25 Haziran 2019 Salı

GURBETTE GÜNEŞ BAZEN DOĞMAZ NAZLANIR


İnsan kendi yaşamında olduğu kadar diğer insanların yaşamları hakkında da soru sormalı, sorgulamalıydı. Muhtaç olana yardımcı olmalı, insanların dertleri ile ilgilenmeliydi. Cesaret sahibi olmalıydı. Çünkü, sorulacak her soru, atılacak her adım yol haritasında belirleyici olacaktır. İnsanın kavgası, her kiminle olursa olsun, sonuçta kendi derdiyle değil midir?
Şehrin erken saatlerde en çok nefes alınan yeri otobüs garajlarıdır. Günün kristal ışıklarına ilk şahit olanlarda uykusuz ve yorgun gözlerini kırpmadan garajdan ayrılacağı zamanı bekleyen yolculardır.
Gidenler şehir yaşamına uyum sağlamaya çalışsalar da, unutulmaya yüz tutmuş kırsal yaşamın izlerini taşıyan kültür ve geleneklerinden kopmamışlardı. Anadolu’nun zengin kültürel mirasını çarpık bir modernleşmeye kurban etmemişlerdi. Takip edilmesi gereken yol onlar için açıktı. Duygusallıklarını bir tarafa bırakıp vurmuşlardı kendilerini yollara. Gidenler, gelenler, ayrılanlar, kavuşanlar, yüreklerinde sıla hasretiyle yollarda savrulanlar, kavrulanlar. Vardıkları her yerde yaşananları gönül gözüyle içine sindirenler, sindiremeyenler.  Kavruk yüzleriyle, nasırlaşmış elleriyle hayat mücadelesinde kopmadan geleceğe emin adımlarla yürümenin telaşındaydılar. Umutlarıyla, özlemleriyle, acılarıyla, çektikleri çileleriyle, sessiz çığlıklarıyla zorluklara ölesiye göğüs gerip hayata tutunmaya çalışan; varlığını da yokluğunu da kendine saklayanlar.
Şehir hayatının üzerlerinde kurduğu baskıdan, varoşların gürültücü kasvetinden ve yoksulluğundan bunalan; yüksek binaların arasında nefessiz kalmaktan kurtulmaya çalışan bu insanlar, soğuk hava şartlarına rağmen kırsal yaşamın soluk aldıran ortamında bir süreliğine de olsa baba ocağında sevdikleriyle hem hasret gidermeyi hem de rahat bir nefes almayı seçmişlerdi. Kim bilir belki de içlerinden bir bölümü çalıştıkları işlerinden çıkarılmış işsizlerdi. Bir daha dönmemek üzere gurbeti terk etmişlerdi. Doğup büyüdükleri topraklarda mı kolaydı yaşam, yoksa çocukluklarının ve kültürlerinin yabancısı olan şehirlerin varoşlarında mı? Hangisinin yükü hafif hangisinin yükü daha ağırdı? Doğup büyüdükleri topraklarda yaşam kolay olsaydı neden gideceklerdi gurbete? Ve/veya çocukluklarının yabancısı olan şehirlerde yaşam kolaysa eğer neden terk edip baba ocağına dönmüşlerdi?
Geçim şartlarının ağırlaştırdığı omuzların hafiflemesi için güçlü olmayı, hayatın dayanılmaz bir ıstıraba dönüşmesinin önüne geçmek için direnmeyi bilmek lazım. Bilmek de yeterli değildi. Somut adımlar atarak hayatın günlük hay huyunda ağır olan yükü hafifletmek adına güne başlanması ve o gün eve götürülecek ekmek parasının kazanılması lazımdı.
Sabahın erken saatlerinde ya da gün turkuvaz rengini akşamın karanlık perdesine bırakırken yola koyulmuş olanların, yolculuğa başlama ve bitirme amaçları aynıdır. İç güdüsel olarak varlığının devamını sağlamak.
Yolun kıvrımlı damarlarını kat edip kırsaldan göç etmiş, eğreti gecekondularda yaşamını güçlükle sürdürme çabasında olan çoğu insanın devamlı bir işi olduğu söylenemezdi. Günü birlik amele pazarlarında, inşaatlarda ve geçici işlerde çalışmak için sıra bekleyenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Bu durumda bir insanın yaşamını sürdürmesi için güçlü bir iradeye ve şansa ihtiyacı vardır. İradesi olanın şansı, şansı olanın iradesi olmaz bazen. Bazen her ikisi bir arada bulunur, bazen biri vardır diğeri yoktur. Anadolu insanında her ikisinin de bir arada bulunduğunu söylemek için amele pazarlarından veya işsizlerin toplandığı kahvelerden habersiz olmak gerekir. İstasyonların ve garajların yırtık pırtık insan pazarı olduğundan, binlerce insanın günün her saatinde, su gibi, oralarda kaynaşıp durduğundan da... Oysa hangi şehire gidilirse gidilsin binlerce işsizin sokaklarda avare dolaşmasını görmek olağandır.  
Gurbette bazen güneş doğmaz nazlanır. Başka yerlere takılı kalmıştır aklı. Bezende hiç beklenmedik bir yağmur yağar bardaktan boşanırcasına, bereketlidir yağmur. Kimi karayağız delikanlılar tek başına omuzlar yükü, güçlü sanırsınız. Yürekli sanırsınız. Kimi dostundan güç alır, kimi tek dostu olan kendinden.
Günün yorgunluğu sonrasında şehir yaşamı çeker kendine serseri mayınları iştahla. Varoşlar  
dolup dolup boşalır. Kimi bilinmeyenin cazibesine koşmak için dolaşır neon ışıklarının cezbedici parlaklığında. Kimi içinde anbean kabaran travmayı bastırmak, bildiklerinin içinde, derininde bilmediklerini görmek için.

