme alanıdır”
Veya “agresif, kompleksli ve asosyal kişilerin ‘ortak fikir beyan etme ya da düşünce üretme’  anlayışıdır” düşünceleri ne denli gerçekçidir, ne denli yanlıştır okuyucunun vereceği karara, algılama gücüne bağlıdır.
Sosyal medya'nın yanısıra; amacı, rotası, varoluş anlayışı, yayın politikası birbirinden çok farklı olan, magazin ağırlıklı, haber ve yorumlara yer veren, fikir ve tartışma ortamı sunan internet siteleri de vardır.
Bazen bu siteler aynı müştereklerde birleşen fikir cereyanlarının vücut bulduğu yerlerdir.  Bazen da ‘zıt’ söylemlerin yer aldığı, tartışmaların hararetle sürdürüldüğü alanlardır. Bazen faşisti ve demokratı, komünisti ve kapitalisti, dincisi yada laiği aynı çatı altında yazar. Herkes belli norm ve kriterleri aşmadan eteğindeki taşları döker.
Aynı çatı altında, benzer sosyal, ahlâki aile gelenekleri içinde yetişmiş, belli bir yaş aralığındaki entelektüel topluluğun bazı beğeni yada eleştirilerinin de dile getirilmesi yadırganacak bir durum değildir.
Esas mesele ‘nam-ı müstear’, yani ‘takma ad’  kullanılması meselesidir.
Takma adla yazmak gerçek adla yazmaktan farklıdır ve yazana belli bir rahatlık ve serbestlik alanı sağlamaktadır.
Kişisel çıkarlarını kovalayanların yada ‘benim dediğim’ veya ‘benimseyip savunduğum’ düşünce ve fikirler ‘tek ve doğrudur’ söylemi içinde olanların zaman zaman başvurdukları bir yoldur.
Gerçek adını vermekten imtina edenlerin sığındığı yapay bir ‘buz odası’ dır.
Şahsi fikirlerini başkalarına kabul ettirmek için veya geçmişte bu ülke için olağanüstü çaba sarf etmiş, toplumun olmazsa olmazları arasında olan devlet ve fikir adamlarının düşüncelerini ‘yok hükmünde’ saymak ve topluma lanse etmek için kullanılır.
Milyarlarca doğru ya da yanlış bilgi ve düşüncenin yer aldığı bu devasa ortamda gerçeği ve doğruyu bulmak için kendini iyi yetiştirmek, bilgi sahibi olmanın yanısıra ve sorgulayıcı olmak gerekir.
Takma adla yazıp bir düşünceye saldırmak, hatta kişileri hedef almak ne derece ahlâkidir? Kişisel çıkar ve egolarını tatmin için birilerini kötülemek isteyecek ‘tip’lerde takma adlarına sığınıp yazı yazacaklar, fikir beyan edeceklerdir.
Ancak diğer yandan bu yazılar isimsiz telefon gibi algılanacak, gün gelecek dikkate alınmayacaktır. Rant uğruna bu davranışı sergileyenlerde maalesef vardır.
Takma adla yazı yazıp da gerçek ismini saklamayanlara elbette sözümüz yoktur.
Takma isim kullanılması zaman zaman Türk edebiyatçılarının başvurduğu bir yol’dur, ancak kimlerin hangi takma adlarla yazdıkları da bellidir. Bu konuda yine internet ortamında aldığım (doğru veya yanlış teyit etme olanağı zor olan) birkaç örnek vereyim.
MÜSTEAR ADLAR.
Gerçek Adı   Müstear Adı:
Adalet Cimcoz = Fitne Fücur
Ahmet Turan Alkan = Recai Güllaptan
Ali Sirmen = Samim Lütfü
Attila İlhan = Abbas Yolcu, Beteroğlu, Ali Polatoğlu, Nevin Yıldız
Aziz Nesin = Alişan Konuşkan, Bahri Filbahri, Bedri Birdirbir, Falan Filan, Hakkı haklar, Sıtkı Sırılsıklam, Sülüman Gider, Kerim Kihkih, Oya Ateş…vs..
Çetin Altan = Hadi Borazan, Hüseyin Zurna
Necip Fazıl = Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki
Ziya Gökalp = Bimar, Büyük Baba….vs…Bu listeyi uzatmak mümkündür.