11 Aralık 2020 Cuma

İNSANI ANLAMAK


 

İnsanı anlamak kolay değil. Herkes bunu başaramaz. İnsan, bir diğerini anlamak için önce kendini anlamalı.

Kendini anlamaya çalış.

Sen kimsin?

Duymak, görmek, hissetmek istemesen de önce bunu çöz.
Hayatın boyunca yürüdüğün yolda kendin olabildin mi?

Sen kimsin sorusu hala belleğinde yerini korumakta mı?

Kendinden emin olabiliyor musun?

Yoksa hala keşkelerle, kendi yolunda ve zamanında izole bir süreçte mi yaşıyorsun?

Bu bağlamda;

Herkesin olmak istediği gibi bir insan olma arzusu, fikri devam ediyor.

Gerçekten olmak istediği kişi insanın içinde, ortaya çıkarılmayı bekliyor.


Salgın sebebiyle aylardır evde kalmanın sıkıntısı, bir çok düşünsel yapıyı aralamak için bir fırsat sunuyor.

Bu süreçte bir çok kitap elden geçirilebilir.

İzolasyon günlerinde, tekrar okunabilirlikte, özellikle klasiklerin yerinin vazgeçilmez olduğunu söylemek mümkün.

İnsan mücadele ettiği her savaşı kazanmak ister.

Bazen bunu başaramaz.

Kaybeder.

Coronavirüs karşısında hayatta kalma mücadelesi veren, hastalığa yakalanmış, yüz binlerce insan bu mücadeleyi kaybetti.

Hayatta kalıp zorluklarla mücadele etmek sağlıklı bir yaşamı gerektirir.

Çünkü, bir kere yıkıldımı bina altından sağ çıkamazsın.

İnsan öyle bir an gelir ki çok sıkılır.

İçinden çıkılmaz bir hal alır iç sıkıntısı.

Sıkıntısının verdiği yorgunlukla mücadele etmek için binanın yıkılmasını engellemesi gerekir.

Bir çok kitabın sayfaları tekrar çevrilmeli.

Çevrilmeli ki hayatı anlayasın.

İnsanı anlayasın.

 

10 Kasım 2020 Salı

MUSTAFA KEMAL BİR DİRENİŞTİR


 

Mustafa Kemal Atatürk, her an yüreklerimizde varlığını sürdürecek kadar büyüktür.

Büyüklüğünü anlamak için yok olmakta olan bir milletin nasıl ve hangi zor şartlarda kurtarıldığına bakmak yeterlidir.

Mustafa Kemal, sadece Kurtuluş Savaşı sırasında askeri anlamda emperyalist güç odaklarına karşı verdiği müthiş mücadele ile değil; savaş sonrasında siyasi, kültürel ve ekonomik anlamda da aldığı önlemlerle ve yaptığı uygulamalarla da büyüklüğünü kanıtlamıştır.

Mustafa Kemal bir direniştir.

Bir milletin var olma mücadelesinin çelikleşmiş ifadesidir.

Vefa ve namus borcumuzdur.

Varlığımız, bağımsızlığımız, yarınlarımız, onurumuz, toprağı vatan yapan düşüncemiz, bilgimiz, enerjimiz, aydınlanmamız ve erdemimizdir.

Bu nedenle Mustafa Kemal’in bize sunduğu gerçek zenginliğimizin, özgür birey olma erdeminin, bağımsız ve çağa uygun yaşam tarzımızın öneminin bilincinde olmalıyız.

Bu zenginliklerimizin ve Mustafa Kemal’in milletimize kazandırdığı kavramların, devrimlerin ve değişimlerin ayırdında olmalı onlara sıkı sıkıya sarılmalıyız.

O’nun vurguladığı gibi; düşünce, bilgi, beden yönünden güçlü ve yüksek karakterli birey olmalıyız.

Emanet ettiği cumhuriyete, fikirlerine ve düşüncelerine sahip çıkmalıyız.

O’nu yaşıyor ve yaşatıyor olmalıyız.

 

8 Kasım 2020 Pazar

DEPREM


 

Deprem doğal, yeterli önlemler alınmadığı sürece can ve mal kaybına yol açan bir felaket.

İzmir depremi bunu ne yazık ki bir kez daha gösterdi.

Yıkılan binaların bazılarının alt katında bulunan dükkanlarda yer açmak amaçlı binanın kolonlarının kesilmiş olduğunu tespit ettiklerini açıkladı İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer.

Yeterli denetim ve önlemin alınmadığı yerde yapılması doğru olmayan bir durum.

Yerle bir olan apartman.

Altında can veren insanlar.

Geçen yıl Silivri'de meydana gelen 5.8 ilk deprem sonrası onlarca binada hasar meydana gelmişti.

Olması beklenen 7.2 şiddetinde İstanbul depreminde yıkılacak, hasar görecek yüzlerce binanın olması kaçınılmaz.

Eski binaların yıkılıp yeniden yapılması yada güçlendirilmesi gerekmez mi?

Kilometrelerce uzakta meydana gelen İzmir depreminin hissedildiği İstanbul'da şiddetli bir depremde meydana gelecek can ve mal kaybı daha çok olacaktır.

Gerekli önlemler zaman geçirilmeden alınmalı.

Yeterli önlemi alma.

Sonrada çık takdiri ilahi de.

TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNE AT GİTSİN


 

Hayatı ve zamanı tüketircesine, anları önemsizleştirircesine, insanlığın telaşla yaşaması, yaşama edilmiş en büyük ihanettir.

Geçmişin ve günün değerlerini hatırlamalı, karanlık bir labirentte kaybolup gitmemeli insan.

Sahip olduğumuz mevkilere sonsuza kadar sahip olamayacağımıza göre, etrafımızdaki insanlara saygıyı kaybetmemeli, o mevkileri velev ki bir gün kaybettiğimizde bizlere saygı gösterecek olanlar karanlık labirentte kaybolup gitmeyen saygı gösterdiğimiz insanlar olacaktır.

Ahmet, Mehmet, Mustafa...

Hiç fark etmez, isimler her daim değişiyor, aslolan nedir peki?

Aslolan yapılması gerekeni, doğru bildiğimizi, insanlık için faydalı olanı, sen şusun busun yaklaşımını tarihin çöplüğüne atarak yapmaktır.

Çünkü, hayat aynı zamanda akıp gidiyor, durduramazsın, aynı mekanda yada farklı mekanda, herkesin yaşamı farklı, gerçekleri, acıları, düşünce ve duyguları farklı.

Unutmamak gerekiyor ki, hayat, her bedende farklı yaşanıyor, bunu değiştiremezsin, ve yine aslolan şey anlamsız kalabalığa kapılmadan yürüdüğün kulvarda yalpalamadan, nereye yürüdüğünü, neden yürüdüğünü hesaplayarak yürümektir .

 

20 Ekim 2020 Salı

ŞERİFE BACI


 

“Tarih 1921 Aralık ayı mevsim kışın en çetin hüküm sürdüğü günlerdir. Şerife Bacı İnebolu’dan aldığı cephaneyi Kastamonu’ya taşımaktadır. Kağnıda cephaneler, sırtında çocuğu vardır. Hava yağışlıdır. Cephanelerin ıslanmaması gerekir. Fedakâr bir anne olan Anadolu kadını Şerife Bacı, Millî Mücadele uğruna gelecekteki çocukların yaşaması için, çocuğunun üzerindeki battaniyeyi alır cephane üzerine örter. Kastamonu Kışlası önüne kadar gelmiştir. Cephane yerine ulaşmıştır. Hem cephaneyi hem çocuğunu korumak uğruna her ikisi de şehit olmuşlardır.“ diye bilgi veriliyor Kastamonulu Şerife Bacı hakkında kimi kaynaklarda.

Sen ey Şerife Bacı, öküzlerle çift sürmek, merkeple dağdan odun getirmek, orakla ekin biçmek, döven sürmek senin kaderin midir?

Yüzyıllarca bu topraklarda mücadele vermedin mi?

Kurtuluş savaşında yaptıkların orta da değil mi?

Kalp gözleri kapalı olanlar şimdi bunu unutmuş görünüyorlar.

Şerife Bacı, diyorlar ki kadınlarımız dört duvar arasında otursun. Diyorlar ki kadınlarımız doğurduğu üç-beş çocuğa baksın başka bir işle uğraşmasın. Diyorlar ki kadınlarımız düşüncelerini açıkça belirtmesin, öncelik erkeklerde olsun. Şerife Bacı, küçük Elifi'ni karakış canavarına kurban eden eli öpülesi insan. Gör bunları, duy bunları.

Çile demet demet, hicran gökleri tutmuş, gözyaşı diz boyu olmuş Anadolu’mda. Nice şehit anaları oğlunun acı haberiyle ciğerini dağlarken nice gelinler hayata küsmüş. Umutların söndüğü, açlık, yokluk, yoksulluğun sarıp sarmaladığı günlerde kağnı kolları ile yola düşen sen Şerife bacı gör olanları, duy olanları.