18 Haziran 2019 Salı

KURTARIN BENİ


Anadolu’nun ve dünyanın dört bir yanında çağımızın düşünsel ve yaşamsal yapısına uygun olmayan çığlıklar yükseliyor: “Kurtarın beni”. Yaşanan olaylara, işlenen cinayetlere, aile içi şiddete bakıldığında bu çığlıklara kulak tıkamak, duyarsız kalmak doğru değildir. İnsanım diyen, erdemli olan, vicdanlı olan, adaletli olan bu duruma kayıtsız kalamaz, kalmamalıdır.
İnsan daima gülümsemek ister.
Bazen mutlu küçük bir tebessümle gülümser,
Bazen acı acı,
Bazen kahkahalarla.
İnsan yaşamın o ince çizgideki rotasında gülümsemeyi, huzurlu ve mutlu yaşamayı ister.
Lakin, mutlu ve huzurlu yaşamasını yine bir başka insan engeller.
Tarih boyunca bu hep böyle olmuştur.
Olmaya da devam edecek görünüyor.
En çok gülümsemeyi hak eden kadınlarımıza yapılan haksızlıklar, cinayetler, berdeller, töre illeti gündemde düşmüyor.
Her gün, her ay, her yıl onlarca, yüzlerce, binlerce kadın şiddete maruz kalıyor.
Dünyanın çeşitli coğrafyalarında yaşayan kadınlar hergün şiddete uğruyor, öldürülüyor.
Yer Afganistan. Kadın hakları savunucusu gazeteci Mena Mangal, Kabil'de herkesin gözü önünde sokak ortasında öldürüldü. Mangal, Afganistan'da kız çocuklarının okula gönderilmesi fikrini savunuyordu.
Kız çocuklarının okula gidip okuma yazma öğrenmesi ve bilinçlenmesi kimin ya da kimlerin işine gelmiyor, kız çocuklarının okuma yazma öğrenmesi yetiştirecekleri çocukları için bir kazanım değil midir?
"Mangal'ın yakınları, Mangal'ın Afganistan parlamentosunun alt kanadındaki kültür danışmanlığı görevi için ofise gitmek üzere araç beklerken motosikletli iki saldırganın ateş açması sonucu vurulup öldürüldüğünü duyurdu.
İçişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasrat Raimi de Mangal'ın Kabil'in 8. Bölgesi olarak bilinen yerde vurularak öldürüldüğünü açıkladı. Kabil'deki Karte Naw pazar alanı yakınında olaya tanık olan esnaf, motosikletli iki kişinin kadın gazeteci Mangal araç beklerken ona yaklaştıklarını ve ateş açtıklarını anlattı."
Ve ne yazık ki ülkemizde son aylarda yaşanan kadın cinayetleri o kadar çok ki, insan ister istemez neden, neler oluyor sorusunu sormadan edemiyor.
4 Haziran 2019 tarihli bir haber;
"Mersin Tarsus ilçesinde 62 yaşındaki Emel Yalçın, 57 yaşındaki Bektaş C.  tarafından bıçaklanarak öldürüldü."
21 Mayıs 2019 tarihli bir haber;
"Niğde’ye bağlı Eskisaray Mahallesi’nde yaşayan 58 yaşındaki Fındık Şahin, dün akşam saatlerinde evli olduğu Nazım Şahin isimli erkek tarafından öldürüldü."
