26 Aralık 2015 Cumartesi

SONRA DİYORUM Kİ



Bereket fışkırıyor toprak
dört bir yan çiçek
gelip içime oturuyor çiğdem kokuları
buram buram
hiç bitmeyen bir umut
uyanıveriyorum sonrasında
insan uyuyamıyor zalim değilse
bazen çöllerde bir ceren
bazen dağlarda bir doğan
ama hep tek başına
mavi mavi açıyorum
kayalar ardında
güneşe dönüyorum yüzümü
aydınlığa
dağ, taş , ot, bayır
delicesine koşuyorum
uçarcasına...
Sonra diyorum  ki
masmavi gökyüzüne rastlamak ne mümkün
ay bile soluk ve fersiz
sadece çiçekler
renkleri ve kokuları aynı
kafam karmakarışık
ırmaklarla yan yana
bilinmeyen denizlere çekse de
başına buyruk değil ayaklarım
ve yüreğim
yıldızsız ve aysız
geceler çekilmiyor karanlık
gündüzler güneşsiz
insanlar soluksuz
sokaklar insansız.


Hüseyin Güzel/ 26.12.2015


17 Aralık 2015 Perşembe

GENÇLİK GERÇEĞİ BİLMEKTEDİR

Mustafa Kemal’in düşüncelerini ve yaptıklarını anlamayanlar kuşkusuz ne dünü anlamışlardır ne de bugünü.
Ne dünü anlayabileceklerdir ne de bugünü…
Mustafa Kemal’in “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur”  ifadesini  “sorunlu” olduğunu ifade edenler ne memleketin geçmişte içinde bulunduğu durumu anlayabilecek kapasitededirler ne de geçmişte yaşanan olayların bilincindedirler.
Şair ne demiş “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır”. Demek ki üzerinde yaşadığımız toprakları kanımız canımız pahasına içten ve dıştan gelebilecek her türlü saldırılara karşı korumak zorundayız.
Çanakkale’de toprağa düşen yüz binler, Sarıkamış’ta donarak ölen on binler, Yemen çöllerinde iskorbüte, açlığa ve susuzluğa yenik düşenler bilinmelidir ki bu vatan topraklarında çocuklarımızın, analarımızın, bacılarımızın gelecekte özgürce yaşamaları için canlarını vermişlerdir.
Birileri bunu anlamakta zorlanabilir.
Anlamamakta direnebilir.

Ancak gerçek budur ve asla değişmeyecektir.
Mustafa Kemal’in "Bağımsızlığımızı ve cumhuriyetimizi” emanet ettiği gençlerde bu gerçeği bilmektedir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Geçmişin karanlık yüzünü çok iyi bilen Mustafa Kemal bir daha o karanlık ve insanlık dışı olayların yaşanmaması için “Türk gençliği” ne “Türkiye Cumhuriyetini ve bağımsızlığını” koruma ve kollama görevini vermiştir.
Kurtuluş Savaşı sırasında emperyal güçlerin ülkemizi “Mondros Ateşkes Antlaşması” hükümleri çerçevesinde işgal etmeye başlaması ve işgal edilen topraklarda yaşayan Türk insanına yaptıkları insanlık dışı muameleler henüz hatıralarda tazeliğini korumaktadır.
Yukarıdaki ifadeyi “sorunlu” olarak niteleyen zihniyet acaba doğu’da Rus destekli Ermeni”nin, batıda İngiliz destekli Yunan’ın, Güneydoğu’da Fransız destekli Ermeni’nin, Kuzeyde bizzat İngiliz’in ve desteğinde Pontus’lu Rum’un yaptıkları mezalimleri bilmiyor mu?
Yoksa bilmek işlerine mi gelmiyor?
Tarihin tozlu sayfalarını açıp okuduklarında ya da arşivleri incelediklerinde ( ki sadece Osmanlı arşivini değil, Rus, İngiliz, Ermeni, Yunan, Fransız, İtalyan arşivlerini) gerçeği tüm çıplaklığı ile göreceklerdir.
Batı Anadolu’yu Emperyalist güçlerin desteği ile işgale başlayan Yunan’ın yaptığı mezalimlerin fotoğraflarının rengi henüz solmamıştır.
Bursa’da, Balıkesir’de, Kütahya’da, İzmir’de, Afyon’da, Aydın’da ve ilçelerinde savunmasız insanları baltalarla doğrayan, kadınlara genç kızlara tecavüz edip acımasızca öldüren Yunan değil de kimdir?
Ermeni’nin yaptığı mezalimlerin burada anlatılmaya kalkışılması durumunda, yapılan mezalimleri okuyanlar gözyaşlarını tutamayacaklardır.

