30 Temmuz 2019 Salı

BANYAN AĞAÇLARI, KAZ DAĞLARI VE BİR MASAL


Çam ağaçlarının yaprakları altında duran hava kızıldı. Otlar ışığın rengine bürünmüştü.
Uzaklarda yansıyan ışıklarda müthiş bir dinginlik ve izleyeni alıp götüren bir korlaşma vardı.
Işık kümesi sık dal hevenklerinden geçerek temizlenmiş, taze çam yaprakları ile serinlemiş öylece kıpırtısız duruyordu.
Işığın hüznü gözlerime vuruyor, akkelebekler gibi gök kubbeye doğru  parıldayıp yükseliyordu.
...
Banyan ağaçları Hindistan'da kutsal sayılan semboller arasında. Banyan ağacının  en önemli özelliği köklerinin dışarıda olması, yani ağacın tersine durması. Aynı zamanda Banyan ağacının, yerin altındaki güçlerle üstündekileri birbirine bağladığına inanılıyor.
Bu Hindistan halkı için bir inanış, bir kutsama anlayışı.
Yıllar önce Atlas Dergisinde okumuştum.
Hindistan'ın Goa eyaletinde bir kadın şöyle diyordu;
"Her kim ki, o kutsal ağaçtan bir dilekte bulunur ve onun gücüne yürekten inanırsa mutluluk gözyaşları hazır olsun...Dileği isterse yaşamın yasalarına karşı gelsin,mesela sevdiğini ölümün elinden çekip almak istesin. Ya da evinin dirliği düzeni daim kalsın diye dualar etsin. Yolunu kaybetsin, bulmayı dilesin. Ama her kim, ne arıyorsa Büyük Banyan'ın cömertliğinden umudunu kesmesin..."  (Kaynak; Atlas Dergisi,  Nisan 2012 /sayı 229)
...
Aradan yıllar geçti. Zihnimin bir yerlerinde bugüne kadar kaybolmadan bekledi.
Ta ki, Kaz Dağları'nda, Çanakkale'nin Kirazlı köyünde Kanadalı Alamos Gold şirketi tarafından yürütülen altın madeni projesinde, ÇED raporunda 45 bin denmesine rağmen 195 bin ağacın kesilmesinin ortaya çıkmasına kadar.
...
Nerede bir ağaç varsa insan orada soluklanır bozkırın sıcağında. Nerede bir ağaç kümesi bir yeşillik varsa orada su olduğunu bilir susamış Ceylan.
Nerede bir ağaç varsa ulu yapraklarına dilek dileyenlerce bağlanmış renkli kumaşlar görülür, ta Orta Asya'dan Anadolu'ya uzanan coğrafyada.
...
Ocak ayının ilk günlerinde oğlumun askeri birliğine teslim olması için beraberce Çanakkale'ye gitmiştik.
Otomobil Çanakkale'ye yaklaştıkça etrafta bulunan ağaç sayısı gittikçe artmaya başlamıştı. Göz alabildiğine yeşil bir şölendi etraf. Bir ara otomobilden inip etrafı seyretmeye başladık. Çanakkale Savaşları'nın geçtiği yerlerdeki anıtlar orman ağaçları arasında yer alıyordu. Gelibolu Yarımadası adeta yeşilden bir örtü ile kaplanmış, ağaç dalları rüzgarın eşliğinde bir gelin edasıyla sallanıyor, gelen geçenlere hoş geldin diyordu. Ormanlık alan tüm canlılara kol kanat germişti. Daldan dala konan kuşların çıkardığı tiz sesler etrafı çınlatıyordu.
...
Mesnevi'de, ormanı konu alan bir masal anlatılır.
"Aslan her gün ormandaki hayvanları yiyerek besleniyormuş. Ancak, ne zaman, ne şekilde öldürüleceğini bilmemek hayvanların yaşadıkları günü zehir ediyormuş. Derken, hayvanlar bir karar almış. Korkuyla yaşayacaklarına, ölecekleri zamanı kendileri seçmek ve kendilerini kurban etmek istiyorlarmış... Her gün bir başka hayvan, gelip kendini aslana telim edecekmiş. Ve aslan o gün başka bir hayvana saldırmayacakmış. Ormanlar kralı da bu anlaşmayı kabul etmiş. Derken bir gün, sıra tavşana gelmiş. Ancak onun farklı bir planı varmış...
Tavşan, aslan tam onu yemek için ağzını açtığında ona şöyle demiş: Yüce efendimiz, acaba ormanda bir başka aslanın yaşadığından haberdar mısınız? Herkes, onun kendisini asıl kral ilan ettiğinden bahsediyor. Öylesine güçlü ve büyükmüş ki...Ona haddini bildirmeyecek misiniz?
Aslan önce inanmasa da bir şüphe içine düşmüş bir kere. Çaresiz, tavşanın peşine takılmış. Bir kuyunun başına gelmişler. Tavşan, diğer aslanın aşağıda yaşadığını söylemiş. Aslan, aşağıdakini korkutmak için tüm kudretiyle kükremiş. Sesi kuyunun derinliklerinde yankılanarak büyümüş ve ona geri dönmüş. Ve o, bu sesi, diğer aslanın kükremesi zannederek saldırmak için hamle yapınca ormanlar kralı kuyunun içine düşerek ölmüş. Böylece, orman sakinleri korkularının kaynağını yine kendi korkusuyla boğmuşlar." (Kaynak; Atlas Dergisi, Nisan 2012 /sayı 229)
...
Seçimler hep aynıdır. Her neyi seçersen seç, seçemediğin hep üzüntü kaynağı olacaktır.
Aklınla davransan yüreğin, yüreğinin sesini dinlesen aklın sana bu soruyu hep soracaktır.
Seçemediğin hep sana acı verecek, acı hep olacak.
Ama güzel yanı, acılar insanı her daim olgunlaştıracaktır.
...
Zaman ilerler, öyle bir an gelir ki, günlerin getirdiğini, geçmişini ve geleceğini düşünürsün.
Bir samimiyet sınavından geçersin.
Gireceğin kulvarın sorgusunu yaparsın.
Dağılmaların toparlanmasına çabalarsın.
Yüreğine yansıyan zorlukların her şeye rağmen üstesinden gelmeyi istersin.
Ve yaşam büyük oranda çizili olmayan sınırlarını aşıp, büyüleyici şeylerle devam ederken, nice kapılar açılıp nice kapılar kapanır bilmek istersin.
Ve gün gelir "o kadar yoruldum ki hayattan" dersin.
......
Ormanlarımıza sahip çıkalım. Ormanlar zenginlik kaynağımızdır. Ağacın olmadığı yerde gölge aramak beyhudedir.