Olaylar ve örnekler çok.
Bunlar basına yansıyan olaylar, ya bir de basına yansımayanlar.
"Dizini dövmemek için kızını döven baba"
"Eşinin sırtında sopayı eksik etmeyen koca"
Söylemleri de kadına yönelik şiddetin sadece bir dışavurumunu oluşturmaktadır.
Erkek egemen toplumlarda kadınlara yönelik şiddet eğilimi gösteren erkekler kendilerinde var olan yetersizlik ve psikolojik bozuklukların tedavisini bu hareketleri ile  tedavi ettiklerini sanıyorlar düşüncesi pek de yabana atılır bir düşünce değildir.
Erkek egemenliğini kabullenmesini sağlayan geleneklerle ve değer yargılarıyla kuşatılmış kadına yapılan şiddet ile toplum bir yere varamaz.
Bu anlayışın ve düşüncenin değişmesi insanların daha huzurlu ve mutlu bir yaşam sürmelerini sağlar.
Unutmayalım ki kadınlarımız toplumun ve yaşamımızın temel taşlarıdır.



11 Haziran 2019 Salı

İŞİN TUHAF YANI


İnsanların geleneksel yaşamı zorlu evet ama bugün insanları zorlayan güç koşullar insan yaşamını daha da zorlu hale getiriyor.
Zorlukları anlamak için insanı anlamak lazım.
İnsanı anlamak için geçmişi ve bugünü anlamak lazım.
Geçmişi ve bugünü anlamak içinse elinde  doğru ve gerekli bilgi olmalı. Eğer gerekli ve doğru bilgi yoksa, gerekli ve doğru bilgiye ulaşılamıyorsa o zaman verilecek kararlarda sonuçlar daima hatalı çıkacaktır.
Peki doğru ve gerekli bilgiyi nasıl elde edeceğiz.
Bunun cevabı, geçmişi iyi anlamaktan geçer.
İnsanlar geçmişte neler yapmış, neden yapmış anlamak için çok çaba sarf etmek gerekir.
Geçmişi iyi anlamayan, geçmişte yapılan hata ve doğruları sorgulamayan insan bütüne varmak için gerekli ve doğru bilgiyi asla bir araya getiremez. Ve bunun sonucu da insanlığın bugün içinde bulunduğu zorlukların çığırını açar.
Bunu yapacağımıza, bir araya gelip sorunlara çözüm arayacağımıza, insanların gelecekte daha mutlu ve sorunsuz yaşaması için çaba sarf edeceğimize, ne yapıyoruz, oturup bilgi sahibi olmadan etrafımıza bilgi dağıtmayla uğraşıyoruz.
Ahkâm kesip ver yansın ediyoruz.
Bir bilen olup etrafımızda doğruyu bilenleri dikkate almıyoruz.
Oturup birbirimizi dinleme gereğini dahi hissetmiyoruz.
Bir kaç cümle ile kendimizi anlatmaya çabalıyoruz lakin onu da yeterince beceremiyoruz.
Tek bir kitap okumadan cümleleri art arda sıralıyoruz.
Zorlukların üstesinde sadece kendimiz için gelmek istiyoruz.
Başkalarına acı veren şeyleri dikkate dahi almıyoruz.
Ve işin tuhaf olan yanı ise yaptıklarımızı normal karşılıyoruz.

