8 Mart 2018 Perşembe

O,GECEYİ HAYATIM BOYUNCA UNUTMADIM. BEŞ YAŞINDAYDIM.


“Uğraştık, mücadele ettik yıllar boyu. Ama şimdi bakıyorum da, olmamış be arkadaşım. En yakınımızdakilerin bile kanayan yarasını görememişiz.”
Okuduğum bir roman da bu cümleler dikkatimi çekti. Yol haritasında, doğru bildiği rotada ilerleyen bir insanın çevresinde olan bitenleri görememesinin kabulüdür bu.
Bugün “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”.
Tüm dünyada kadın sorunlarının ele alınıp çözüm yolları aranmasının yanı sıra, kadına yönelik şiddetin önüne geçilmesi için mücadele edilmesi gereken bir gün.
Lakin gerekli önlem ve tedbirlerin alınması, kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için gerçekten atılması gereken adımlar atılıyor mu?
Sosyal medyada tartışıla dursun biz geçelim anlatmak istediğimize.
“O, geceyi hayatım boyunca unutmadım. Beş yaşındaydım.
Babam beni uykumdan uyandırıp,
‘Şimdi beni iyi dinle. Seni mutfak penceresinden aşağı bırakacağım, koşarak Hatice teyzenin evine gideceksin. Sabah olunca gelir seni alırım.’
Babam beni alelacele öptükten sonra, kollarımdan tutup mutfak penceresinden aşağı bıraktı. Arkamdan bağırdı,
‘Koş kızım koş!’”
Koşup Hatice teyzeye sığınır küçük kız.
Hava aydınlanmaya başlamıştır. Uyumak şöyle dursun, sabaha kadar gözleri kapıda, kalbi küt küt atarak korkuyla bekler.
Bir süre geçtikten sonra pencereden bakıp dışarıda neler olup bittiğini görmeye çalışır. Dışarısı polis kaynamaktadır.
Babası “koş kızım koş” dedikten sonra geride bıraktığı evlerinde gelen patlama seslerini hatırlar.
Hatice teyze ise dizlerine vura vura ağlamaktadır.
Sonrası…
Küçük kız kendini yetimhanenin müdiresinin karşısında bulur.
Müdire hanım yetişkin birine anlatır gibi anlatır…”Bundan sonra senin evin, ailen burası. Adın da Emine olacak. Sen artık devletin çocuğusun.”
Yeni adını ve yetimhaneyi hiç sevmez. Lakin çaresizdir küçük kız.
Aradan günler, yıllar geçer.
 Hatice teyze eskisi gibi Emineyi yetimhanede ziyaret etmemektedir. 
Yaşlanmış ve hastadır.
Emine bir gün izin alıp Hatice teyzenin yanına gider.
Gerçekten de Hatice teyze hasta yatmaktadır. Gözlerini güçlükle açıp Emine’ye bakar.
Son günlerini yaşamakta olan Hatice teyze beş yaşında yetimhaneye giden Emineye anne ve babası ile ilgili gerçeği anlatır.
Hatice teyzenin anlattığına göre “Emine’nin annesi ile babası çetin bir dağ köyünde tanışmışlar. Annesi köyün ağasının kızıymış. Babası da köyde öğretmenlik yapıyormuş. Birbirlerine sevdalanmışlar. Annesi daha on altı yaşındayken, babası onu çok zengin bir aşiret ağasıyla nişanlar. Adam evlidir… Babam bu durumda tek çözümün kaçmak olduğunu anneme söylemiş. Annem başta itiraz etmiş, “bizi öldürürler” demişse de babasına olan sevgisine fazla direnememiş. Bir yolunu bulup İstanbul’a kaçmışlar.
Annesinin ailesi ve nişanlı olduğu adam her yeri yakıp yıkmışlar ama onların izine rastlayamamışlar. Namus davasına dönüşmüş bu durum. “İkisini de öldürmeden bu leke temizlenmez “ diyorlarmış.
Babamın beni Hatice teyzeye gönderdiği o kara geceden bir gün önce haber gelmiş, “yerinizi biliyorlar, vakit kaybetmeden kaçın” demiş birileri… Kaçmak için sabahı beklemişler, ama beklediklerinden erken, gecenin köründe basmışlar evi.
Yetimhaneden ayrıldıktan sonra bir arkadaşı ile başlarını sokacak bir yer bulurlar. Arkadaşının sesi güzeldir. Küçük bir yerde şarkıcılık yapmaya başlar.
Emine de, ufak tefek dikiş işleri, temizlik ve mutfak işleri yapar.
Bir gün arkadaşı “Haydi hazırlan düğüne gidiyoruz” der.
Düğünde üniversitede okuyan bir gençle tanışır. Genç adam sıkılmadan pat diye “sana âşık oldum” der.
İlk defa bir erkeğin eli eline değen Emine kalkıp gitmeye çalışsa da genç adam bırakmaz. Emine ona “hayır” diyemez. Ne dediyse inanır. Tanıştıktan bir süre sonra gizlice evlenirler.
Evlendikten sonra eşinin kendinden yedi yaş küçük olduğunu öğrenir. Lakin hiçbir şey mutlu olmalarına engel değildir.
Lakin eşinin ailesi durumu öğrenir ve boşanmaları için baskı yapar.
Eşi, ailesinin isteğine fazla direnemez ve boşanırlar.
Emine hamiledir. İstemese de çocuğu doğurur ve zengin bir aileye evlatlık verir.
Aradan geçen yıllarda  ne iş bulduysa çalışır.
Yokluk ve sefalet içindeyken bir tanıdığının tavsiyesi üzerine, kumaş satılan bir mağazada çalışmaya başlar.
Dükkân sahibi iri yarı, çirkin mi çirkin bir adamdır.
Emine dükkân sahibinin bakışlarından korkmaya başlar.
Adam bir gün “Kız Emine bak ne diyeceğim sana, ikimizde yalnızız. Gel evlen benimle. Beraber yaşar gideriz…”
Korkudan titreyen Emine “Hayır, ben evlenmek istemiyorum” der.
Adam aldığı cevap sonrasında Emineye tecavüz eder. Bir gün hamile olduğunu öğrenir.
Çocuk doğduktan sonra, çocuğunu adamın yanında bırakıp kaçar oradan.
Çaresizdir.
Oradan oraya savrulan Emine bulduğu işlerde çalışır. Yarı aç yarı tok yaşar.
En sonunda geldiği ilçede lokantası olan Sefa ile tanışır.
Sefa çok iyi bir insandır.
Emine ile evlenir.
Günleri ilk başlarda mutlulukla geçer.
Ne Emine ne de Sefa önceki hayatlarını birbirine anlatmazlar.
Sefa genç bir öğrenciyken çok sevdiği kız arkadaşını bir çatışma ortasında kaybeder.
Kızın ağabeyi de Sefayı bacaklarından vurup sakat bırakır.
Lakin ölen kız arkadaşının ağabeyi Sefanın suçsuz olduğunu bilmektedir. Sefanın kız kardeşini canından çok sevdiğini de.
Arada yıllar geçmesine rağmen Sefa, Emine ile tanışıp, Emine’yi ölen Kız arkadaşına benzetip evlenmesine kadar evlenmez.
Ölen kız arkadaşının ağabeyi de bunu bilmektedir.
Sefa ile Emine birbirlerine anlatamadıklarını küçük birer deftere yazarlar.
Emine bir gün, Sefa’nın devamlı kilitli tuttuğu çekmecenin anahtarını evde unuttuğunu görür ve merakla çekmeceyi açıp defteri alır ve Sefa’nın yazdıklarını okur.
Sefa’nın kendisine anlatamadığı hayat hikâyesini o defterde öğrenir.
Aradan günler geçer.
Emine günden güle sararıp solmaktadır.
Sefa, Emine kendisine söylemese de hasta olduğunu anlar.
Gittikleri doktordan gerçeği öğrenirler.
Emine’nin fazla zamanı kalmamıştır.
Ve bir gün Emine bu dünyadan göçüp gider.
Sefa günler sonra, çekmecede Emine’nin yazıp bıraktığı hayat hikâyesini öğrenir.
Ölen kız arkadaşının ağabeyi ile oturup Emine’nin çocuklarını bulmaları gerektiğini konuşurlar.
Ve yukarı da girişte yazdığımı birbirine söylerler.
“Uğraştık, mücadele ettik yıllar boyu. Ama şimdi bakıyorum da, olmamış be arkadaşım. En yakınımızdakilerin bile kanayan yarasını görememişiz.”
 
