İnsan sıklıkla yazdıklarında kendisini anlatır.
Yaşadıklarını, acılarını, sevinçlerini, mutluluklarını. Geride kalan sesleri,
renkleri, hayal meyal sisler içinde kalan bir kaç yüzü. Belki de zamanın
acımasızlığında silinmekte olan anıları.
Değerli yazar arkadaşımız Hanife Mert'in yazdığı "Düş
Batımı" ve " Bakış Acısı"
romanlarında da bu gerçeği görürüz. Yazar kendi yaşadıklarını kurgu ile
harmanlayıp anlatır. Çoğumuz anlatılanlara yabancı değiliz aslında. O anlatılanlarda
kendimizi, dolayısıyla geçmişimizi bir kez daha sorgulama fırsatı buluruz
böylece.
"Bakış
acısı" 80'li yıllarda başlar sorgulamaya,
anlatmaya.
Yazar, bu konuda şöyle der "Zaman, peşinden gelenlere
aldırmadan, hedefine varmaya odaklanmış bir olimpiyat koşucusu gibi hızla
geçiyordu. Takvimlerden kopanlar da bir daha asla geri dönmüyordu..."
Bu umut veren bir manzara değildir. Geride
kalanların geri dönmemesi. Oysaki insan mutlu olmak ister. Bu hem kendi için
hem de başkaları için yerine getirilmesi gereken bir durumdur aslında.
Bazen mutlu olmak da yetmez. Çünkü, çekilen
acılarda, felaketler de, umutsuzluk da, hepimizin içine çektiği hava da vardır.
Ve ne yazık ki giden bir daha geri dönmez geriye.
Bir yerde okumuştum yıllar öncesinde. "Issız
bir adada yapayalnız yaşamak zorunda kalsanız hangi romanları yanınıza alıp götürürsünüz?"
sorusunu. Ve ihtimaldir ki verilecek cevaplar sıklıkla "dünya edebiyatından,
Fransız ve Rus edebiyatından" romanlara dair olurdu.
Burada amaç sağlam eserler hakkında okuyucuya bir
fikir vermekti elbette.
"Bakış
Acısı" da yayınlandığı Eylül 2017 tarihinden
bugüne ilk baskı adedini bitirmiş, ikinci baskıya geçmiştir. Demek ki okuyucu
ilgili romanı benimsemiş, sahafların tozlu raflarında arar duruma gelmiştir.
Bu bağlamda yukarıdaki soruya verilecek
cevaplardan biri de edebiyatımızda hak ettiği yeri bulan "Bakış Acısı"
romanı olacaktır.
Yazarın dediği gibi; "Geriye dönüp baktığımda
uzun uzun seyredebileceğim film şeridine dönüşmüş umutlarım, anılarım,
hayallerim, hayal kırıklıklarım, anılarım, sevinçlerim, hüzünlerim ve tüm
yaşanmışlıklarımı gösteren bir şerit..."
İlgili romanı okurken, kendi geçmişimizi de bir
kez daha film şeridi gibi hatırlayalım.
"Temelden
sarsılan insanlar"...
Hangimiz sarsılmadık ki temelden.
Her dakika iç dünyamızı sarsan yaşadığımız
ütopyayı içselleştirmek için, temelden sarsılan yol haritamızı bir kez daha
sorgulamak için, edebiyatın yaşamımızda vazgeçilmez bir varlık olduğunu
unutmamak lazım.
Bildiğimizi zannettiklerimizi kesin doğru kabul
etmemeyi, yeniden değerlendirme yapmayı, savrulmadan, ütopyaya ve umuda
ihtiyacımız olduğunu unutmadan kendi yaşamımızı da tekrardan sorgulamalıyız.