30 Ocak 2019 Çarşamba

ESKİSİ GİBİ ÖZLEMİYORUM SENİ

Eskisi kadar özlemiyorum seni,
Ve ağlamıyorum olduk olmadık zamanlarda.
Adının geçtiği cümlelerde, gözlerim dolmuyor.
Yokluğunun takvimini tutmuyorum artık.
Biraz yorgunum.
Biraz kırgın.
Biraz da kirletti sensizlik beni!
Nasıl iyi olunur henüz öğrenemedim ama
“İyiyimler” yamaladım dilime.
Tedirginim aslında, seni unutuyor olmak,
Hafızamı milyon kez zorlamama rağmen yüzünü hatırlayamamak korkutuyor beni.
Gel diye beklemiyorum artık,
Hatta istemiyorum gelmeni.
Nasıl olduğun konusunda ufacık bir merak yok içimde.
Ara sıra geliyorsun aklıma, banane diyorum.
Benim derdim yeter bana banane!
Alıştım mı yokluğuna?
Vaz mı geçiyorum, varlığından?
Tedirginim aslında,
Ya başkasını seversem?
İnan o zaman seni hayatım boyunca affetmem.
(Özdemir Asaf)


27 Ocak 2019 Pazar

YEMİN TÖRENİ



Soğuk bir gündü. Ayaz sokak ve caddelerde volta atanlara acımıyordu. Lakin, voltacılarda ayaza ve soğuğa aldırmıyordu.
Sokak ve caddelerin müdavimleriydi onlar. Gün boyu bir o yana bir bu yana yürüyen serseri mayınlardı sanırsın.
Ara sokaklarda rüzgarla savrulan yapraklar.
Gökyüzünü mesken tutmuş gri bulutlar.
Yağmur beklentisi var ya, işte yağmur bulutu onlar.
Yağmur zaten yağmış. Aralıklarla da yağıyor. Yollar, sokaklar ıslak, yağmur sularının biriktirdiği çöpler öbekler oluşturmuş.
Volta atanların botları ıslak, pantolon paçaları da.
Kara iklimine güven olmaz derler ya.
Pırıltısı olmayan güneş bir var bir yok, bulutların arasında bir kaybolup bir görünüyor.
Parkasız beresiz dışarı çıkmak mümkün değil.
Oğlumun yemin töreni için yola çıkıp sabah erkenden birliğinde olacağız.
Hazırlandık gün boyu.
Dayısı ve anneannesi gece geç saatlerde gelecekler.
Hava kararmaya, sokaklarda sessizlik hakim olmaya başladığında uyumak ne mümkün, sessiz ve heyecanlı bir bekleyiş, geçmek bilmeyen zaman.
Otobüsle gidelim sözüne dayısı itiraz etmişti. Olmaz öyle şey. Birlikte gideriz demişti. Hem Gelibolu yarımadasını da ziyaret ederiz demişti. Öyle de oldu.

Yol uzun, hava soğuk ve yağmurlu.
Gece olduğu için yollar nispeten tenha.
Yol boyunca sağlı sollu yerleşim yerleri.
Şehir ve ilçe merkezlerine yaklaştıkça artan reklam panoları ve neon ışıkları.
Tek tük açık lokanta ve çay ocakları.
Karanlığa bürünmüş binalar, pencerelerden dışarı sızan tek tük ışıklar.
Arabanın içinde ayaklarım uyuşmaya, hareketsizlikten dizlerim ağrımaya başladı.
Öyle ya, yaş ilerlemeye başladı mı sıkıntılarda artmaya başlıyor.
Saatler sonra oğlumun birliğinin nizamiye kapısındayız.
Etraf sanırsın ana baba günü.
Askerde ki evlatlarının yemin töreni için toplanmışlar.
Herkes gibi bizde sıraya girip içeri alınmamızı bekledik.
Bekleyişimiz çok da uzun sürmedi.
Misafirleri ve ziyaretçileri bekleyen güler yüzlü askerler, sorulan sorulara gülen yüzleriyle tek tek cevap veriyor.

Yemin töreninin yapılacağı alan hazırlanmış.
Masaların üzerine Türk bayrakları ve silahlar konmuş.
Askerlerin ellerini koyup yemin edecekleri silahlar bunlar.
Sıra sıra dizilmiş.
Asker aileleri ve ziyaretçiler yemin töreninin yapılacağı alanın etrafında kendilerine ayrılan yerlere oturdular. Meraklı gözlerle etrafı gözlemeye başladılar. Biz de yerimiz aldık. Kısa bir bekleyişten sonra, yemin edecek bölükler tek tek alana girmeye başladı.
Gürültüler kesildi.
Üşüten ayazı çoktan unuttuk.
Gözlerimiz evlatlarımızın üzerinde.
Ne mutlu bu güne diye düşünüyor insan.
Vatan görevi kutsal bir görev.
Allahım herkesin evladına nasip etsin.
Yemin töreni sonrasında aileler verilen izinle evlatlarıyla buluştu.

