22 Temmuz 2018 Pazar

HER YOL HİKAYESİNİN İÇİNDE KAR TANELERİ GİBİ BİTİŞLER VARDIR


Sesler yavaş yavaş kesilip etraf sessizliğe bürününce Sinan'da yorgun gözlerini kapatıp zihnini meşgul eden düşüncelerle baş başa kaldı. Alışık olmadığı uzun bir yolculuğa çıkmıştı.  Yolculuk bitmeden bedeni yorgun düşmüş, ayakları hareketsizlikten uyuşmaya başlamıştı. Bir süre öylece hareketsiz kaldı. Sonra gözlerini usulca açıp otobüsün farları ile aydınlanan akıp giden yol çizgilerine baktı. Tıpkı insan ömrünün akıp gitmesi gibi diye düşündü.
Uzaklarda kalmış bir fotoğraf karesine bakar gibi aklındaki anılara, lise yıllarında yaşadığı duygulara,  elinden sabun köpüğü gibi kayıp giden sevdiğine,  yaşadıklarına, geçip gidenlere, yarım kalanlara, zamanın geçmişi yıkıp kuş misali uçup gitmesine takıldı bir süre.
Yıllar öncesinin gençlik hayallerini düşündü. Güler yüzlü, çok sevimli bir kızdı Aslı. Babası öğretmendi. Hem okulda öğrencilere hem de çocuklarına karşı otoriter bir yaklaşımı vardı. Yüzü pek gülmezdi. Teneffüslerde elinde ince uzun sopası ile koridorlarda ve bahçedeydi her zaman. Aslı böyle bir öğretmenin kızıydı. Her zaman içine kapanık, gözleri buğuluydu. Kader onları aynı okulda ve aynı sınıfta buluşturmuştu. Zaman geçtikçe birbirlerine karşı içlerinde bir şeyler hareketlenmeye, yürekleri gün geçtikçe yanmaya, birbirlerini her gördüklerinde dudakları titremeye başlamıştı. O yıllar bitmesini istemedikleri çocukça bir rüyaydı Aslı ile Sinan'ın sevgisi. Gecelerin hiç olmamasını, pas tutan düşüncelere ışık, kör karanlığa aydınlık olmasını istercesine narin  ellerini birbirinden ayırmaya korkarak düşlemişlerdi geleceği.
Sinan'ın yıllar geçmesine rağmen unutamadığı bir gündü o gün. Okulun arka tarafında bulunan ağaçlıkta gölgenin serinliğinde, gözlerini rüzgarın hafifçe hışırdattığı ağaç dallarından ayırmadan, yaklaşmakta olan ayak seslerini umursamadan sırtüstü uzanmıştı. Ayak sesleri sessizce yaklaştı, gölgesi ağaç dalları arasında belirdi. Sinan başını çevirip baktı, oydu gelen, sevdiği ve her an aklından çıkaramadığıydı. Gelmişti sonunda işte yanındaydı.
Aslı'nın gözlerindeki parıltı her daim Sinan'ı rahatlatmıştı. Yine o parıltı vardı gülümseyen gözlerinde.
Aslı, "bil bakalım dedi dün gece ne yaptım?"
Sinan, "bilmem" dedi "kitap mı okudun?"
"Evet" dedi Aslı, "yalnız okuduğum bir roman ve ya hikaye değildi en güzel Hasan Hüseyin Korkmazgil şiirleriydi."
"Ne güzel bir seçim yapmışsın." diye güler yüzle cevap verdi Sinan. "Bende severim Korkmazgil şiirlerini. Hem kendi toprağımızın yetiştirdiği bir şairdir o."
"Doğru dersin. Hele o eşine yazdığı şiirler yok mu insanı alıp götürüyor başka dünyalara."
Haklıydı. Şair hiç tanımadan, yüzünü görmeden aşık olduğu sevdiğine ne de güzel şiirler yazmıştı. Hasret kokan, aşk ve sevgi kokan.
"Sen ne yaptın anlatsana" diye Sinan'ın gözlerine baktı Aslı.
Nasıl anlatabilirdi ki dün gece nerde olduğunu ne yaptığını. Akşamın alacakaranlığında evden çıkışını. Ayaklarının onu serseri mayınlar gibi sürükleyişini. Evlerinin ışık sızan penceresinin altına gelip saatlerce, çıt çıkarmadan ışık sönene kadar elleri koynunda çıt çıkartmadan kuytuda bekleyişini. Nasıl anlatabilirdi ki.
Aslı sesini çıkarmadan bekledi ki konuşsun. Duruşu, yürüyüşü, davranışları o kadar güzel ve etkileyiciydi ki. Yanı başında anlat diye ısrarlı bakışları.