2 Haziran 2019 Pazar

BAZEN HAYAT O KADAR ZORDUR Kİ




Eşiyle birlikte hastane odasının kapısını açıp içeri girdiğinde hazırdı, sonucun ne olacağını bilmese de.
Hastalığını duyduktan sonra, geçen günlerde olacaklara hazırlanmıştı.
Doktorun söyledikleri kulaklarında çınlıyordu.
"Ameliyat şart. Yoksa boyundan aşağı felç olma durumu söz konusu. Tümör öyle riskli bir yerde ki tam omuriliğin üstünde. Bir diğeri sol orta kulak da oldukça büyümüş. Alınmadığı taktirde zaten işitme sinirlerini sıkıştırıp işlevsiz hale getirecek."
Hayat ne garipti.
Yürüyerek girdiği hastanede sağ çıkıp çıkmayacağını, verdiği kararın yaşamını nasıl etkileyeceğini bilmeden hastane odasındaki yatağa kendini bir külçe gibi bırakmıştı.
Çocuklarını sabah erkenden hastaneye gelmeden önce kayınpederinin yanında bırakmış, kan uykularında iken eğilip yüzlerinden öpmüştü. Biri kız iki çocuğu vardı. İkisi de  henüz çok küçüktüler.
Eşi yanında, gözleri yaşlı, eli koynunda sessizdi.
Tek kelime etmeden sessiz bir bekleyiş içerisindeydi o da.
Aylardır çektiği acılardan sonra hayat onu da neredeyse imkansıza hazırlamıştı.
...
Sonra!
Eli gayriihtiyari şekilde boynunun ve sol kulağının arkasında ki yaraya gitti. Tenini kesen o  bıçağın soğuk yüzü hala oradaydı.
Bedeninden çok şey alıp götürmüştü o bıçak.
Eliyle usulca dokunduğu yara izi buz gibiydi.
Sağ yüzünde hissettiği dayanılması  zor korkunç ağrıya direniyordu.
Üst üste içtiği ağrı kesiciler bir fayda etmedi günlerce.
Ta ki, ameliyat iplikleri alınıncaya kadar.
İpliklerin alınmasıyla yüzündeki ağrı kesilmiş, az da olsa rahatlamıştı.
...
Lakin, yaşanmışlık hissi hiç bir zaman onu yalnız bırakmadı sonraki yaşamında.
Her daim, her an acısını hissetti.
Olan bitenleri düşündükçe acı acı gülümsüyor, sadece yutkunuyor tek kelime etmiyordu artık.
Felek ona hak etmediği kadar zalim davranmıştı.
...
Yaşadıkları onu olgunlaştırmıştı. Hayata bakış açısı değişmişti. Kaybedilen zamanlar kadar kazanılacak zamanlar olduğunu, ne olursa olsun mücadeleyi bırakmamak gerektiğini anlamıştı.
Bazen hayat o kadar zordur ki, insanın nefesi kesilir.
Dayanılması çok zor olan acılarla yüzleştirir.
...
Tales'in dediği gibi, "kişi hayata bir gün daha ekleyemez ama bir güne hayat ekleyebilir."