Kendini eğitime adayana. Öğrencilerini sevgiyle kucaklayıp, onlara öz güven aşılayıp , iyi birer birey olmaları için çabalayana.
24 Kasım 2023 Cuma
ÖĞRETMEN OLMAK
13 Kasım 2023 Pazartesi
O YILLARDA ÖĞRETMEN OLMAK
Bir
kış akşamı, Akbaba dağından vınlayarak gelen soğuk ve sert rüzgârın uğultusu
etrafı sarsıyordu. Hafta sonuydu.
Hava
çoktan kararmıştı. Köydeki bir iki dükkan kapanmış, köylüler akşamın alacasında
kahvelerde yanan sobanın etrafında toplanmışlardı olasılıkla. Bir kısmı da gün
içindeki bütün koşuşturmanın ardından tükenmekte olan güçlerini bir an önce
evlerine ulaşmak, rüzgarın ve soğuğun şiddetinden kurtulmak için tüketiyordu.
Anadolu'nun
kuzey doğusunda, Ermenistan sınırında bulunan Cala da, gaz lambası ışığında,
etrafın pek seçilemediği odanın orta yerinde yanan sobanın başına sokulmuş,
ısınmaya çalışıyorlardı. Kendi ruhsal dünyalarına, geçmişlerine, rüyalarına
dalmışlardı. Sessizliği yanan sobanın gürültüsü bozuyor, adeta fırtınanın sesi
ile yarışıyordu. Lambanın loş ışığında oluşan gölgelere dikmişlerdi gözlerini.
Dışarıda
kar fırtınası başladı başlayacaktı.
Odanın
içinde yanan sobanın ateşi içlerini ısıtmıştı. Ama dışarıda hava en az eksi
otuz dereceydi. Dışarıya çıkmanın olanağı yoktu.
Avuçlarının
içinde bir dolup bir boşalan, yanan sobanın üzerinde demledikleri çaylarını
yudumluyor, bir yandan da içinde bulundukları durumla dalga geçiyorlardı.
Omuzlarında ağır bir yük varmışçasına huzursuzdular.
Etkili
kar yağışı yolları kaparsa diye. Kapanan yolların açılması belki günler
alabilirdi.
Sinan
çayını bir kenara bırakıp, "Yollar kapanırsa
ne yapacağız" Ömer dedi sıkıntılı.
Ömer
her zamanki tavrını bozmadan gülümsedi.
"Yapacak bir şey yok."
"Nasıl yok. Yollar kapanırsa
ekmek gelmez."
"Gelmezse gelmesin"
dedi Ömer.
Ömer
haklıydı. Yapacak bir şey yoktu.
Aradan
çok geçmeden beklenen kar fırtınası uğultuyla kapıları zorlamaya başlamıştı.
Odanın
tek penceresi damın üstündeydi bereket.
Sinan az da olsa rahatlamak için, "günlerdir böyle fırtına olmadı"
dedi, Ömer'e endişeyle.
Ömer
sessizce yanan sobadan sızan alevlerin odanın tavanındaki ışık oyununu izliyordu.
Cevap vermedi. Yollar kapanır da kapana kısılırsak ekmeksiz ne yapacaklardı?
Bunu
düşünmemişlerdi daha önce. Düşünmeye de zaman olmamıştı. Kış şartlarında yöreye
gelmişlerdi. Yabancıydılar. Yörenin şartlarının ağırlığı ile karşı karşıya
kalmışlardı. Gördükleri yerler Anadolu'nun batısıydı o güne kadar. Doğusunun
şartlarını ne soran ne de anlatan olmuştu.
İmkansızlığın
ne olduğunu az da olsa yaşamaya başlamışlardı. Yörede günü herkesten farklı
yaşamak mümkün değildi. Burada insanların bu mevsimde hayatlarını nasıl
sürdürdüklerinin ipuçlarını bu sert ve dondurucu soğuk az da olsa öğretiyordu.
Başlangıçta
ısınma sorununu halletmeye uğraşmışlardı. Henüz o günlerde kar yağmadığı için
yollar kapanınca gelmeyecek olan ekmeği nasıl temin edeceklerini akıllarına dahi getirmemişlerdi.
Getirmemişlerdi
ama şartlar acımasızdı.
Dizginlenemez bir heyecan vardı içlerinde.
Aşılmaz dağların arasında, sevinç, korku ve kaygı, umut ve umutsuzluk, yarın ne
olacağına duyulan merak.
Bir
bilinmezle karşı karşıya olmanın getirdiği çaresizlik.
"Gelmezse gelmesin!"
diye tamamladı sözünü Sinan.
"Aliyar amcanın bakkal dükkanı
var ya!"
"Evet var."
"Alırız bir kaç paket makarna
evdekilere ilaveten, olur biter."
"Başka çaremizde yok zaten.
Lakin ekmeğin yerini her daim makarna tutmaz ki" .
"Ne yapmayı düşünüyorsun bu
durumda, ne yapmalıyız?"
"Yapacağımız tek şey var.
Köylünün yaptığını yapmak."
"Ne yani çuvalla un alıp ekmek
mi yaptıracağız?" dedi Ömer.
"Lordun oğlu, ne yapacağız
başka bir çözüm yolu varsa söyle de onu yapalım."
Sıkıntı
bastığında gözlüklerini silmeyi alışkanlık haline getirmişti. Gözlüklerini
sildi.
