25 Nisan 2017 Salı

BİR GÜN BENİ BULAMAZSIN

Beton gibi olmuş sert toprağı çapalamaktan, karasabanla sürmekten yılmayan gençlerin mecburen gurbetin yolunu tutmasının sonucunda, sıla özleminin, ana baba, yavuklu, evlat hasretinin insan ruhunda bıraktığı tahribatın boyutlarının ne denli etkileyici olduğunu konuşmalardan anlıyordu dinleyenler.
Bir zamanlar gözü gibi koruyup duasını eksik etmedikleri tarlalarıyla, bostanlarıyla, bahçeleriyle eskisi gibi ilgilenememelerinin, yaban otlarının talan ettiği tarlaları, bağ ve bahçelerini uzaktan seyretmenin yarattığı düş kırıklıkları bedenlerinde onulmaz sarsıntılar yapıyor olmalıydı.
Gurbette yaşam zordur. Ben bu zorluğu öğretmen okulunda öğrenciyken yaşamıştım. Bulunduğun yerde tanıdık bir sima yoksa, derdini söyleyeceğin bir insan yoksa sıla özlemi insanı derinden etkiliyor.
Sevdiklerini bırakıp gurbete beş on kuruş kazanmak için gidenlerin, gittikleri yerde karşılaştıkları zorlukları, çalıştıkları inşaatlarda kaldıkları barakalardaki sefilliklerini, tandırda pişen ekmeğin sıcaklığına hasretlerini, uzun zamandır dillendiremedikleri   düşüncelerini otobüsün yoğun sigara dumanı havasında dile getirmeleri insanı derinden etkiliyor.
Bir süre sonra yol çizgileri akarken sesler azalmaya başladı. Uzun süre sohbet eden yolcular anlatacaklarına ara verip gözlerini kapattılar, gidecekleri yeri düşündüler, belki de sılayı. Kim bilir belki de gurbeti. Kimi geride bıraktığı evlenme çağına gelen oğlunu, kimi fukaralığı, kimi yeni evlendiği eşini, kimisi sevgilisini, kimisi de gurbetten dönünce köyünde, kasabasında yarım bıraktığı işini tamamlamayı, kimisi de yaşlı anasını babasını kim bilir.
Yol çizgilerinin başlangıcında bıraktığım ana ve babamı, küçük kardeşimi, yaşantılarını, umutlarını, sevdalarını, kaygılarını, bozkırın acımasızlığını, insanların çıkarcılığını, anlaşmazlıklarını düşündüğüm gibi.
Lise yıllarımı, sevdalarımı, çaresizliğimi, parasızlığın, açlığın, hor görülmenin belleğimde bıraktığı onulmaz yarayı düşündüğüm gibi.
Pabuçlarımı eskittiğim, tozunu yuttuğum okul bahçesinin uzak duvarına sırtımı dayayıp gözyaşlarımı içime akıttığım zamanları. Bir yumruk gibi boğazıma tıkanan, bukalemunların, fosillerin, duygu tacirlerinin söyledikleri yalanları. Saf ve temiz duygularımı kız arkadaşımla birlikte okul sıralarında bırakışımı. Nazlarımın ıslak seher yeli ile savruluşunu. Boynumu büküp gelecek düşlerimi dirsek çürüttüğüm kitaplar arasına çaresizce terk edişimi. Hücrelerimin en derinine sinmiş isyanımda hissettiğim acılarımı. Duygularıma tüm çabalarıma rağmen hakim olamayışımı.
Bitmesini istemediğimiz çocukça bir rüyaydı bizimkisi. Gecelerin hiç olmamasını, pas tutan düşüncelere ışık, kör karanlığa aydınlık olmasını istercesine narin  ellerimizi birbirinden ayırmaya korkarak düşlemiştik geleceği.
Hiç unutmuyorum bir gün okulun arkasında bulunan ağaçlıkta gölgenin serinliğinde, gözlerimi rüzgarın hafifçe hışırdattığı ağaç dallarından ayırmadan, yaklaşmakta olan ayak seslerini umursamadan sırtustü uzanmışken gelmişti yanıma.
Gözlerindeki parıltı her daim beni rahatlatmıştı. Yine o parıltı vardı gülümseyen gözlerinde.
"Bil bakalım dedi dün gece ne yaptım?"
"Bilmem" dedim "kitap mı okudun?"
"Evet" dedi "yalnız okuduğum bir roman ve ya hikaye değildi en güzel Hasan Hüseyin Korkmazgil şiirleriydi."
"Ne güzel bir seçim yapmışsın. bende severim Korkmazgil şiirlerini. Hem kendi toprağımızın yetiştirdiği bir şairdir o."
"Evet" dedi "Hele o eşine yazdığı şiirler yok mu insanı alıp götürüyor başka dünyalara."
Haklıydı. Şair hiç tanımadan, yüzünü görmeden aşık olduğu sevdiğine ne de güzel şiirler yazmıştı. Hasret kokan, aşk ve sevgi kokan.
"Sen ne yaptın anlatsana" diye gözlerime baktı.
Nasıl anlatabilirdim ki dün gece nerde olduğumu ne yaptığımı. Akşamın alacakaranlığında evden çıkışımı. Ayaklarımın beni serseri mayınlar gibi sürükleyişini. Evlerinin ışık sızan penceresinin altına gelip saatlerce, çıt çıkarmadan ışık sönene kadar bekleyişimi. Nasıl anlatabilirdim ki.
Bekledi ki konuşayım. Duruşu, yürüyüşü, davranışları o kadar güzel ve etkileyiciydi ki. Yanı başımda anlat diye ısrarlı bakışları.
Dayanamadım ne yaptığımı, nerde olduğumu anlattım ona. Anlattıkça yüzü kızarmaya, gözleri nemlenmeye başlamıştı.
"Ne olacak bu halimiz söylesene ne yapacağız "
"Bilmem" dedim bakışlarımı uzaklara çevirerek "bilmem."
Gerçekten de ne olacağını bilmiyordum. Sadece ona olan tutkumun vazgeçilmezliğini biliyordum.
Babası okulumuzda öğretmendi. Babam ise kol gücü ile tarlasında, hayvanlarının peşinde rızkını çıkarmaya çalışan biri.
Bu durumda kavuşmak olası mıydı bilmiyordum.
Bilmek istemiyordum.
Babası oldukça sertti.
Acımasızdı.
Sabah okula geç kalan öğrencileri okulun giriş kapısında elinde sopa ile beklerdi, gelenlere ceza verirdi.
Bu beni korkutuyordu. Bunu ona söylemem hem imkansız hem de doğru değildi.
"Bilmem" deyip sustum.
"Biliyor musun" dedi, "şiirleri okurken hep seni düşündüm, geleceğimizi."

