22 Temmuz 2016 Cuma

OĞUL GEL KAHVALTINI YAP

Uyandığımda güneş epey yükselmişti. Sabahın ilk ışıkları ile etrafı çınlatan bağırış çağırışlar yerini dinginliğe bırakmış, çocukların bağırış çağırışları da duyulmadığına göre tere yağı sürülmüş ekmek dürümlerini çoktan yemişlerdi. Gürültüyle yanan ocağın başında anam "oğul gel kahvaltını yap" diye seslendi. Ekmek sacının üzerinde ısıtıp arasına peynir koyduğu sıcak yufka ile bir bardak sıcak çayı bana uzattı. İsteksizce aldım. Aç durmakta olmazdı. Kahvaltımı yaptıktan sonra pencereden içeri sızan ışığın verdiği durulukla kapıyı aralayıp dışarı çıktım. Derin bir nefes aldım. Yaprakları rüzgarla hışırdayan ulu ağacın altına doğru yürüdüm.
Evden ayrıldığımda vakit öğleye yaklaşmıştı.  Tek başınaydım, yanımda kimsecikler yoktu. Yeni bir günün ışıkları etrafı aydınlatırken, serin bir havanın etkisiyle sokaklar ıssız ve sessizdi.  Çekingen bir güneşin ışıkları eşliğinde alacakargaların canhıraş bağırışları sessizliği bölüyordu. Ulu ağacın gölgesi altında bir süre durduktan sonra sıkıldım.  Ağacın yanında ayrılıp çakıl taşlarıyla bezenmiş dar sokağa saptım. Taştan ve kerpiçten yapılmış, beyaz toprakla sıvanmış sıvaları dökülmekte olan evler içlerinde kimsecikler yokmuş gibi sessizce bana bakıyordu. Yeşilliğini çoktan kaybetmiş, bozarmış topraklar yorgunluk ve derin bir sessizlikle evlere eşlik ediyordu. Etrafta fundalıklar, çalılıklar, güller yoktu. Bozkır alabildiğine geniş bir alanda uzanıyordu. Dağ yamaçlarında Alacadoğanlar, Şahkartalları düzlükleri seyretmekte. İddiasız topraklarda insanlar hayallerinin peşinde evlerine kapanmış yaz yorgunluğunun rehavetindeler.
Güneş evrildikçe hava bozmaya başladı. Deli bir yel esip gürlüyor. Önüne ne gelirse alıp götürüyor. Tek götüremediği şey hatıralarım ve yaşadıklarım. Köyün içinde kızılca kıyamet kopmak üzere. Bedenimi acımasızca döven yel sırtımdaki gömleği hiçe sayıp vücudumu ürpertiyor.  Etrafta bir tek söğüt yaprağı bırakmama telaşıyla estikçe esiyor. İnce toz tabakası etrafa savrulurken yoğun  toz bulutundan göz gözü görmüyor. Umutsuzca yorgun evlerin kuytularına sığınıyorum.  Fırtınalı dağlardan kurtulup, ölü bir bozkırda öylece kalakalmış gibi, öyle çaresizce. Yaz boyunca buralara bir tek damla yağmur düşmedi. Yakıcı bozkır sıcağında, görüp göreceğimiz tek bulut da uzaklarda bıraktığı yağmurdan arınmış olarak parlayıp durdu.
Her gün ufukta titrek bir ışıkla çarpıcı bir manzara göz alabildiğince uzanırken yaz boyunca hemen hergün mutsuz, hayal kırıklığına uğramış, ızdıraplar içinde hissediyordum kendimi. Yine baba ocağında, yine işsiz, yine geleceğimden endişeliydim. Kahır dolu günler birbiri peşi sıra  geçmiş, zümrüt yeşili buğday tarlaları yerini sarı bir renge bırakmıştı. Sararan, kuruyan otlar sanırsın beni işaret ediyordu. Dar sokağın kuytusunda üzeri düzleşmiş, kızıltoprak rengi taşa oturdum. Başımı ellerimin arasına alıp, etrafa boş gözlerle bakmaya başladım. Kızılca kıyamet kopuyordu. Bu bir serap değildi elbette mevsimin ve yaşamın bir döngüsüydü. Doğanın hırçınlığı karşısında aciz kalanlara doğanın verdiği bir ders olmalıydı bu.  Hazan mevsimini yaşıyordu yer gök, tekmil canlı.  

Mavinin ve grinin birleştiği, yoksulluğun ve acının coğrafyasındayım. Onlarca yıldır kuraklıkla boğuşan topraklarda, suyun olmaması yaşam için ölümcüldü. Sulu tarım yapma olanağı yoktu. Çünkü su yoktu. Çorak topraklarda devam eden yaşam mücadelesi köylerin kimliğini belirler. Bozkırın sessizliğini hiç kimse bozmak istemese de, bir deri bir kemik kalmış, kavruk yüzler her şeyi anlatır. Stres onların vazgeçilmezi. Çoğunun kendi işlerinden başka kaygıları yok. Kan ter içindeki köylü, yakıcı güneş altında, toprağı işler. Köylünün yaşayışında değişmeyen hep aynı durgunluk devam eder. Onlar günün yorgunluğu ile kendi derdindeler. Başkalarının çıkarlarıyla, yaşamlarıyla ilgilenmezler.

21 Temmuz 2016 Perşembe

YARALI YÜREĞİM


Yaşam için boş bir kâğıt sayfasıydık sanki
sanki kuşatılmış sokaklardaydık
yoksulluk ve ezilmişlik kavurmuştu yüzümüzü
yıllar hızla geçti gülüm
hüzünler, acılar, sevinçler, bilirsin
geride kalan anılarda
gözlerinde yağmur damlasını izlemek
kuşun kanadında ıslanan kızıl toprağı
şafağın karanlığında bekleyişi
yaşamın o derin sularını.

Ölümü, kayıp giden yıldızları
gül kokulu gözlerindeki derin vadileri
bir deniz kıyısını, ağaçları düşünmek
gökkuşağı rengindeki yaşamları.

Yaralıydı çocuk yüreğimiz
Yaşam için boş bir kâğıt parçasıydık sanki
Sanki duvardaki sararmış fotoğraflardaydık.

Hüseyin Güzel/13.08.2013/İstanbul