Hepsinin
de hikayesi aynı. Birinin yaşamı diğerinden farklı değil.
Genelde hayvansal
ürünleri ve dağlarda toplanan otları yediklerini söylüyor Allahverdi amca.
Söylenenleri
başıyla onaylıyor Kudret amca. “Çünkü”
diyor “yiyecek başka bir şeyimiz yok”.
Kahvede ilk dikkatimizi çeken çayı çok fazla içmeleri oldu.
Kahvede ilk dikkatimizi çeken çayı çok fazla içmeleri oldu.
Sorduğumuzda,
“bizler alışmışız” dediler gülerek. “Soğuk havalarda çok çay içeriz. İçimizi
anca ısıtır.”
Çayı
kıtlama dedikleri yöntemle içtiklerini söylediler. Çay şekerini bardağa atıp
çayın içinde eritme yerine şekeri, dillerinin kenarına yerleştiriyorlar. Bir
kesme şekerle beş altı bardak çay içiyorlar böylece. Calada kaldığımız sürece
ne ben ne de Meriç bir türlü alışamadık kıtlama çay içmeye.
Hamza
dayı ak düşmüş sakalını elleriyle sıvazlayıp anlatmaya başladı, o kısacık
dinlenme anında.
“Bakın hocalar”
dedi gülümseyerek. Biz de meşhurdur “kıtlama”
çay içmek.
Kaşlarımızı
çatıp, dudaklarımızdaki gülücüğü gizlemeye çalışarak dinlemeye başladık Hamza dayıyı.
“Zamanın birinde“
diye başladı anlatmaya.
“Zamanın birinde Erzurum
köylüklerinde bir tanıdığının yanına gelen misafire çay ikram ederler. Adam ne
bilsin. Ortaya konan şeker tabağından iki şekeri alıp çay bardağına atar.”
“Eee”
diye gülmeye başladı Binali Karadağ.
Hamza
dayı bu. Zamanın acımasızlığına yıllarca dayanmış da “ah” dememiş.
Kahveci
Binali’ye dönüp “Bizim insanımız budur işte. Dinlemesini bir türlü öğrenemez!”
Binali
mahcup gözlerini indirdi yere.
Hamza
dayı devamla;
“Ev sahibi sesini, çıkarmaz
misafire. İkinci çay doldurulur bardağa. Adam yine tam iki şekeri bardağa
atacakken, ev sahibi adamın bileğinden yakalar.”
“Dur"
der hışımla adama.
"Adam şaşkın kalakalır bir
anda."
“Valla gardaş”
der ev sahibi misafirine. “Bizim burada
çay bardağına şeker atıp karıştırmazlar. Çayı senin içtiğin gibi içmezler. Bak
göstereyim sana diyerek şeker tabağından
aldığı bir şekeri dilinin altına yerleştirir. Sonra da çayını yudumlar. Adam
dikkatlice ev sahibinin yaptıklarına bakar."
“Olur”
der. ”Madem öyle ben de sizin gibi
yapayım bari”.
"Adam başlar çayını içmeye. Bir
yudum çay bir şeker, bir yudum çay bir şekerle çayını içer. Ev sahibi iyice
sinirlenir, kızarır bozarır. Çay tabağında şeker gitti gider derken. Üçüncü
bardak çay gelir. Adam tam şekere uzanacakken, yine adamın bileğine yapışır ev
sahibi.”
“Adamcağız şaşkınlıkla ‘ne oldu
gene’ der.”
Ev
sahibi gülerek “vallahi lazim” der. “Sen gene bildiğin gibi iç.”
Hamza
dayının anlatımına kahvede bulunanlar hep birlikte güldük. Böylece Calada çay
içmenin de adabını çaktırmadan bize anlatmış oldu Hamza dayı.
Ay, Hüseyin hocam çok güldüm ya, gerçekten. ALlah da sizi güldürsün. Kıtlama çayı Erzurum'da kaldığımızdan (çok küçüktüm hayal meyal hatırlarım) annemler bilirdi ama bilmeyen hakikaten anlamaz. Mesela bana da getirseler o iki şekeri bardağa atardım.:))))
YanıtlaSilKaleminize sağlık iyi geldi bu üzücü haberlerle dolu günlerde.
Teşekkür ederim kardeşim. Bu hay huy içinde gülmek de lazım bazen:)
SilAnadolu insanının bilgeliğini dışa vuran bu kısa anlatımda kazanacağımız çok şey var aslında.
Hamza Dayı'nın anlatımındaki satır aralarında verilmek istenen mesajları da iyi okumak lazım diye düşünüyorum.
Kısacası "kıtlama çay içmek" deyimi deyip geçmemek lazım.
Saygılar
Bir rivayete göre, "kıtlık zamanında ortaya çıktığı" iddia edilirken, bir başka rivayete göre de, "soğuk yerlerde şeker atınca çayın soğuduğunu keşfeden ataların bulduğu yöntem" deniliyor... Güzel ve esprili bir anlatım olmuş... Saygılar.
YanıtlaSilBence her iki varsayım da geçerli olmalıdır.
SilÇünkü, "yokluk ysada kıtlık" insanları tasarrufa yöneltiyor bu bir. İkincisi "kıtlama çay içmek" olayı belki de o ilk çıktığı yıllarda yetersiz olan şekerden tasarruf etmeyi de içeriyordur.
Diğer yandan çayın soğuk yerde sıklıkla içilmesi gerçekten insan vücudunun soğuğa karşı direncini artırıyor.
Kars Çıldır İlçesi kırsalında görev yaptığım 6 yıl boyunca gözlemlediğim vatandaşların kahvelerde çok fazla çay içiyor olmasıydı.
Bizler istesek de o kadar çayı içemiyorduk.
Yorum ve bilgi için teşekkür ederim.