Emine, çocuklarına hasret, büyük sıkıntılar, yokluklar, acılar içinde hayata tutunmaya çalışır.
Oysaki hayat acımasızdır.
Emine’ye de acımaz.
Yıkıp geçer.
Evet, bugün “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günüdür”
Kutlu oslun.



                                       

2 yorum:

  1. Ne kadar acıklı bir öyküymüş Hüseyin hocam, o kadar üzülerek okudum ki, anlatamam. :( Sonunda çocukları bulup bulmadıklarını merak ettim:( Töreye lanet olsun, o olmasa Emine bunca çileyi çekmez, anne, babasıyla mutlu yaşar, iyi bir evlilik yapardı, hastalığının da belli ki sebebi o çektikleri...:( babası ne kadar iyiymiş en azından son anda kızının hayatını kurtarmış pencereden sarkıtmakla..

    Emeğinize sağlık.:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Müjde Hanım kardeşim...
      Sefa ile arkadaşı,
      Emine'nin kundaktayken bıraktığı bir oğlu ve bir de kızını bulmaya karar verirler...
      Sefa'nın arkadaşı bulundukları ilçe de kaymakamdır...
      Sefa'ya Emine'nin çocuklarını bulmak için çaba göstermeleri gerektiğini söyler.
      Romanı tam da burada okumaya devam ediyorum...
      Devamında bulup bulmadıklarını henüz bende öğrenemedim.
      Lakin,
      demem o ki..
      Kadınların çektiği çileyi görelim, anlayalım, vicdanımızı harekete geçirip onlara eziyet edenlere geçit vermeyelim..
      Hak ettikleri yere kavuşmaları için destek olalım.,
      Okuyan gözlerinize sağlık.
      Teşekkürler Müjde kardeşim.

      Sil