Beni düşündüğünü söyleyince, bende dün gece evlerinin penceresinden dışarıya sızan loş ışığın aydınlattığı perdenin arkasında bir kez dahi olsa gölgesini görmek için saatlerce beklediğimi, onu düşündüğümü tekrar ettim. Yanakları elma kırmızısına döndü. Gözlerini kaçırdı. 

6 yorum:

  1. Ne kadar güzel bir aşk ve gurbet hikayesi Hüseyin hocam, hakikaten gurbette ayakta kalma savaşı çok zordur, rahmetli babamdan biliyorum.:(
    Selamlar....

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ve gerçek olan bir durum bu Müjde kardeşim.
      Yıllar yıllar önceye giden...
      Gurbet
      tek kelime ile
      sıla özlemi duyanlar için
      "zulümdür" bana göre...
      Yaşayan bilir...
      Selam ve saygılar.

      Sil
  2. Öykü yazıyor muydunuz diye düşündüm Hüseyin Hocam. Öykü tadında ne kadar güzel bir yazı Yazmıyorsanız lütfen yazın. Etiketlerde göremedim.
    Gençlerin özellikleri, yalnızlıkları, duyguları ne güzel dile getirilmiş. Emeğinize- kaleminize sağlık.
    Esenlikler dilerim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet hocam.
      Öykü demeyelim de buna
      Yazdığım
      üzerinde çalışmakta olduğum
      otobiyoğrafi tadında
      bir roman denemesinde kısa bir bölüm bu...
      Ne zaman biter
      biter mi
      yoksa
      Yaşar kemal'in
      "İnce Memed"ine mi döner
      İnce Memed!i Rahmetli 30 senede tamamlamış.
      Bu çalışmama da tam 7 yıl oldu hala devam ediyor:)
      Ekleme çıkarma
      derken
      uzayıp gidiyor.
      Yazdıklarım yaşanmış gerçeklerden oluşuyor...
      Selam ve saygılar hocam.

      Sil
  3. Yazdıklarınız yaşanmış gerçeklerden oluştuğu için, hissederek, duyumsayarak ve tekrar tekrar yaşayarak yazdığınız için, okuyucuya aktarımınız da o derece gerçek ve hissedilir oluyor. Hüzünlü bir aşk hikayesi ve insanı bir o kadar hırpalayan gurbet sancısı emeğinize sağlık Hüseyin Hocam, kaleminiz daim olsun. Saygılar..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Elbette "kurgu" ile "gerçek" farklıdır.
      Tabi bu yazan için böyledir
      ki aynı zamanda sanıyorum
      okuyanın da okuduklarının gerçek olduğunu bilerek okuması ayrı bir hissiyat duygusu veriyor.
      Yaşanmışlıkların ancak çok azı geleceğe kalır
      sadece yazılanlar yani
      bence
      eli kalem tutanlar
      mutlaka
      bir "günlük" tutmalı .
      Aşık Veysel'den bize kalan nedir?
      misal veriyorum Veysel'i.
      Toplumun kabul ettiği gerçekçi türküleri değil mi?
      İşte bizlerden de kalacak olan anılarımızın yazıya dökülmesi.
      Gurbete gelince
      hepimiz onu yaşamımızda zaten duyumsuyoruz.
      zor olanı sıla hasreti.
      Yorum için teşekkür ederim.
      Selam ve saygılar.

      Sil