Ermeni güçleri Türk insanına akla hayale sığmayacak mezalimleri, işkenceleri yapmışlardır.
Halkın dilinden bu güne ulaşan “destan”lar, konuya ilişkin yazılan kitaplar, arşiv fotoğrafları incelendiğinde gerçeği görmemek için ya kör olmak ya da şaşı olmak lazım.
Sâmiha Ayverdi’nin “Türkiye’nin Ermeni meselesi” adlı kitabının birinci bölümünün LVII sayfasında yer alan bir bilgiye göre : “Ermeni ve Rusların Van ve havalisinde Müslüman ahaliye büyük mezalim yaptıkları, Van’ın Abbasağa mahallesinden Firdevs’in ifadesine göre işgalcilerin kadın, çocuk, genç, ihtiyar demeden İslâm ahaliyi çeşitli zulümler yaparak öldürdükleri; hamile bir kadının karnını yararak çocuğu çıkarıp kafasını kestikleri, girdikleri evlerdeki insanları saatlerce işkence yaptıktan sonra öldürdükleri, on beş- on altı yaşlarında bir erkek çocuğu çırılçıplak soyarak cinsel organını kestikleri ve daha sonra doğradıkları; Amerikan müessesesine götürülen kadın ve kızların ırzına geçildiği, mezarlıkları kazarak defnedilmiş olanları dışarı çıkardıkları ve ziyaretgâhları kazıp içlerine pislik doldurdukları…” anlatılmaktadır.
Örnek teşkil etmesi bakımından yukarıdaki bilgi notunu buraya aldım. Bunun gibi yüzlerce, binlerce olay söz konusudur.
Tüm bu bilgiler ışığında ve bu olan bitenleri içinde bulunduğu dönemde yaşayan, duyan, gören Mustafa Kemal ne yapmalıydı?
“Gençliğe Hitabe” kaldırılmalıdır diyenlere sormak lazım.
Bu yaşananlar karşısında Mustafa kemal “Bağımsızlığımızı ve Cumhuriyetimizi” gençliğe değil de kime emanet etmeliydi?
Gençliğe Hitabe kaldırılmalıdır” diyen zihniyet 

Hitabe’nin devamı daha da sorunlu” diyor ve devamla şunları yazıyor:

“İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır.” Dâhilî ve haricî bedhahlar! Yani “iç ve dış düşmanlar”!
“Yani, belirli toplumsal kesimleri “iç düşman” olarak damgalayıp..."
Sormazlar mı adama Kurtuluş savaşı sırasında Kuvay-ı Milliye güçlerine karşı kurulan Kuvay-ı İnzibatiye nedir diye?
Mustafa Kemal’in “Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dâhili ve haricî bedhahların olacaktır” söyleminin söylendiği dönemin olaylarını anlamakta güçlük çekiyor.
Gençliğe Hitabe öncesi yaşanan olaylara ve yurdumuza yönelik iç ve dış düşmanların saldırılarına bakıldığında, hitabenin neden ve niçin söylendiği daha rahat görülecektir.
İzmir’e işgal amaçlı asker çıkaranları alkışlayan, “Kuvay-ı Milliye” birliklerine karşı cephe gerisinde taassup ve cehaleti harekete geçiren, yeşil bayrağı açarak Anadolu’nun dört bir yanında isyan çıkaranların varlığı ne çabuk unutuldu.
Mustafa kemal’in Anadolu’yu düşman işgalinden kurtarmak için gösterdiği çaba yok edilmek için, Damat Ferit Paşa Hükümeti tarafından en ağır tedbirlerle engellenmeye çalışılmadı mı?
Bu amaçla “irtica” işgalci güçlerle birleşerek Türk Milletinin kurtuluşunu ve bağımsızlık hamlesini kırmak, yok etmek için uğraşmadı mı?
Mustafa Kemal “Divanı Harp” in aldığı 4 Mayıs 1920 tarihli karar ile “resmî rütbe ve nişanlarının alınması” ve “idam cezasına” mahkûm edilmedi mi?
Anzavur İsyanı, Kuvay-ı İnzibatiye, Düzce-Hendek ve Adapazarı isyanları, Yenihan, Yozgat ve Boğazlıyan isyanları, Afyon’da Çopur Musa isyanı, Konya isyanları, Millî aşiretinin isyanı vs. İstanbul Hükümeti ve İtilaf devletlerinin ortaklaşa yaptıkları tahrikler sonucu çıkmış olup cahil ve taassup sahibi kimselerle işbirliği yapılmadı mı?
Çerkez Etem olayı yaşanmadı mı?
Şimdi çıkıp “iç ve dış” düşmanlardan bahsettiği için, gençliği ve Türk Milletini uyardığı için “Hitabe’nin devamı daha sorunlu” demek aymazlık değil midir?
Tarihi olayları ve Hitabe’nin söylendiği yılların olaylarını görmezden gelip, olayları kendi düşüncesine göre yontmak değil midir?
O dönemlerde her şeyin belirsiz, her şeyin bıçak sırtı olduğu karanlık günler yaşanmadı mı?
Bu karanlık günlerden çıkış Türk Milleti’nin amansız mücadelesi ile gerçekleşmedi mi?
Vatanın kurtuluşu için her türlü tehlikeyi göze almış, boynunda asılı “idam yaftası” karşısında gözünü kırpmadan kurtuluş için mücadele etmiş, suikastlardan kurtulmuş, kurulmuş tuzaklardan sıyrılmasını bilmiş Mustafa Kemal, memleketin geleceğini “Türk Gençliği” ne bırakmayıp da ne yapacaktı?
Ne yapmasını ne demesini beklerdiniz?
İlgili yazıyı daha fazla dikkate almaya gerek yok sanırım. İçeriğine asla katılmadığım cümleler ile devam ediyor. Yazıyı okuyanlar zaten yazının kimleri hedef aldığını görüyorlar, okuyorlar.
Ancak şu kadarını söyleyeyim ki geleceği görmek, tasarımlamak için geçmişten yani tarihi olaylardan ve yaşananlardan ders çıkarmak gereği vardır.
Türk genci devrimlerin ve devlet düzeninin bekçisidir. Dün de bekçisi idi bugün de bekçisidir, gelecekte de bekçisi olacaktır. Çünkü Atatürk ilke ve devrimlerini benimsemiştir. Cumhuriyet ve bağımsızlığımıza gelecek her türlü saldırılara karşı elindeki her türlü imkânlarla karşı koyacaktır.
Bunu yaparken de muhtaç olduğu kudretin “damarlarındaki asil kanda” olduğunu unutmayacaktır.
Bir takım “aydın” kılıklı zevat da bunu böyle algılamalı böyle bilmelidir.
 “’Gençliğe Hitabe’ de kaldırılmalı dendiğinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 1920’lerde ve hatta daha öncesi 1905-1920 yılları arasında yaptığı mücadeleyi anımsamamak mümkün değil.
Mustafa Kemal 1905 yılı itibari ile genç bir subay olarak ordu birliklerinde görev almaya başlamış, cepheden cepheye koşmuş, genç yaşta ordu komutanlığı yapmış, gittiği cephelerde emrindeki Mehmetçikler ile verdiği amansız mücadelede başarılı olmuştur.
Osmanlı’nın Alman üçkâğıtçılığı sonrasında bir oldubitti ile I.Dünya Savaşı’na girmesini hepimiz biliriz.
I.Dünya Savaşı’nda Osmanlının içine düştüğü durumu burada anlatmanın gereği yok.
Zaten buna gerek de yok.
Mustafa Kemal’in bizzat söylediği “Nutuk” okunduğunda verilen mücadelenin durumu, seyri ve önemi anlaşılmaktadır.
Genç kuşaklar “Nutuk”u okudukları zaman dönemin tarihsel olaylarını yakından öğrenme olanağını zaten bulurlar.
Ancak şu kadarını yazmak ta fayda var ki Mustafa kemal Nutuk’un sonunda “Türk Gençliğine bıraktığı kutsal armağanı” yani “Gençliğe Hitabe”sini söylemektedir.
Gençliğe hitabeyi söylemeden önce şunları belirtir:
“Sayın baylar, sizi, günlerce işlerinizden alıkoyan uzun ve ayrıntılı sözlerim, en sonu tarihe mal olmuş bir çağın öyküsüdür. Bunda, ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmiş isem kendimi mutlu sayacağım.
Baylar, bu söylevimle, ulusal varlığı sona ermiş sayılan bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.
Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.”
Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum” diyor ve sonrasında her Türk gencinin dikkatlice ve göğsü kabararak okuduğu “Gençliğe Hitabe” sini söylüyor.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Mustafa Kemal Atatürk dönemi olarak adlandırdığımız dönem 1923- 1938 tarihleri arasını kapsamaktadır.
Bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılmış, büyük bir azim ve irade ile her türlü engellere karşı mücadele edilmiştir.
Mustafa Kemal’in cumhuriyeti, cumhuriyetin temelini ayrılıklar üzerine değil, Anadolu coğrafyasında birlik ve beraberlik içerisinde yaşanılması üzerine kurduğu akıldan çıkarılmamalıdır.
Bu hitabe her okulun girişinde ve sınıflarında yani Türk Gençliği’nin okuması gereken yerlerdeki müstesna yerini almıştır.
Yıllarca yaptığım öğretmenlik mesleği boyunca Atatürk’ün “Gençliğe Hitabe” sini büyük bir mutlulukla sınıflarda görme olanağı buldum.
Öğrencilerimin mutlaka dikkatlice okumalarını ve öğrenmelerini istedim. Gençliğe hitabenin söylenmesinin nedenlerini onlara öğrettim.
Ve binlerce öğretmenin de aynı duygularla öğretmeye devam ettiğini de biliyorum.