"Ayrılığın en acısı hangisidir?" diye sorulsa herkesin farklı bir cevabı olacaktır. En acısı evlat acısıdır. En acısı vatandan uzak kalma acısıdır, en acısı aşığınkidir, en acısı maşuk’unkidir diye dile getirilecektir. Bana sorarsan en acısı ana ve vatan acısıdır Şerife Bacı.

"Şerife Gelin, öküzleri çekiyor, kar ise yağıyor, yağıyordu. Kağnı tekerleri karla karışık çamurlu yollarda makamsız bir gıcırtının zevksizliğiyle ilerliyordu."

Kimi canını adadı uğruna, kimi ömrünü. Kiminin damarlarında kan boşaldı üzerine, kiminin alnından ter. Kimi hasretinden yanıp kavruldu, kimi çilesine sevdalandı. Ve toprak vatan oldu.

Oğlunu, eşini askere gönderen analar bacılar, uzak cephelerden “ah vatan” nidaları ile bağırlarına taş bastılar, göz yaşı olup toprağı suladılar. Oğlunu askere gönderirken yük olmasından çekinmese, evde ne var ne yok dolduracak çıkına. Sütlü ekmek, çörek, bal, pekmez, peynir, ceviz… Ne varsa evde… “Ana yeter ana “ diyene kadar oğul.

İnsanları savundukları düşünce yüzünden eleştirenler, demokrasiyi işine geldiği gibi yorumlayanlar. O uğruna canını, bebeni, o çok sevdiğin eşini kaybettiğin nazlı nazlı gelinciklerin üzerinde filizlendiği topraklar ne halde?

“Ver elini öpeyim ana. Cennet kokan ellerini. Hakkını helâl et. Analar helâl etmedikçe, hakları ödenmez.“ diyen oğulların uğruna toprağa düştüğü, 15’lik şarapnel parçalarının havada uçuşup kaynaştığı, dağlarında yılkı atlarının koşuştuğu, bağrında boy atan kardelenlerin boynunu büktüğü o topraklarda kimler var şimdi uyan da gör Şerife bacı.

Geleneklerimize, hasletlerimize, ahlâkî anlayışımıza ters söylemlerle orta yerde laf edenleri gör. Gök kubbenin altında yer yarıldı, ayrıldı, kavuştu. Yaptığı yorumlarla insanlara hakareti ön plâna çıkaranları gör şerife Bacı.

Allah sizden geçmişte bu vatan için göğsünü siper edenlerden razı olsun Şerife Bacı.

 

6 Ekim 2020 Salı

BEDEL ÖDEYEREK ÖĞRENMEK


 

Yaşam bütünseldir. O bütünsellik içinde yaşanan acılar, coşkular vardır. Özlemler, isyanlar, çığlıklar, kopuşlar vardır. Susmalar, ağıtlar, gözyaşları vardır sessiz ve derinden gelen. Bunlar yaşamın gerçeğidir. O gerçeklerden uzak durmak, o gerçekleri anlamamak şaşırtıcı ve bencilce bir duygudur.

 

Geçmişimiz, bugünümüz ve özümüz yani öz benliğimiz, düşüncemiz önemlidir. Yaşadığımız şeylerde önemlidir. Fakat asıl olan, onları kendimizde niçin ve nasıl yaşattığımızdır. Dünü olduğu gibi bugünü de nasıl yaşayacağımıza kendimiz karar vermeliyiz. Kendimizle ya da diğerleri ile ilgili kararlarımızda vicdanımızın doğru bildiğini yapmalıyız. Başkalarının beğenmesi için karar alıp yola çıkmamalıyız.

 

Yaşam bütünseldir dediğimde bir arkadaşım aynen şunları söyledi. “ ‘Özlemler, isyanlar, çığlıklar, kopuşlar vardır. Susmalar, ağıtlar, gözyaşları vardır’ diyorsunuz. Bence önemli olan hayatımızda bu duygulardan hangisinin ağır bastığıdır. Kaçınılmaz gerçekler olsa da bu duygulardan ne kadarı yaşamımızı etkiliyor, bu çok önemli bence. Hayatta yaşanacak ne varsa yaşıyoruz ama buna kendimiz karar veremiyoruz. Dün de biz karar veremedik bugünde.”  Ve ekliyor “eğer kararı biz kendimiz verebilseydik son yıllarda yaşadıklarımı asla yaşamak istemezdim”. Sözünü ise şöyle bitiriyor “hayatımda hak etmediğim olumsuzluklara engel olur onları yaşamazdım” .