Tekrar
taktı.
Çıkardı
tekrar sildi.
Ömer'in
bu hareketi yaparken vereceği kararı düşündüğünü biliyordu Sinan.
Ömer
sıkıntıyla Sinan'ın yüzüne baktı.
"Başka çare gözükmüyor!" dedi.
"Havalar biraz düzelince un
alıp ekmek yaptırmak lazım. Şenlik beye sorarız. O bize yol yordam
gösterir."
3 Kasım 2023 Cuma
BOZKIRDAN KAÇIŞ
İnsanın sadece kendisi için yaşaması bencillik ve
haksızlıktır.
Zamanı geriye sarıyorum.
Yıllar öncesinin bozkırına.
Geçen zaman ve yaşananlar önce bulanık, sonrasında
duru görüntülerle zihnimde beliriyor.
Bozkırın her çocuğu gibi benim de bir amacım var.
Okuyup bir meslek sahibi olmak.
Sarısıcağın kavuruculuğundan, ayazın keskin
şamarından, yokluğun sıkıntısından, zor yaşam koşullarının yoruculuğundan
kurtulmak.
Ne ki bu kolay değil.
Tıpkı yaşamda hiç bir şeyin kolay olmaması gibi.
Eğitimin önemini bilen, eğitim ve aydınlanma ile çocuklarının
bozkırın direncini kırıp uzaklara gitmesini isteyen bir ana baba.
Çektiğim sıkıntıyı çocuklarım çekmesin diyen bir
gülüş bir inanç onlarınki.
Onlar kendileri için yaşamadılar.
Gönülleri çocukları için çırpındı.
...
İlkokul ve liseyi ilçede okudum.
Tek gözlü, daracık bir evde.
Ev demeyelim, tek göz bir odada.
Büyükannem, ve kardeşimle birlikte.
O oda hem yatak odası, hem mutfak, hem oturma ve
ders çalışma yeriydi.
Bir köşede üst üste dizili kışlık yakacak.
Diğer köşede yataklar, bir diğerinde kap kacak.
Ne bir masa ne tek sandalye.
O günleri nasıl aştık anlatamam.
Söyleyeceğim tek şey, bozkırdan aydınlığa
ulaşmanın verdiği dirençle ulaştık lise yıllarının sonuna.
.....
Bir gün babam yanına çağırdı.
Ağabeyinin yanına gideceksin dedi.
İçim içime sığmıyor.
Özlemişim ağabeyimi.
Trafik cümbüşüne.
Koca koca yapılara.
Çocukluğumun bozkırından Ankara'ya.
Adımlarım ürkek, yüzüm solgun, yaprak döken
sonbahar gibi dirençsiz.
Öyle ya.
Yeni bir yer, alışık olmadığım.
Her yer beton, tek tük yol kenarlarında ağaçlar.
Mevsim sonbahar.
Bir serinlik, bir rüzgâr, havada kömür kokusu, toz
duman, is.
.....
Liseyi bitirmiş üniversite sınavlarına
hazırlanıyordum. Ağabeyim iki yıl olmuştu üniversiteyi Ankara'da okumaya
başlayalı.
Ankara otobüs terminaline sıkıcı ve alışık
olmadığım bir otobüs yolculuğu sonrasında yorgun bir şekilde inmiştim. Gözlerim
ağabeyimi aradı. O karmaşada ara ki bulasın. En nihayet iki kardeş kucaklaştık.
Hasret giderdik. Gözlerimiz doldu.
Yabancısıydım o yıllarda Ankara'nın.
Ağabeyimin yanı sıra çıktık yola. Yürüyoruz.
Ağabeyim anlatıyordu. Şurası Tren Garı. Bak şurası Gençlik Parkı. Daha yukarıda
Ulus. İlk TBMM binası.
Acıkmıştım. Biraz dolaştıktan sonra ağabeyime, "ekmek
alıp eve gidelim. Hem yorgunum hem de
aç."
"Tamam" dedi. "Gel minibüse
binelim. Ekmek ve diğer alacaklarımı mahalledeki bakkaldan alırız."
Dedim ya mevsim sonbahar.
Ağaç yaprakları yerde rüzgarla savruluyor
hoyratça.
Isıtmayan kış güneşi. Kalabalık caddeler, tenha
sokaklar. Avare dolananların ayak sesleri.
Etrafta rengi solmaya başlamış binalar. Dükkanlar,
kumaş satan mağazalar. Simitçi tezgahları. Mevsim sonbahar olunca bulut
kümeleri. Arada bir yüzünü gösteren ama ısıtmayan güneş. Korna sesleri. Cadde
ve sokaklarda insan kalabalığı. Serseri mayın gibi dolaşanlar. Velhasıl şehrin
kalabalığı.
Ağabeyimle telaşsıza yürüdük minibüslerin yolcu
alıp kalktığı yere.
"Anlat" dedi ağabeyim gülerek. "Ne
var ne yok köyde. Babalar nasıl. İşleri nasıl."
Yutkundum. Ne diyebilirdim ki.
Hep var olacağını düşündüğümüz yaşamın gailesi
için.
"Ne olsun, köy ve bozkır aynı. İnsanlar aynı.
İşler eh işte yürüyor ağır aksak. Yaşam gailesinin ince ipliği koptu
kopacak."