Dayanamadı Sinan, ne yaptığını, nerede olduğunu anlattı ona. Anlattıkça Aslı'nın yüzü kızarmaya, gözleri nemlenmeye başlamıştı.
"Ne olacak bu halimiz söylesene ne yapacağız "
"Bilmem" dedi Sinan, bakışlarını uzaklara çevirerek "bilmem."
Gerçektende ne olacağını bilmiyordu. Sadece ona olan tutkusunun vazgeçilmezliğini biliyordu.
Aslı'nın babası öğretmendi.Sinan'ın babası ise kol gücü ile tarlasında, hayvanlarının peşinde dağda taşta rızkını çıkarmaya çalışan yoksul biri.
Bu durumda kavuşmaları olası mıydı gerçekten bilmiyordu.
Bilmek istemiyordu.
Çünkü Aslı'nın babası oldukça sertti.
Acımasızdı. Ne yapacağını, nasıl karar vereceğini kestirmek güçtü. Hatta imkansızdı.
Sabah okula geç kalan öğrencileri okulun giriş kapısında elinde sopa ile beklerdi, gelenlere ceza verirdi.
Bu durum Sinan'ı korkutuyordu. Bunu Aslı'ya söylemesi hem imkansız hem de doğru değildi.
"Bilmem" deyip sustu.
"Biliyor musun" dedi Aslı, "şiirleri okurken hep seni düşündüm, geleceğimizi." Aslı o kadar zarif, o kadar güzel ve o kadar içten konuşuyordu ki görenler onun mutlu olduğunu sanırdı. Ne büyük yanılgıydı... Aslı da acı çekiyordu, çektiği acıyı yüzüne yansıtmıyordu. Çünkü o gerçekten özel bir insandı. Sinan onu sevdiğine pişman değildi. Pişman olmayacağını da biliyordu. Hüzünlü gözlerinin detaylarını bilmese de Aslı onun için özel bir insandı.
Sinan da dün gece evlerinin penceresinden dışarıya sızan loş ışığın aydınlattığı perdenin arkasında bir kez dahi olsa onun gölgesini görmek için saatlerce beklediğini, onu düşündüğünü tekrar etti. Aslı'nın yanakları elma kırmızısına döndü. Gözlerini kaçırdı.
Sinan uzandığı yerden doğruldu. Sanki sırtında tonlarca yük taşıyor gibiydi. Heyecanlanmıştı. Tüm vücudu sıtma olmuşçasına zangır zangır titriyordu.
Terleyen alnını mendiliyle sildi. Her zamankinden daha canlı, daha neşeli olmaya özen göstermeye çalışarak Aslı'nın ellerini avuçlarının içine alıp hüzünlü gözlerine baktı. Ararlarında yaşanan ve çok kısa süren bu sımsıcak duygusal etkileşimden sonra, bu sefer Aslı boşta kalan elini Sinan'ın elinin üzerine koydu. Sinan, o an zihnine gelip yerleşen kaygıyı bir tarafa bırakıp gülerek;
"Ben aylardır farklı yaşamayı unuttum. Derslerde sen, teneffüste sen, evde sen, çarşıda sen,  ayazda üşürken, yağmurda ıslanırken sen. Her nereye dönsem, ne yapsam düşüncemde, gözlerimin önünde sen. Kolay mı bu sanırsın. Okul bittiğinde ne yapacağımı bende bilmiyorum. Okulda seni her gün görüyorum. Kokunu içime çekiyorum. İnan bana okul bitince ne yapacağım bilmiyorum."
Aslı'nın elma kırmızısı yüzü hafifçe sarardı. Sıkıntılı, zorlukla anlaşılabilen titrek ve heyecanlı bir ses tonu ile "ben farklı mıyım ki" dedi.
Sinan'ın bedeninde yıpratıcı bir etki, iç dünyasında sarsıntı yaratan "ben farklı mıyım ki" sözleri derin bir "ah" çekmesine neden oldu.
Yüzünde endişe, sıkıntı ve keder ifadesi belirdi. O ifadede açık seçik bir kaygının izleri hissediliyordu. Zihninden geçenler serseri bir mayın gibiydi. Yüreğinde bir kavga vardı. Bütün yüzünü, gözlerini acı bir gülümseme kaplamıştı. Gözlerinde başlayan titreme dayanılması zor bir hal almış, tüm hücrelerine kısa zamanda yayılmıştı. Sert esen rüzgârın ritmine boyun eğen gri bulutlar gibi bulunduğu yerden uzaklaşmak istiyordu.  Kederi de, acıyı da olanca ağırlığıyla duyumsadı yüreğinde. O keder ki, o acı ki ona ağırlık yapıyor, acı veriyor, üşütüyor, yüreğini burkuyordu. Bir süre Aslı'nın ellerini sıkıca tuttu. Bırakınca bir daha tutamayacakmış, ellerinin arasından kayıp gidecekmiş gibi kuvvetle sıkıyordu.