 

Bir başkası “vicdanım rahat” diyor “çünkü vicdanımı rahatsız edecek bir yanılgıya düşmedim”. İnsanların kendi özünü ve geçmişini, geleceğini aramasında ve sorgulamasında şaşılacak bir şey yok. Çünkü insanlar kimlikleri ile yaşarlar. Hangi yaşta olursa olsun kendilerini ararlar, sorgularlar. Yaşamlarında olan bitenleri mantıklarıyla bütünleştirmeye çalışır, akıl süzgecinden geçirirler. Tüm bu olgular olurken güven duygusunu aramak ve o duygu ile bütünleşmek önemlidir. Kimisi bu duyguyu asla bulamaz kimisi içinse sorun olmaz.

 

İnsanlarda sevgi ve anlayış, sevildiğine ve sayıldığına olan inanç da önemlidir. Bu inancı aramaktan asla vazgeçmezler. Tıpkı şairin şiirin gizeminden vazgeçemediği gibi.

 

Yaşamımızda kadın, erkek, genç, yaşlı hiç fark etmez. İnsan olması gerektiği gibi yaşar. Bu yaşamında çevresi etken olduğu gibi ailesi ve sokak da etkendir. Aldığı eğitimin yanı sıra içinde yetiştiği kültürde önemlidir. Edindikleri ya da edinmeye çalıştıkları misyon da önemlidir. Misyonun yaşama katkısı gri görüntüyü azaltır. İnsan bir şekilde kendisini anlatmak durumundadır. Bunu yaşam hattında zaten yapar. Gri bir yaşam tarzında sıkılmak, sıradanlık, boşluk hissi hayatta gelgitler yaratır. O gelgitlere maruz kalmamak için doğru karar vermek, olan bitenleri doğru okumak, volkanlara, tsunami ve depremlere yenik düşmemek için misyonumuzu doğru yöne kanalize etmemiz çok önemlidir.

 

Toplumumuzun kadına bakış açısını ele alalım. Bir yandan çocuk yaşta evlenmeye zorlanan ya da evlendirilen, o yaşta sorumluluk almaya çalışan kız çocukları, diğer yandan “töre” denen ortaçağ kalıntısı bir kültür anlayışı içinde gidip gelmeler. Kaburga kırmalar, yüzlerde morartılar, cinayetler. Bunun sonucunda oluşan dramlar ve sendromlar. Görücü usulü ile evlenip, hem de erken yaşta, anlaşamayan ve bir şekilde yaşamları zindan olanlar. Deyim yerinde ise bileklerine aile çevresince kelepçe vurulanlar. Ve yaşamlarını dizayn ederken istediği ile değil diğeri ile yaşamak zorunda kalanlar. Hırpalanan, ötelenen, sevme ve sevebilme ihtimalini unutanlar.

 

Adıyaman’da ailesi tarafından iki yıl önce zorla evlendirilen bir kız çocuğu “annemi, babamı, kardeşlerimi iki yıldır görmüyorum, çok özledim” diyerek söze başlıyor. Küçük kız, kendisini görmeye gelenlerden hangisinin “damat” olduğunu bilmeden evlendiğini, kısa sürede hamile kaldığını ve bir kız çocuğu dünyaya getirdiğini anlatıyor. Beş bine satılan çocuklardan biri o. Ya onun gibi yüzlercesi. Bu bir “köle pazarı mıdır” diye manşet atan gazete yanlış mıdır?

 

Bu ve benzeri yaşananlar, yaşanacak olanlar, yaşanmış olanlar. Doğaldır ki insan dimağında yerlerini alacaktır, almıştır, almaktadır.

 

Yaşam savaşçısı olmak, güven duygusunu kaybetmemek lazım. Velev ki bir hata söz konusu, bu durumda, “kıyamet kopuyor” yerine insanların birbirlerini anlamaları, birbirlerine saygı duymaları gerekir. Kendimize ve başkalarına “vize” uygulamak doğru değildir aykırı olmak da. Yaşamı değiştirmek için başkalarını “anlama” ya çalışmak, diğer renkleri görmeye çalışmak için çok da fazla bir gayret gerekmez aslında. Yeter ki anlayışlı olalım. Düşüncelere saygı duymasını bilelim.

27 Eylül 2020 Pazar

HAYAT ZORLU VE ÇETİNDİR


 

Bencilliği ve kibiri bir kenara bırakmış, dürüst, insan haklarına, demokrasiye saygılı insanların değeri bilinmediğinde, gün gelir o insanların değerini bilememiş olmanın ıstırabı hayata yayılır.

