29 Haziran 2025 Pazar

YAŞAM


 

İnsan tanımadığı yerde oturduğu yerde de yoruluyor. 

Yorgunluk beden yorgunluğu değil, zihin yorgunluğu. 

Aslında insanı yoran yine insandır. 

Gün boyu sokaklarda, caddelerde dilenciler, tiz sesleriyle kulakları rahatsız eden seyyar satıcılar, patlamış mısır satıcıları, üşümesinler diye sarıp sarmalanmış çocuklarının ellerinden sıkı sıya tutan anneler, bastonu ile kaldırımı döverek yürüyen yaşlılar, çığırtkanlar, sessizce bir yerlere giden kalabalık, hayallerini ve mutluluk düşlerini arayanlar, biraz kendisinden birazda bedenine ve yüreğine ağır gelen sorumluluktan kaçmak isteyenler, sokak ortasında sebepsiz yere tartışanlar, kahve önlerinde sohbetin en koyusuna dalmış etrafta olup bitenlere kayıtsız çayını yudumlayıp tavla zarını düşeş getirmeye çalışanlar, işsizlerden oluşan küçük bir ordu...

27 Haziran 2025 Cuma

BİR ÇEŞME BAŞINDA



 

Bahar bulaştı ya hayata,

Ağaca,

Suya,

İçimde öyle bir seyahat kımıldıyor ki,

Diren direnebilirsen.

Yüreğim bavulunu toplamış çoktan;

Ruhum sırtlamış çantasını...

"Uzaklar" çekiyor içimdeki seyyahın tasmasını.

Heybemizde biraz peynir

Biraz zeytin

Birazda soğan olsun...

Mataramızda suyumuz

Bir tutamda tuzumuz

Başımızda şapkamız

Birazda pulumuz

Ateş yakacak çakmağımız

Bir de oltamız

Gidelim dağ başına

Bir ovaya

Deniz kenarına

Gökyüzü yorganımız

Toprak ana yatağımız olsun

Bir çeşme başında...

 


 


YAŞAM NE GARİPTİR


 

Okuduğunu doğru anlayan ve yorumlayanların varlığı nasıl ki içimizi aydınlatırsa, aksine “bilgi” sahibi olmadan “fikir” sahibi olmaya soyunanların ve okuduğunu yorumlamakta zorluk çekenlerin de olduğunu görmek aydın bir insanın içini sızlatır.
Önemli olan toplum ya
şamını zora sokan cehalet sendromlarına dur diyebilmektir. Cehalete hak ettiği cevabı yeterince verebilmektir.
Eskiden insanlar okuyup ö
ğrenmek isterlerdi. O nedenle ister istemez doğruyu öğrenmek, bilgilenmek için çaba gösterirlerdi. Şimdi ise teknolojinin bunca hızlılığına ve imkânlarına inat “düşünmeden” ve “fikir sahibi” olmadan “bilgi sahibi” olduklarını sanıp, beyinleri ile değil bıngıldaklarıyla düşündüklerini dudaklarında “söz” olarak çıkarmaktadırlar.

19 Haziran 2025 Perşembe

ZEYTİN AĞACI


Binlerce yıllık masallarda, hikayelerde hep onun adı geçer. Efsaneleri anlatılırken hep ölmez ağacı diye anılır, çünkü ne zaman ölüm yaklaşsa hemen dibinden bahar kokulu bir sürgün verir ve hayat kaldığı yerden devam eder.

Zamana inat zamansızlığın kanıtı; zeytin ağacı. Zeytin kadim bir meyve, insanın kutsalı...

Yüzyılları kabuğunda saklayan zeytin ağacı, meyvesiyle canlıları beslemiş, yağıyla karanlığı aydınlatmış, şifasıyla Anadolu mutfağının vazgeçilmezi olmuş. Bilgeliğin, barışın, sağlığın ve yeniden doğuşun simgesi; zeytin ağacı.

Zeytin yasası geri çekilmelidir..
Zeytinime dokunma, doğaya dokunma...
Zeytin ağacını rahat bırakın...
Zeytin ağacı Anadolu'nun kader ortağıdır...
Yetiştiği yörede halkın göz bebeği, vazgeçilmezidir...

15 Haziran 2025 Pazar

ELLERİNDE KİTAPLAR, YÜREKLERİNDE UMUT


 Dışarıda Haziran sıcağı...