4 Aralık 2015 Cuma

İNSANIN İNSANA YAPTIĞI ZULÜM

Emperyalizmin sorumlu olduğu küresel terör insanlığı vuruyor. Terör ile insanları katledip, gözünü korkutmaya çalışanlar; vicdansızdır, acımasızdır, kör cahildir, ahlâksızdır, rant avcısıdır, yalancıdır, kibirlidir, öteki düşmanıdır, demokrasi ve özgürlük düşmanıdır.
Küresel terörden sorumlu olanların ne denli acımasız olduğunu yapılan katliamlardan görüyoruz.
Bugün küresel terörden şikayet edenlerin, küresel terörün yaygınlaşmasındaki rolleri  küçümsenmeyecek boyutta.
Terörden şikayet eden emperyalist ülkeler, terörden yararlanıp var olan sistemlerini, yol haritalarını devam ettirme amacındalar.
Bırakınız küresel terörü, yaşamın her alanında yaptıkları, yapmaya çalıştıkları ile insanlık için büyük tehlike arz ediyorlar.

Küresel ısınmanın müsebbibi de onlar. İşin şakası yok. Atmosfere salınan devasa karbon miktarı ile küresel ısınmanın önüne geçmenin olanağı yok. Isınma devam ettiği sürece flora ve fauna tehlike altında.
Canlıların yaşam alanları yok edildiğinde, insanların yaşam alanları da yok ediliyor demektir. Küresel ağababalar kendi çıkarları için dünyayı yaşanmaz kılmaktan kaçınmıyor.
Rotatifler dönsün, egemenler daha fazla kazansın diye fosil yakıt tüketimi doğanın döngüsünün alt üst ediyor.
Şehirlerde zehir solunuyor, kirlenen içme suları tüketiliyor.
Kuzey Kutup buzulları eriyor. Himalayalar, Alpler barındırdığı buzullardan kurtuluyor. Dolayısıyla  denizlerdeki su seviyesi artıyor, kıyılar yaşanabilirlikten hızla uzaklaşıyor.
Tayfunların, kasırgaların, sel baskınlarının, heyelanların ardı arkası kesilmiyor.
Elbette suçlu egemenler, kapitalistler ve emperyalistlerdir. Bunlar ikiyüzlü politikaları ile milyonlarca suçsuz insanın yaşamını zora sokuyor, yok ediyor, zapturapt altına alıyor.
Akıllarda olumsuz imgeler oluşmuş durumda. Gerek terör belası, gerekse dünyanın yaşanabilirliğinin zora girmesi milyonlarca insanı olumsuz etkiliyor, etkileyecek.
Açlık ve susuzluk, yoksulluk ve yoksunluk, terör ve sığınmacıların artması, ata yurdunu terk edenlerin sınırları zorlaması, süregelen kaçış, olumsuzluklara sahne olan coğrafyalar.
İnsanın insana yaptığı zulüm. Ölüm ve yağma her yerde. Modern yaşam tarzının benimsendiği yüzyılımızda köle pazarları, yaşam mücadelesi veren kimsesizler. erkek egemen toplumda varlığı ile yokluğu umursanmayan kadınlar, kızlar.
Yapılan kıyımların, ötekileştirmelerin, insanın insana yaptıklarının kanıksanması. Ölümün doğallıktan yoksun kılınması. Binlerce yılda süzülüp gelen kültür eserlerinin balyoz darbeleriyle yok edilmesi. İnsana ait yeryüzü izlerinin silinmeye çalışılması.
Acıtıcı gerçeklerin yanı sıra düşündürücü gerçeklerin yüzümüze birer tokat gibi savrulması. Boşuna dememişler "insan insanın kurdudur" diye.
Unutulmamalıdır ki kazanılan değerler yok edilirse insanlık yok olur. Dünya yaşanabilir olmaktan çıkar.