Gün öğleye yaklaşmakta. Sokaklar henüz ıssız.
Sokak aralarında park edilmiş araçlardan adım atacak yer yok. Hoş ana cadde
boyunca sağlı sollu dizilmiş onlarca belki de yüzlerce araç var. Başım önde,
yaşama dair yığınla düşünce beni yorarken cadde boyunca yürüyorum.
Birden sarsıldığımı hissettim. Kafamı yana
çevirdiğimde Zeynel yanımdaydı. Yoğun düşüncelerden geldiğinin farkında
değilim. Ta ki elini omzuma koyana kadar. Güne sert bir başlangıç yapmış
gibiydim. Cadde boyunca her adım atışımda zaman sanırsın yaşanmamış gibiydi.
Ne kadar hızlıydı her şey. Evden caddeye gidene
kadar sanırsın yıllar geçmiş gibiydi.
"Ne
haber hocam" dedi Zeynel.
Ses etmedim.
"Sessizsin
dalıp gittin" diye üsteledi.
"Ne
bileyim, öylesine düşünüyorum. Sessiz olmayıp da ne yapayım."
"Sıkma
canını" dedi Zeynel.
"Sen
ne yapıyorsun" diye halını hatırını sordum.
Gözlerini çevirdi. Dalıp gitti bir süre.
Ses etmedim.
Zeynel yoksuldu. Üç çocuğuna ekmek bulma peşinde
kapı kapı iş aramıştı.
Yoksulluk zordur. Zorluklarını ancak yoksulluğun
pençesinde olanlar bilir. Varlık içinde yaşayanlar sıkıntı nedir bilmezler.
Hani bir söz vardır "fakirin halinden fakir anlar" diye.
Öyle insanlar vardır ki, kendisi de bir çalışan
olduğu halde, her hali ile ortada iken, varlığının önemsizliğinden eminken,
hayata teslim olmuşken, iş arayan diğerine karşı takındığı tavır kendisi
farkında olmasa da ne büyük bir huzursuzluktur.
Zeynel otuzlu yaşlarda, yoksul biridir. Eşi ve üç
çocuğu ile son yılların göç furyasına kapılıp kendisini şehrin varoşlarında
bulur. Başını sokacak bir gecekondu kiralar. Köyde elinde avucunda ne varsa
satıp biriktirdiği bir kaç kuruş ile iş buluncaya kadar idare edecektir.
Ne üstte vardır ne başta. Yıpranmış bir pantolon,
sırtında emektar ceketi ile iş aramak için düşer yollara.
Yapması gereken önce bir iş bulmak olduğu için ne
kendisine acımaya, ne de halinden utanmaya hacet yoktur.
Rezil olmaktansa ölmeyi bile tercih edebilecek bir
karakterdedir Zeynel.
Gazete ilanlarına bakar.
Fabrikada bir aşçıya ihtiyaç olduğu ilanı gözüne
çarpar.
Zeynel az çok aşçılıktan anlayan biridir.
Çaresiz fabrikanın yolunu tutar.
Fabrikanın önüne gelir.
Girişte bir kulübe vardır.
Kulübede de bir bekçi.
Zeynel bekçiye yaklaşıp "iş görüşmesi için geldim"
der.
Bekçi onu şöyle bir süzer, "ne işiymiş bu?"
"Aşçı
aranıyormuş, onun için geldim"
Zeynel'in kılık kıyafetine bakıp "seni
içeri almıyorum, sen burada aşçılık yapamazsın" diye azarlar.
Zeynel çaresiz geri çekilir.
Zeynel belki yoksuldur lakin neyin ne olduğunu da
bilmektedir.
"Yazık,
gerçekten çok yazık. Kendisini müdür yerine koyup fabrikaya işçi alımına
kapıdaki bekçi karar veriyorsa, zaten o işten hayır gelmez" diye
düşünür.
Bu tipleri daha sonraları da görecektir Zeynel.
Bunların bazıları gerçekten çok kötüdür. Kibirleri insani duygularının önüne
geçmiştir. Parası olanın, giyim kuşamı düzgün olanın karşısında, sorgusuz
sualsiz kalır, söyleneni yaparlar.
Zeynel kapıdan kovulmuştur.
Ciddiyet ve dik duruşundan bir gram kaybetmeden,
geri döner.
Zeynel o günde eve işsiz gelir.
Bir sonraki günde iş bulma umuduyla...
Yoksulluk kader değildir ama bu tiplerin arasında
işsiz ve yoksul olmak, eksikliğini çektiğin her şeyin bekçiliğini yapmak
gibidir.
Bunlarda saygı en büyük eksikliktir ve yoksulsan o
saygı asla sana gösterilmez.
Zeynel başını yastığa koyarken, bir sonraki günde
umudunu gerçekleştirmek üzere
"yenilmez
olmanın en büyük ilkesi başarmaktır..."
diye düşünür...
Zeynel anlattı. Başı öne eğik.
Bu defa ben ona "sıkma canını. Kapının biri
kapanırsa diğeri açılır elbet. Kendine olan özgüveni kaybetme. Gün ola harman
ola."
Zeynel başı öne eğik, düşünce içinde
hızlı adımlarla "Hoşçakal hocam" deyip yürüdü gitti.
Zeynel uzaklaştı. Ben ise huzursuz bir
kaç adım daha attım. Beni huzursuzlandıran sorunların çözümünü ararken, kendi
yolunu bulmaya çalışan Zeynel'in hikayesi beni daha da huzursuz etti.