Aniden bastıran yağmur damlaları...
Gece mi gündüz mü belli değil...
Yakın yada uzak diyarlarda, yaşamak için korkunun kirli yüzünü yırtarak dolunaya karşı gülümseyen yüzler...
Bin yıllardan beri insan olmanın onuruyla varlar...
Özgürlüğün, var olmanın, insanca yaşamanın kökleri sadece toprakta değil, içimizdedir...
Ve onlar, geleceğimiz olan çocuklar...
Kimi zaman sevinen, kimi zaman hüzünlenen çocuklar...
Ellerinde kitaplar, yüreklerinde umut...
Çağdaş olmak, umutları korumak, insan sevgisiyle yoğrulmak...
Sevginin tomurcukları olan çocuklar, umutlarımız olan çocuklar...
Bir hiç uğruna yaşamını kaybeden bedenler...
Uzak coğrafyalarda, yanı başımızda demokrasi, özgürlük ve insanca yaşam uğruna direnen, ben de varım diyen çocuklar...
Bırakın ölmesinler...
Yaşasınlar...
İyi birer eğitim görsünler...
Afrika’da , Sudan'da, Nijerya'da, Somali'de, Mısır’da...
Asya'da, Irak’ta, Yemen'de, Suriye'de, Afganistan’da…
Her yerde...
Her coğrafyada...
Afrika kırsalında bir yerlerde açlıktan ölen çocuklar...
Bırakın gözleri çiçeklensin onların, umut olsun, tomurcuklansın...
Yakın ve uzak kıyılara o zaman ulaşır sevgi tomurcukları, bilindik maviliklere, yarınlara...
Onları tanımanızı isterim, konuştuklarını, gözlemlerini.
Ellerindeki kitapları, okudukları gazeteleri. Blgisayarlarını sonra.
Ve en önemlisi mizahlarını görmenizi, duymanızı isterim.
Hasretleri ağaçlardır onların.
Dağlardır, dalında salınan yeşil yapraklardır.
Barıştır gözlerinde parlayan.
İnsan haklarıdır, onurudur, insanca yaşamaktır arzuları.
Hiç kimsenin ötelenmediği bir dünyadır istedikleri. Sevdikleri; Tiyatrodur, Operadır, Sinemadır. Sonrasında kardeşliktir söylemleri. Benimsemedikleri şiddettir...
Soğuk ve karlı bir kış günü
Yada Haziran sıcağında
İnsanın yüreği kor olur yanardağ misali
Yüreği daralır
Tutunacak bir dal arar
Gözlerinde oluk oluk yaşlar boşanır
Hemde günlerce....
İnsan onuruna yakışan yaşamı
Sana soruyorum bankta tek başına dinlenen güvercin...

12 Haziran 2025 Perşembe

İLK GÖREV YERİME YOLCULUĞUN BAŞLANGICI



 

"Körlük aslında görmemek değildir. Körlük yaşananları salt kendi düşüncemize göre yorumlamaktır. Farklı fikir, düşünce, yol ve yordamı görmezden gelmektir. Öyle anlar vardır ki hemen yanı başımızdakilerden uzaklaşıp, uzaktakilerle yakınlaşırız. İhtimaldir ki bunda karmaşıklığın, yaşanmışlıkların ve yarına bakışın etkisi vardır.

Tıpkı zaman içinde anımsayabildiklerimizin yanı sıra anımsayamadıklarımızın da olması gibi.

Sonda söylenmesi gerekeni ilk başta söyleyenler olduğu gibi, ilk başta söylenmesi gerekeni sonda söyleyenlerin olması gibi.

Alışılmışlığın dışında farklı olanı algılayıp görmek, tanımak yol çizgisinde önemlidir. Dağ köyünde yaşayan bir insanın hayat anlayışını görüp öğrenmek, kent yaşamından başka yaşam deneyimi olmayan biri için farklı bir duygu ise, farklı coğrafyalarda hayatta kalma mücadelesi verenleri tanımak, acılarına, sevinçlerine ortak olmak, kültürlerini öğrenmek de farklı bir duygu olmalıydı." diye düşündüm.

Ben de bu farklı duyguyu yaşamak, içselleştirmek istemiştim. Çocukluğumu kırsalda bir köyde geçirmiş, köy ile şehir yaşamı arasında ki farkı, anlayışı görmüştüm. Hayatta kalmanın zorluğunu, isteyip de elde edemediklerimi, örneğin babam ile çocukluğumda ilçe pazarına gittiğimizde görüp de çok istediğim beyaz gömleği "şimdilik gereksiz oğlum zamanı gelince alırız" diyerek babamın almaması gibi. Babam haklıydı. Her şeyin zamanı vardı elbette. Toprağa kök salmış bir çınar olan babamın duygularını, kavak yeliyle oradan oraya savrulan, anlık karar veren duygu olarak düşünemezdim. Zaman insanın en keskin taraflarını törpülese de gerçekler zamanın karşısında direniyordu.

İçinde birkaç eşyanın olduğu küçük bavulumu omuzlamış, Ankara'da otobüs garajının yolunu tutmuştum. Otobüse binerken ne bir el sallayan vardı yanımda ne de güle güle git diyen biri. Otobüs garajı insan kaynıyordu. Tanıdık bir simanın olmadığı devasa bir kalabalık. Garaj hınca hınç insan doluydu. Kimisi yoldan gelmiş elinde valizi ile yol yorgunluğunu atmaya çalışıyor, kimisi ise bineceği otobüse valizini vermenin telaşında. Yakınlarını uzak diyarlara gönderenlerin birbirlerine sıkıca sarılmaları, gözlerinden yanaklarına aşağı süzülen göz yaşını silerken hüzünlü bakışları insanın içine işliyordu. Uzun yoldan gelenler bir kenara koydukları valizlerin, çuvalların, yüklerin yanında yorgun gözlerle etrafı seyrediyordu.

Diğer yandan, etrafta sağa sola koşuşturan, bavullarına, yanlarında getirdikleri yüklerine sırtını dayamış dinlenmeye çalışan yol yorgunu yolcular, ayak üstü bir şeyler atıştıranlar, ağlayan çocuklarını susturmaya çalışan anneler, yola çıkmaya hazırlananlar, sırtlarında küfeleri ile hamallar, hediyelik eşya satan çığırtkanlar, çay tepsileri ile müşteri bulmaya çalışan sıcak çay satıcıları, etrafı kaplayan kesif bir sigara dumanı, ayaküstü konuşmalar, yerlere atılmış sigara izmaritleri, yükler, valizler, denkler, bağrışmalar, gürültü, ellerinde gazoz şişeleriyle sağa sola kaçışan çocuklar, ayakkabı boyacıları, müşteri kapmaya çalışan değnekçiler, ihtimaldir ki aralarında yankesiciler, üç kağıtçılar, yalancılar, dolandırıcıların da olduğu bir insan seli garajın içini, dışını doldurmuştu.

Bavulumu bagaja verdikten sonra otobüse bindim. İçimde tuhaf, nedenini bilemediğim sıkıntılı bir his vardı. Günün yorgunluğu ile sızlayan bedenimi otobüsün kadife koltuğuna yasladım. Herkes gibi ben de uzun sürecek bir yolculuk için hazırdım. İçimi hüzünle karışık bir boşluk duygusu kapladı. Uzun bir yolculuğun sonrasında benim için bilinmedik, gittiğimde buram buram sıla kokacak görev yerineydi yolculuğum. Sevdiklerimi geride bırakarak bu uzun yolculuğa çıkmıştım. Otobüs hareket ettiğinde ikindi güneşi etrafı aydınlatıyordu.


11 Haziran 2025 Çarşamba

BATIDA ON YIL


 


Uzun soluklu bir çalışma ve yazım sonrası yazdığım "Batıda On Yıl" adlı roman Gece Kitaplığında yayınlanmıştır.
Paylaşım ve tanıtım yapan değerli Bloğ arkadaşım ve yazar Hanife Mert'e teşekkür ederim.

10 Haziran 2025 Salı

BABAMIN YILLAR ÖNCESİ NASİHATI

 t

Yıllar önce köyde babamın  titreyen sesiyle "oğul" diyerek yaptığı nasihatı. 

"Okumanızı istedim sizlerin. Senin ve kardeşlerinin. İstedim ki bizim çektiğimiz yokluğu ve sıkıntıyı sizlerde çekmeyesiniz. Yaşam zorluklarla doludur. Gün gelecek belki de dikenler, taşlar ayağınıza değecek. Zorluklarla ve sıkıntılarla karşılaşacaksınız. Gitmek, buradan uzaklaşmak istediğinizi biliyorum. Uzaklara gidip yeni bir yaşam kurma isteğinizde haklısınız. Sizlere ömrüm boyunca rahat bir yaşam sunamadım. Çalıştım çabaladım, elimden gelenin en iyisini yapmaya uğraştım. Lakin yapabileceğim bu kadardı. Daha fazlasını istesem de yapamadım. Daha iyisini sizler yapacaksınız bundan eminim. Ancak bu şu demek değildir. Okuyup buradan uzaklara gitmek rahat bir yaşam sürmenizi sağlamaz. Nereye giderseniz gidin doğru yoldan ayrılmayın, muhtaca yardım edin, yoksulu koruyun ve muhannete muhtaç olmamak için çalışın. Geldiğiniz yeri unutmayın. Gittiğiniz yerde inşallah bizlerin çektiği sıkıntıları çekmezsiniz.

İnsanı yok sayan, hiçbir insani ilişkiye değer vermeyen anlayıştan uzak durun. Güce erişmek ve her daim güçlü kalmak yolunu seçmeyin. Samimi olmayan davranış içinde olmayın. Bu davranışı benimseyenlerden uzak durun. Haksızlığa her daim karşı çıkmasını bilin, haksızlık yapmayın. Kimseyi ötekileştirme yolunu tutmayın, aşağılamayın." 


