21 Mart 2012 Çarşamba

KENT SOKAKLARI

Yüreğimde gri bulutlar var. Beni sıkan, puslu bir havada yalnız bırakan. Lakin umurumda değil, çünkü dağların yeşil örtüsü ve gökyüzüne uzanan orman ağaçlarının arasındayım. O ağaçların kimisi nazlı bir gelin. Kimisi sevdiğine kollarını uzatmış bir sevgili. Kimisi barındırdığı canlıları saran bir ana.  
Büyük Menderes, Küçük Menderes ve derken Gediz ovasını ufukta bıraktığımda, beni önce meşe ve biraz yükselince çam ağaçları selamlıyor. Dağlar uzaklarda granit yüzleri ile üzerlerindeki pusu dağıtmaya çalışıyor. Ağaç yapraklarından süzülerek düşen damlalar toprağa kavuşmanın telaşındalar.
Ve sonrası düzlükte kendine yer açmış bir kent. Dar ve kıvrımlı yolları bir bir geride bıraktığımda kış uykusundan yeni uyanmışçasına yol kenarında yavaş yavaş ilerleyen bir insan kalabalığı karşıma çıkıveriyor. Yol boyunca dizilmiş cafeler, dükkânlar, tamirhaneler, lokantalar, badanası dökülmüş binalar beni karşılıyor. Topraktan yaşam fışkırıyor. Gürültü gittikçe artıyor. Kulakları sağır edercesine çalınan korna sesleri insanı rahatsız ediyor. Caddeler araba ve insan gürültüsüne umarsız.
Gürültüden uzaklaşmak isteği ile yan sokağa sapıyorum. Ayaklarım beni taşımıyor, adeta sürüklüyor. Sevdiğine kavuşmanın telaşı ile rüzgâr da adeta kanatlanıyor. Hızı gittikçe artıyor, yerden kaldırdığı toz bulutunu yukarıya doğru helezonlaştırıyor.
Sokak kalın bir toz tabakası ile kaplanmış, sağda solda uçuşan kâğıt parçaları evlerin balkonlarını kendisine mekân tutmanın telaşında. Az ileride ki evlerden birinde bir köpek sesi geliyor. Boğuk bir sesle rüzgârın sesine eşlik etmenin huzursuzluğu belki de bu ses. Evin önüne geldiğimde hava birden durgunlaşıyor. Rüzgârın homurtusu azalıyor. Köpeğin sesi daha canlı duyuluyor.
Acele ile ilerleyen bir kadın evin kapısında duruyor. Başının üstüne attığı kazağını eliyle indiriyor. Rüzgârın yavaşlamasını, tozun azalmasını fırsat biliyor besbelli. Yüzünün olanca sertliği ile çevresine, gelen geçenlere bakıyor. Evin penceresinden belli belirsiz bir müzik sesi sokağa taşıyor.
Toplumsal bir kaderin, bir yozlaşmanın görüntülerine, işsizlikten bunalan, kendini sokağa atan insanların varlığına şahit olunuyor kentte. Kent sokaklarında hurdacılar, eskiciler, seyyar satıcılar, çöp toplayanlar, simit satıcılara rastlanıyor sıklıkla. İşsizlik, yoksunluk sokak aralarında kendini gösteriyor. Belediye ekmek büfelerinin önü çok önceden doluyor. İtiş kakışlar arasında ucuz ekmek peşinde çoluk, çocuk ve kadınları görmek olağan artık. İş bulma umudu ile her sabah minibüs, otobüs duraklarına akın edenlerin akşam çökük omuzla eve dönüşleri görülüyor aynı duraklarda.
Yaşamını bir acıya, durgunluğa atanların yüzlerindeki yılgın ifadeyi görmek insana acı veriyor. Yarım kalmış bir adam, yarım kalmış bir ruh, yarım kalmış bir yaşam misali hayatın ağırlığını taşımaya çalışan omuzların çaresizliği yürek parçalayıcı. Başkalarının hareketli yaşamlarını görenler, kendi yaşamlarının önünü ağır bir kaya parçası tıkamış gibi çaresizler.

4 yorum:

  1. Hocam yüreğiniz dert görmesin ,doğrusu benim en sevdiğim ve merakla beklediğim yaz diziniz Bir konuşmanın anotomisi:) tabi bunlarda çok güzel.

    YanıtlaSil
  2. yüreğinize emeğinize sağlık bu güzel yazı için teşekkürler defalarca okudum anlatım hayatın gerçekleri selamlar saygılar

    YanıtlaSil
  3. "Bir konuşmanın anatomisi"ne iki gündür yoğunlaşamadım. Bilmem neden ama yazmaya devam edeceğim.Bana göre esas can alıcı kısım "konuşmanın anatomisi"ne adını veren kısım ilerde gelecek. Teşekkürler "siyahkuğu"..

    YanıtlaSil
  4. "Kent sokakları" belki çok kısa bir yazı. Lakin değindiğiniz gibi aslında çok şey anlatan "hayatın gerçeği". Teşekkürler "sayanlaruya...

    YanıtlaSil