Aslı'nın gözlerinden yansıyan hüzünlü bakış, gelecek konusundaki umutsuzluk, çaresizlik ve kararsızlık karşısında ne diyebilirdi ki. Ne onun ailesinden destek olabilirdi ne de Sinan'ın ailesinde bir atılım. Hiçbir şey istenildiği gibi olmuyordu. Bir yandan yoksul bir aile, diğer yandan baskıcı bir baba ve çocukları. Bir yandan küflenmiş düşünceler, diğer yandan geleceğe dair umut dolu bakışlar. Yaşamın gizem dolu labirentleri içinde bocalayan bir çift yürek.
Sinan Aslı'nın elini bırakmadı uzun bir süre. Yüreği kor gibi yanıyordu. Sinan Aslı ile ne konuşacağını bilmiyordu. Aslı'da Sinanla aynı hisleri paylaşıyor olmalıydı ki onun da sesi çıkmıyordu.
Aslı ve Sinan ağaçların gözlerden uzak köşesine doğru yavaş yavaş yürümeye başladı. Bu öyle sessiz bir yürüyüştü ki her ikisi de o uzak köşede bir daha geriye dönmemek üzere kalmak istiyordu. Birbirlerine söylemeselerde, her ikisinde de ortak bir duyguydu bu.
Sinan aklından geçen onlarca düşünceyi bir anlığına bırakıp göz ucuyla Aslı'ya baktı. Onun ve kendisinin yaşadığı bu azap dolu anların etkisiyle ağaçların arasında attığı adımlar halsizleşiyordu.
Aslı'nın da Sinan'ın da gözleri kızarmış, ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı. Sinan Aslı'ya sıkıca sarıldı. Bir daha ayrılmamacasına öyle kalmak istiyordu. Fakat kader ağlarını bir kez örmüştü. Umutsuz ve çaresizdiler.
Aslı Sinan'a dönüp, "bir şey söylemeyecek misin?" diye sordu.
Sinan hissettiği hiç bir şeyi Aslı'dan gizlemeye niyeti yoktu.
"Ne söyleyebilirim ki Aslı. Hayat acımasız, insanlar ön yargılı. Bizler ise o hayat içinde kayıp giden iki yıldız gibiyiz. Günlerdir içinden bir türlü çıkamadığım derin düşünceler artık beni bunaltıyor. Her gece sokaklarda geç saatlere kadar yürüyor, evinizin penceresinde son ışık da sönene kadar bekliyorum. O bekleyişlerde, gecenin ayazında ailemin kim olduğunu sorguladım. Senin ailenin de kim olduğunu sorguladım. İçinde bulunduğumuz durumu düşündüm. Ve aramızda bulunan aileler arası derin uçurum nedeniyle hiç bir zaman gerçek yanıtı bulamadım. Gerçek olan şu ki benim ailem kırsalda beden gücüyle ekmeğini taştan çıkarmaya çalışan bir aile. Senin baban okulumuzda görev yapan bir öğretmen. Beden gücüyle ekmeğini kazanmanın ne olduğunun pratikte farkında değil. Senin ailenin yaşantısı ile benim ailemin yaşantısı arasında dağlar kadar uçurum var.
Ben yoksulluğun, çaresizliğin içinde büyüdüm. Sen ise belki de bu anlamda yoksulluğun ne olduğunu yaşamadan büyüdün. Biz birbirimizi seven iki insanız. Ama  baban bizim bir araya gelmemizi asla kabul etmez. Bunu sende biliyorsun."
Aslı bu sözler üzerine başını öne eğdi. Sinan haklıydı. Babası ve çevresi buna asla razı olmazlardı. Babası razı olacak olsa bile, dar kalıplar içinde yetişmiş olan amcaları sorun çıkarırdı. Aslı çaresizdi. Umuda dair söyleyecek tek bir sözü yoktu.
Sinan Aslı'nın gözlerinin içine baktı. Aslı'nın gözlerinin de, kendisi kadar çaresiz ve yalnız olduğunu hissetti. O gözlerde bir ağırlık, bir umutsuzluk gizliydi.
"Haklısın Sinan, ne diyebilirim ki. Bizim gelecekteki hayatımız ne yazık ki birilerinin vereceği, kendilerince doğru olduğunu düşündükleri kararla şekillenecek. Bu çok acı verici bir durum."


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder