24 Mayıs 2018 Perşembe

YARIM KALAN


Bozkırın ortasında karlı bir günün akşamında gözlerini açmıştı Sinan. Dışarıda esen sert rüzgârın uğultusunda anasının çığlıkları kaybolup gitmişti. Kan ter içinde çektiği acıları bir anda unutan anasının kucağına sarılıp sarmalanıp verildiğinde.
Ailesi yoksuldu. Sinan da yoksulluk içinde büyüdü. İkisi kız dördü erkek altı kardeştiler.
Çocukluğunda ne çok acı yaşadı, bir çocuğun yaşamaması gereken. Çocukluğunu yaşayamadan, acıyı da hissetti, sevinci de, kimsesizliği de, çaresizliği de yokluğu da. Çocukluk hayallerini yaşayamadan, etrafında olup bitenlere bir anlam vermeye çalışarak büyüdü. Büyürken hayatı korka korka yaşadı. Her şey tarif edemeyeceği kadar karanlıktı. Çocuklarının ruhunun, kalbinin, yaşadıkları hayatın yıkıntılar altında kalmaması için çaba gösteren ana ve babasının akıl almaz mücadelesine şahit oldu. O yıkıntılar arasında insanların yüzlerini en çıplak haliyle göreceğimiz can pazarı da vardı yaşam mücadelesi de. Kimi zaman gördüklerini bir daha unutmamak üzere belleğine kazıdı, kimi zaman gördüklerini sildi attı. Silip atamadığı tek şey belirsizlikti. İçinde hep bir kırılganlıkla, masumiyetle etrafında olan bitenleri izledi. Hep bir gelgitler ve garip bir keder içinde buldu kendini.
Sinan, çocukluğunu yoksulluk içinde; ama alın terinin, el emeği göz nurunun olduğu ortamda geçirdi. Ana ve babasının engin bir hoşgörüsü vardı. Aylar ve günler nasıl geçti çoğu kez farkında bile olmadı o engin hoşgörü ortamında. Yine de içinden atamadığı bir kırılganlık onu hiç bırakmadı.
Sinan çalışkan ve hırslıydı. Yoksulluktan kurtulmanın çaresinin okuyup bir meslek sahibi olmaktan geçtiğini düşündü sonraları. Köyde ekip biçecekleri bir kaç dönümlük çorak araziyle bir kaç koyundan başka bir şeyleri yoktu.
"Okuyup bir meslek sahibi olacağım. Bu sıkıntılı hayattan kurtulacağım" düşüncesi küçük yaşta şekillenmeye başladı Sinan'ın belleğinde. Daha sonraları yaşadıklarından öğrenecekti, okuyup bir meslek sahibi olunsa da çekilen sıkıntının, çilenin bitmeyeceğini.

9 Mayıs 2018 Çarşamba

ANA VE OĞUL


Anası içinde tutmaya çalıştığı sevinçle oğlunun gözlerinin içine baktı. Bir ananın çektiği sıkıntılara aldırmadan yetiştirdiği evladının başarısını kutsayan bir bakıştı bu. Karşılaşabileceği tüm kasvet ve karanlıklardan uzak sevecen ve gururlu bir bakış. Yemenisinin ucuyla nemlenen gözlerini silerken, sözcükleri özenle seçip belli belirsiz duyulan bir sesle "Oğul sende biliyorsun kırsalda elimizde olan bir kaç dönüm tarla ve bir kaç hayvan ile bugüne kadar bu çarkı döndürmeye çalıştık. Sizleri yetiştirmek için elimizden geleni yaptığımızı düşünüyorum. Bundan sonra senin ve gurbete giden kardeşlerinin yazgısı sizlerin elinde. Bizim yazgımız da dün ne ise bundan sonra da o olacak. Lakin gururluyuz. İçimiz sevinç ve inançla dolu. Önünüzde büyük bir gelecek sizleri bekliyor. Çaresizlikleri, acıları, korkuları, umarsızlıkları geride bırakıp geleceğe umutla sarılmanız lazım. Gittiğiniz yerin bunaltıcı havasından uzak durun. İnsan hayatını kutsal bilip ona göre davranın. Hele hele zengin fakir ayrımı hiç yapmayın. Yaşamınızda inançlı, özverili olun. Karşılaşabileceğiniz acılara dayanıklı olun. Gönlünüzde yiğitliği ve güzelliği barındırın. Allah yolunuzu açık etsin. Acı haberinizi duyurmasın."
Sinan anasının duasını aldıktan sonra babası ve kardeşleriyle de helalleşip yola çıktı. Sırtında oldukça yıpranmış eski bir palto, elinde ufak tefek eşyalarımı doldurduğu, açılıp içindekilerin etrafa saçılmaması için sıkıca bağladığı eski bir bavul vardı. İlçeye giden ana yola doğru yürürken bir yandan "gurbet sana nettim neyledim" türküsünü gözyaşları içinde avazı çıktığı kadar bağırarak söylüyor bir yandan da geride bıraktıklarını ne zaman göreceğini düşünüyordu. Kim bilir kaç ay, kaç bahar sürecekti tekrar köye dönüp, ana, baba, kardeş hasretini dindirmesi.