26 Temmuz 2019 Cuma

HASTANEDE BİR ANA VE İKİ KÜÇÜK ÇOCUK



Yıllar yılları aylar ayları kovalıyor. Zamanın yıpratıcılığında sorunlar, olaylar insan davranışlarına yön veriyor.
Yeryüzünün değişik coğrafyalarında var olan enerji, yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahip olma amacı ile masum insanları şarapnel parçaları ile yerinden yurdundan edenler dur durak bilmiyor.
İnsanları yerinden yurdundan edenlerin aşağılığı, budalalığı, ikiyüzlülüğü değişmeyen bir tablo çizerken, çıkar çevrelerinin bitmek bilmeyen istekleri önünde herkesin boyun eğeceğini düşünenlere karşı gösterebildikleri tek tepkinin uzaklaşmak, kaçmak, sığınacakları rahat bir liman bulmak olanların gittikleri yerlerdeki dramları, işsiz güçsüz, yardıma muhtaç yaşamları devam ediyor.
...
Sonuçta gidilen yerlerde bir türlü sona ermeyen muhtaçlıklar ve sorunlar yumağı içinde kıvranan insanlar.
Yerini yurdunu terk edip başka diyarlara gidenlerin durumuna insani yönüyle baktığımızda, insanların durup dururken ata yurdunu terk etmeyeceği geliyor akıllara.
...
Suriye, Irak, Afganistan vb ülkelerde tank ve tüfeklerin, şarapnel parçalarının, adres sormayan mermilerin altında var olma mücadelesi veren masum ve savunmasız insanlar ya kalıp mermilere hedef olacak, kaybettiği yakınları, ana ve babalarının yokluğu karşısında yarı aç yarı tok sefil bir hayat sürecek ya da yerini yurdunu terk edecek.
Yollarda ya donarak ya da denizin ortasında alabora olan teknelerinin altında yaşamları son bulacak.
...
Savaşın ve acımasızlığın insanlara biçtiği belirsizlikte yol yordam arayışına devam edecekler.
...
Yaşananlara kadınlar ve küçük çocuklar bağlamında bakıldığında insanın vicdanını sızlatan durumlarla karşı karşıya kalmak içten bile değil.
Biri kucağında diğeri yanında iki küçük bebesi ile hastanede bulunan, ata yurdunu terk etmek zorunda kalmış bir kadın, bir ana.
Bir kaç aylık olan çocuk durmadan ağlıyor. Diğeri anasının eteğine sıkı sıkıya yapışmış olan bitenleri sessizce ve boş gözlerle izliyor.
Ve öyle bir an geliyor ki o da kardeşinin ağlamasına katılıyor, başlıyor ağlamaya.
Kadın çaresiz.
Muayene sırasının  gelmesini bekliyor.
Orada bulunanlardan duyarlı bir vatandaş  "sıra beklemek zorundalar mı? Yazık çocuklar durmuyor" diye görevliyi ikaz ediyor.
"Sıra değiştiremem. Az kaldı sıralarına. Hem onlar yabancı" cevabını alıyor.
Konuya memleketlerine gitsinler bağlamında yaklaşanlara, huzursuzluk çıkarıyorlar, bayramlarda memleketlerine gidip geliyorlar, benim insanım muhtaç iken onlara harcanan paralar var diye düşünenlere karşı söyleyecek bir sözüm yok.
...
Lakin, başta da dediğim gibi olaya bir de insani yönüyle bakmak lazım.
İki bebesi ile hastanede tedavi olmak için sıra bekleyen bir ananın durmadan ağlayan  hasta iki çocuğuyla çektiği acıyı hiç bir şey hafifletmez.
...
Sonuçta kibirden uzak durmalı, hiç bir kimseyi, hiç bir nedenle küçük görmemeli, hor bakmamalı, ötekileştirmemeli. Yerinden yurdundan etmemeli. 
...
İnsan önce kendini değerli hissedecek ki çevresindeki varlıklara değer versin. Lakin, dünyada birçok insan kendi varlığının bile farkında olmadan yaşayıp gidiyor.