YOL HARİTANDA KENDİNE GÜVEN


 

Yaşam mücadelesi kolay değil. İnişler çıkışlar var. Acılar zorluklar var. Kırgınlıklar dargınlıklar var. Güvendiğin insanların güvenilir olmadığını gördüğün zaman kahredişler var. Öyle anlar var ki, tek başına, başın dik ama yüreğin sağlam günler var.

Var da var.

Yeter ki güçlü dur...

Pes etme...

Başkasına değil önce kendine güven...

Yaşam için mücadele et...

Karşına çıkacak çalı ve dikenleri, sağlam duruşunla bertaraf et...

Kısacası yol haritanda kendine güven...

4 Haziran 2025 Çarşamba

ANADOLUNUN KADİM İNSANLARI İYİKİ VARSINIZ/4


 

    Ali dede’nin köyü ile birlikte etraf köyler gaziler ve şehitler köyü idi. Harp sırasında eli silah tutan her erkek silâhaltına alınmış… Çevre köyler savaşın acısını da, zaferlerin sevinçlerini de sonuna kadar yudumlamış; erkeklerin çoğunu şehit vermiş, kalanların ise çoğu gazi olmuştu. Bu topraklar şehitlerine de gazilerine de her zaman minnetle bakmış, onları bitip tükenmez sevgi yumağı ile bağrına basmıştır. Gazilerin savaşta aldıkları yaraları fark etmek pek de zor değildi. Ali dede’de bacağından vurulmuş bir gazi idi. Savaşta aldığı ufak tefek yaralardan bahsederken kahpe bir şarapnel parçasının bacağında açtığı derin yara izini etrafındakilere gururla gösterirdi.

     Geride kalan kadınlar ise acıların her türlüsünü ta yüreklerinin dibinde hissetmişler, yoksulluğun adım adım ilerlediği ve bir lokma ekmeğin altın değerinde olduğu günlerde çilenin her türlüsünü tatmışlar, yinede ağızlarından bir tek “ ahh “ sesi çıkmamıştır. Her şeye, her zorluğa karşın yılmamışlar; büyük harbe ve sonrasında gelen İstiklâl harbine yetiştirdikleri evlatlarını göndermişler; Anadolu toprağında ve köylerinde savaşın acılarını yok etmeye; savaşa gönderdikleri kocaları, oğulları, kınalı kuzuları ile gurur duymuşlar; her biri bağrında hissettiği, yüreğinde için için yanan yangına aldırmadan; acıya, bin bir çeşit çileye ve yoksulluğa aldırmadan daima başı dik gezmişlerdir…

     Yaşı epeyce ilerlemiş olan Ali dede dışarı artık bastonla çıkıyor bazen huysuzluğu tuttuğunda hırsını eşi Elife’den alıyordu.

    -Elifee! Diye bağırdı yine o sabah

     Elife ise Ali dede’nin bu huyunu bildiğinden olacak ki duymazlıktan geldi ilkin. Ancak Ali dede bu sefer avazı çıktığı kadar tekrar bağırdı.

     -Gızz Elifee…

     -Ne var gene ne oldu?

     -Ne olacak kuşluk yaklaştı, şimdi birazdan davar yaylımdan gelir. Bakan eden yok.

     -Bakarlar bakarlar sen otur oturduğun yerde diye söylendi Elife teyze.

     Ali dede’de her gün yaptığı gibi söylene söylene eline aldığı bir bakraç ve suyu içine boşaltacağı geniş ve yayvan bir kabı hayvanların sulanacağı alana doğru sürüklemeye başlardı. Köylerinde güneşin yakıcı sıcağında ve sağılmak üzere eve getirilen davarların sulanacağı yerel dilde “kürün” dedikleri sulama yerleri yoktu. Sürüde koyun ve keçileri olanlar da Ali dede gibi ellerine aldıkları birer bakraç ve sulama kabı ile sürüyü sulama yerine gelirlerdi.

     Ali dede bir elinde baston diğer elinde çeşmeden doldurduğu bakraç ile görevini yerine getirdikten sonra eve gelir, evdekilerin ellerini çabuk tutmaları için bağırır çağırır, koyun ve keçilerin sağılmak üzere sokuldukları ağıla doğru hızlı adımlarla giderdi. Ve yine her gün yaptığı gibi iskemleye oturur, sırasıyla sağılacak hayvanların rahat durmaları için başlarını sağ kolu ile sıkıca kavrardı. Bazı koyunlar ise Ali dede’yi görmezlikten gelir, o yokmuş gibi hızla dışarı çıkmak isterlerdi. İşte o zaman kızılca kıyamet kopar Ali dede koyunları sağım yerine toplayan torununa avaz avaz bağırırdı…