İnsan kendi yaşamında
olduğu kadar diğer insanların yaşamları hakkında da soru sormalı, sorgulamalıydı.
Muhtaç olana yardımcı olmalı, insanların dertleri ile ilgilenmeliydi. Cesaret
sahibi olmalıydı. Çünkü, sorulacak her soru, atılacak her adım yol haritasında
belirleyici olacaktır. İnsanın kavgası, her kiminle olursa olsun, sonuçta kendi
derdiyle değil midir?
Şehrin
erken saatlerde en çok nefes alınan yeri otobüs garajlarıdır. Günün kristal
ışıklarına ilk şahit olanlarda uykusuz ve yorgun gözlerini kırpmadan garajdan
ayrılacağı zamanı bekleyen yolculardır.
Gidenler şehir
yaşamına uyum sağlamaya çalışsalar da, unutulmaya yüz tutmuş kırsal yaşamın
izlerini taşıyan kültür ve geleneklerinden kopmamışlardı. Anadolu’nun zengin kültürel
mirasını çarpık bir modernleşmeye kurban etmemişlerdi. Takip edilmesi gereken
yol onlar için açıktı. Duygusallıklarını bir tarafa bırakıp vurmuşlardı
kendilerini yollara. Gidenler, gelenler, ayrılanlar, kavuşanlar, yüreklerinde
sıla hasretiyle yollarda savrulanlar, kavrulanlar. Vardıkları her yerde
yaşananları gönül gözüyle içine sindirenler, sindiremeyenler. Kavruk yüzleriyle, nasırlaşmış elleriyle
hayat mücadelesinde kopmadan geleceğe emin adımlarla yürümenin telaşındaydılar.
Umutlarıyla, özlemleriyle, acılarıyla, çektikleri çileleriyle, sessiz çığlıklarıyla
zorluklara ölesiye göğüs gerip hayata tutunmaya çalışan; varlığını da yokluğunu
da kendine saklayanlar.
Şehir
hayatının üzerlerinde kurduğu baskıdan, varoşların gürültücü kasvetinden ve
yoksulluğundan bunalan; yüksek binaların arasında nefessiz kalmaktan kurtulmaya
çalışan bu insanlar, soğuk hava şartlarına rağmen kırsal yaşamın soluk aldıran
ortamında bir süreliğine de olsa baba ocağında sevdikleriyle hem hasret gidermeyi
hem de rahat bir nefes almayı seçmişlerdi. Kim bilir belki de içlerinden bir
bölümü çalıştıkları işlerinden çıkarılmış işsizlerdi. Bir daha dönmemek üzere
gurbeti terk etmişlerdi. Doğup büyüdükleri topraklarda mı kolaydı yaşam, yoksa
çocukluklarının ve kültürlerinin yabancısı olan şehirlerin varoşlarında mı?
Hangisinin yükü hafif hangisinin yükü daha ağırdı? Doğup büyüdükleri
topraklarda yaşam kolay olsaydı neden gideceklerdi gurbete? Ve/veya çocukluklarının
yabancısı olan şehirlerde yaşam kolaysa eğer neden terk edip baba ocağına
dönmüşlerdi?
Geçim
şartlarının ağırlaştırdığı omuzların hafiflemesi için güçlü olmayı, hayatın
dayanılmaz bir ıstıraba dönüşmesinin önüne geçmek için direnmeyi bilmek lazım. Bilmek
de yeterli değildi. Somut adımlar atarak hayatın günlük hay huyunda ağır olan
yükü hafifletmek adına güne başlanması ve o gün eve götürülecek ekmek parasının
kazanılması lazımdı.
Sabahın
erken saatlerinde ya da gün turkuvaz rengini akşamın karanlık perdesine
bırakırken yola koyulmuş olanların, yolculuğa başlama ve bitirme amaçları aynıdır.
İç güdüsel olarak varlığının devamını sağlamak.
Yolun
kıvrımlı damarlarını kat edip kırsaldan göç etmiş, eğreti gecekondularda
yaşamını güçlükle sürdürme çabasında olan çoğu insanın devamlı bir işi olduğu
söylenemezdi. Günü birlik amele pazarlarında, inşaatlarda ve geçici işlerde
çalışmak için sıra bekleyenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Bu durumda
bir insanın yaşamını sürdürmesi için güçlü bir iradeye ve şansa ihtiyacı
vardır. İradesi olanın şansı, şansı olanın iradesi olmaz bazen. Bazen her ikisi
bir arada bulunur, bazen biri vardır diğeri yoktur. Anadolu insanında her ikisinin
de bir arada bulunduğunu söylemek için amele pazarlarından veya işsizlerin
toplandığı kahvelerden habersiz olmak gerekir. İstasyonların ve garajların
yırtık pırtık insan pazarı olduğundan, binlerce insanın günün her saatinde, su
gibi, oralarda kaynaşıp durduğundan da... Oysa hangi şehire gidilirse gidilsin
binlerce işsizin sokaklarda avare dolaşmasını görmek olağandır.
Gurbette
bazen güneş doğmaz nazlanır. Başka yerlere takılı kalmıştır aklı. Bezende hiç
beklenmedik bir yağmur yağar bardaktan boşanırcasına, bereketlidir yağmur. Kimi
karayağız delikanlılar tek başına omuzlar yükü, güçlü sanırsınız. Yürekli
sanırsınız. Kimi dostundan güç alır, kimi tek dostu olan kendinden.
Günün
yorgunluğu sonrasında şehir yaşamı çeker kendine serseri mayınları iştahla. Varoşlar
dolup dolup
boşalır. Kimi bilinmeyenin cazibesine koşmak için dolaşır neon ışıklarının
cezbedici parlaklığında. Kimi içinde anbean kabaran travmayı bastırmak,
bildiklerinin içinde, derininde bilmediklerini görmek için.