24 Temmuz 2019 Çarşamba

HIDIR VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ




Caddenin kalabalığında temkinli yürüdü. Çoktandır rastlamadığı Hıdır'ı görünce bir an  sevindi. Hıdır en son oda seçimlerinde aday olmuş, lakin kaybetmişti.
Seçimler sonrasında caddede Hıdır'ı görünce sormuştu "Hıdır nasılsın, ne yaptın oda seçimlerini?".
Hıdır'ın bu soruya cevabı anlaşılmaz bir şekilde sert olmuş, "sana ne?" diye cevaplamış, arkasına bakmadan da paytak paytak yürüyüp gitmişti.
Aldığı bu cevaptan Hıdır'ın seçimi kaybettiği anlaşılıyordu.
Üstelemedi.
Caddede Hıdır'ı görünce aklına geldi bunlar. Aslında çoktan unutmuştu.
Hıdır'a yaklaştı, kolundan temkinlice tutup "ne haber Hıdır, çoktandır görüşemedik, nasılsın ne yapıyorsun, işlerin nasıl?" diye sordu.
Hıdır gözlerini kaçırarak yorgun bir sesle cevap verdi.
"İyiyim be hocam, ne olsun iş güç ,geçinmeye çalışıyoruz, lakin her geçen gün işler daha da zorlaşıyor, siz nasılsınız?" diye cevapladı.
Anlaşılan geçen zamanın onarıcı etkisi Hıdır'ın aklını başına getirmişti.
"İyiyim çok şükür. Sizlerin iyi olması yeter. Kendine iyi bak. Ha bu arada, seçimi kaybettim diye de üzülme. İşine gücüne bak" deyip ayrıldı Hıdır'ın yanından.
...
Şu son zamanlarda insanı düşündüren  ne çok olay olmuş ve yaşanmıştı.
İnsanlık geçmişten bir türlü ders almasını ya bilmiyordu, ya da gerek görmüyor burnunun dikine gidiyor, lakin çoğu zaman duvara tosluyordu.
İnsanlar düşünmüyor, her şeyin üstüne bodoslama gitmeye devam ediyordu.
...
Sorulması ve cevap verilmesi gereken o kadar çok soru var ki.
Bir yandan düşünmeden sorulan sorular, diğer yandan araştırmadan, öğrenmeden verilen cevaplar.
Oysaki düşünmeden sorulan sorular sadece vakit kaybıdır.
Yaşananları anlamak için, düşünmek ve bilgi toplamak yerine sadece konuşmak hiç bir sorunu çözmez.
Bir insan düşünmeli, kendi cevaplarını bulmaya çalışmalı, bilgi toplamalı, eğer edindiği bilgi cevap için yeterli değilse daha fazlasını toplamak için çaba sarf etmeli.
...
Sanırım Hıdır'ın sakinliği sorduğu sorunun cevabını bulmasından kaynaklanıyordu.
Öfke ve kibirden az da olsa uzaklaşması gerektiğinin farkına varmış olmalıydı.
Hayatın tezatları, bazen  bizler anlamasak da anlamlı değil miydi?