Sarılmalar, duygusal anlar yaşanıyor, resimler çekiliyordu.
Soğuğa, yağmura rağmen güzel bir gündü, asla unutulmayacak olan bu güzel görüntüler belleklere kazındı.
Gelibolu şehitler abidesini, şehitlikleri gezdik sonrasında.
Her yer tertemiz.
Gelibolu yarımadası ormanlarla kaplı.
Şehitlikler özenle düzenlenmiş, ziyaretçileri bilgilendiren tabelalarla donatılmış.
Çanakkale Savaşlarının önemini bir kez daha duyumsuyoruz.
Abidede yer alan şehitliği ziyaret edip dua ediyoruz.

Akşam olmaya, gün kararmaya başladığında da tekrar yola koyuluyoruz.
Yanımızda teskeresini almış olan oğlumu gururla bağrımıza basarak geç saatlerde tekrar İstanbul'a geliyoruz.
Yorgunluk var. Ama kimin umurunda.
Bu güzel günün anısı yorgunluğu çoktan alıp götürüyor çünkü.



15 Ocak 2019 Salı

MEYDANLARIN UCUZ LOKANTA VE CAFELERİ


Gecenin koynuna alıp uyuttuğu insanlar, günün ilk ışıkları ile birlikte yaşamın döngüsüne ve hengamesine geri döner.
Hiç kuşku yok ki her hikayenin içinde biraz sessizlik, biraz acı, biraz da sonsuzluk vardır.
Sessizliği de, acıyı da, sonsuzluğu da bir bakıma insan kendisi hazırlar.
Kentlerin varoşlarında kopup gelen insan seli, şehrin devasa alışveriş merkezlerinde, ana arterlerinde ve meydanlarında gün boyu serseri mayın  gibi savrulur durur.
Hepimizin muzdarip olduğu, ama bir türlü "taşı toprağı altındır" düşüncesi ile vazgeçemediği kentlerin çıkmaz sokağı artık çok kalabalık, kimliksiz, samimiyetten uzak ve çoğu zaman dramatiktir.
...
Yaşamın akışında kafasını kaldırıp etrafına bakan insanın hem kendisine hem de etrafına yabancılaştığını, vurdumduymazlık, nemelazımcılık, çıkarcılık, bencillik batağına sürüklendiğini görmek pek de şaşırtıcı değildir.
...
İstanbul; caddelerinde, meydanlarında, alışveriş merkezlerinde gün boyu devasa kalabalığın gözde mekanlarını barındırır.
Metrobüsler, raylı sistem ve diğerleri durmadan ve aralıksız insanları taşır.
Kimi zaman dar ve çıkmaz sokak aralarında bulunan cafeler, kızlı erkekli oturup sohbet eden gençlere mekan olur.
Ki bu gençlerin çoğu kitlenin bir parçası olmasına rağmen bulunduğu ortamı, karşısında kişiyi umursamadan etrafını gözetlemekten ve elindeki İphone ile vakit geçirmekten başka da bir şey yapmaz.
Elinde ne bir gazete, dergi ne de bir kitap vardır.
İşportaya düşen kitapların tanesi beş liraya satılmasına rağmen, ne alıcı bulur ne de okuyucu.
...
Ataköy metro istasyonunun karşısında bulunan meydanda günün ilk ışıkları ile başlayan kalabalık gecenin ilerleyen saatlerine kadar devam eder.
Meydanın dar ve çıkmaz ara sokaklarında bulunan cafelerde zaman geçiren insanlar karınları acıktığı zaman ya bulunduğu mekanda verdiği sipariş yiyecek ile karnını doyurur ya da meydanda bulunan ucuz lokantalarda orta yaşlı, emekli ve işsizler gibi bir kap çorba, kuru fasulye nohut ve bolca ekmek ile açlığını giderir.
...
Hemen her gün karşılaştığımız ve kurtulmak istedikçe içine daha fazla gömüldüğümüz döngü yıl boyu hiç değişmeden böylece devam eder.
...
Meydanda bulunanlar da, ucuz lokantalarda durumlarından memnundur.
...
Ve bu durum, kentlerin vazgeçilmez görüntüsü olarak belleklerdeki yerini almaya önümüzdeki yıllarda da artarak devam edeceğe benzer.