3 Temmuz 2019 Çarşamba

TOKAT


Yıllar sonra sosyal medyada aldığım bir mesaj beni yıllar öncesine götürdü.
Şimdilerde üniversiteyi bitirip mesleğini yapmakta olan bir öğrencim mesajında aynen şunları yazmıştı, "hocam, bana suçsuz yere neden tokat attınız?"
Kendisini, bulunduğu kasabayı ve babasını tanıyordum.
Hafızamı yokladım, yıllar öncesine gittim.
Neden tokat atmış olabilirdim ki?
Hafızam bir türlü söylediklerini teyit etmedi.
Verdiğim cevapta, kısaca  "söylediğiniz durum yıllarca sizin zihninizde yer etmiş. Nedenini hatırlayamadım. Lakin, eğer öyleyse mutlaka bir nedeni vardır. Yine de sizden özür dilerim. Kendinize dert etmeyin. Ben öğretmenlik hayatım boyunca hiç bir öğrencime bu tür haksız yaklaşımda bulunmadım. Bütün öğrencilerim beni sever sayar. Bende öğrencilerimi sever sayarım."
İkna olup olmadığını bilmiyorum.
...
Öğretmen okulunu bitirmiş, göreve başlamıştım.
O yıllarda ücra yerlerde görev yapan öğretmenler büyük çile ve sıkıntı çekiyorlardı.
Görev yerine gitmek, kalacak bir göz ev bulmak, günlük ekmek ihtiyacını karşılamak başlı başına bir sorundu.
Bu bağlamda görev yaptığım okulda ki diğer öğretmenler gibi bende büyük sıkıntılar yaşadım.
Gün oldu aç karnına bir sonraki günü getirdim.
Aç yatıp aç kalktım.
Lakin, bundan şikayetçi olmadım.
Çektiğim sıkıntılarla ilgili kimseye tek söz etmedim.
Zihnimdeki sıkıntıları dağıtmak için görevime dört elle sarıldım.
Duygularımın yoğunluğu içinde kaybolup gitmemek için elimden geleni yaptım.
Tevekküllü davrandım.
...
İlk görev yerimde üç yıl görev yaptıktan sonra, "bana neden tokat attınız?" diyen öğrencimin kasabasına okul müdürü olarak tayin oldum.
O yıllarda da herkesin belli  bir duruşu ve görüşü vardı.
Acı olan ise, farklı görüşte olanların birbirlerine yaklaşmamasıydı.
Bunun eğitimde yeri olmadığı düşüncesindeydim.
Hala da aynı düşüncedeyim.
...
Göreve başladığım okulda müdürlük görevini vekaleten yürüten arkadaş, görev devir teslimini yapmadığı gibi uhdesinde bulunan dersleri de aksatmaya başlamıştı.
Kendisine defalarca ikaz etmeme rağmen bu tutumunu değiştirmedi. Rapor alıp göreve gelmediği günler oldu.
İlgili öğretmen kasabanın bağlı olduğu ilçe doğumluydu.
Yani memleketi orasıydı.
Çevresi, akrabaları, tanıdıkları çok fazlaydı.
Bana gelince, ne bir tanıdık vardı, ne de bir akraba.
...
Bu şartlar altında istemeden de olsa yaptığı bir hatadan dolayı bir öğrencime tokat atmış olabilirim.
...
Lakin, bir olayı sorgularken tek taraflı sorgulamaktan kaçınmak lazım.
Sebep sonuç ilişkisini ve içinde bulunulan ortamı da sorgulamak lazım.
...
İlgili öğrencimin babası da o ilçede görevli bir öğretmendi. Derslere girmeyip sorun çıkaran öğretmenin de arkadaşıydı. Aynı görüşteydiler.
...
O yıllarda kendim ile olan savaşı kaybetmemek için çok direndim.
Meslek hayatım boyunca, her daim kaybetmeyi değil kazanmayı hem kendim hem de öğrencilerim için istedim.
Bunda da başarılı olduğumu düşünüyorum.
Üniversiteyi bitirip meslek hayatına başlayan binlerce öğrencimin varlığı da bunun en güzel örneğidir.