Geriye kalan her şey anlamsızlaşır. Anlamsızlık sürecinde devam eden bir hayata dönüşür.

Öyle bir an gelir ki, adımlarımızda yüreğimizde yorgun artık diye düşünülür.

Her ne kadar yüreklerin yorgun olduğu düşünülse de, insanı insana en iyi anlatanlar; tarlada hamal, fabrikada işçi, inşaatta usta, emekçilerin sesi olmaya devam etmeli. 

Bir beyaz saçın içinde, yürünülen yol haritasında karşılaşılan insanlar vardır.

Hayata yön veren hatıra ve olaylar vardır.

Şahit olunan adalet ve adaletsizlikler vardır.

Mutluluklar, acılar, hüzün ve gözyaşları vardır.

Kaybedilenler vardır.

Çocukluk ve gençlik yılları vardır.

Sonu belli olmayan bir yoldur hayat. Neyin  ne zaman nerede karşına çıkacağını bilemezsin.

Öyle bir an gelir ki, bir şeyler alır götürür senden engel olamazsın.

Bazen kaçmak istesen de hayatın getirdiklerinden kaçamazsın.

Herkes kendi seçtiği yolda, kendi seçtikleriyle buluşur.

Yoluna pusulası haline gelenlerle devam eder.

Lakin, gitmek istenilen menzile varabilmek için doğru olanla yola çıkmak gerekir.

Yol ne kadar çetin olursa olsun bu sizi gideceğiniz menzile ulaştırır.

 

16 Eylül 2020 Çarşamba

YAŞLI ANADAN BEŞ OĞLUNA MEKTUP

Köyümüz şehirden yüksek mi yüksek,
Baban ihtiyarlıyor oğul, bilmem netsek
Söz dinlemiyor artık ahırdaki eşek,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul !
Sizi 9 ay 10 gün karnımda taşıdım
Beş oğul bir kızım için yaşadım
Şimdi halim kalmadı, gençliğimi boşadım
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul !
Köyde bacalar eskisi gibi tütmüyor,
Çorba dahi boğazımızdan geçmiyor
Takatimiz kalmadı işler bitmiyor
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!
Geçenlerde kasabadan köye doktor geldi
Sağlam kimse kalmadı herkese ilaç verdi
Bana da kendini yorma ansızın gidersin deyiverdi
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!
Eskiden köyümüzde yağız delikanlılar vardı
Al duvak içinde gelinler, giderken ağlardı
Gençler köyü terk etti, şimdi ihtiyarlar kaldı
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!
Hani yalnız yaşayan komşumuz Ali amca vardı
O da rahmetli oldu cenazesi üç gün kaldı
Mezarını kazacak delikanlı bulunamadı
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!
Öğrenci yokluğundan artık okul kapalı
İhtiyarlayınca, babanın döküldü saçı sakalı
Benimde dizlerim tutmaz, ağır işlere bakalı
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!
İmam usandı, tayin yaptırıp gitti
Bir ezan sesi duyuyorduk o da bitti
Hastalıklar çoğaldı artık canımıza yetti
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!
Analarda ciğer, evlatlarda merhamet olur
Gezen görür, yaşayan ölür, eden elbet bulur
Hayır duamızı alın biz ölmeden ne olur
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!
Sizin huzurunuzu kaçırmak istemem
Gelinlerimi severim asla kin beslemem
Şimdi gelmezseniz cenazeme de istemem
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!
OĞULLARIN ANALARINA CEVABI
(1. oğul)
Ana, şimdi Akdeniz sahillerindeyiz,
Buralar çok güzel herkese tavsiye ederiz.
Çocuklar diyor, ölürüz de asla köye gitmeyiz
Kusura bakma, çocuklar istemeden biz gelemeyiz!
(2. oğul)
Ana, mektup yazmışsın bize boşu boşuna,
Çünkü daha açarken gitmedi hanımın hoşuna,
Sen idare et artık, bu sene de yalnız başına,
Kusura bakma, ben hanımı gönderemem ana !
(3. oğul)
Ana, gönderdiğin mektubu şimdi okudum hanıma,
Dedi bu devirde hizmet eden var mı?, Allah aşkına,
Ne olur soğuk su katma bu yaştan sonra, pişmiş aşıma,
Kusura bakma ana, gönderemem hanımı ben sana asla!
(4. oğul)
Ana darılma, vakit bulup ta mektubunu okuyamadım,
Şimdi okuyunca ne demek istediğini çok iyi anladım.
Benim hanımdan başka çağıracak gelin mi bulamadın?
Kusura bakma gönderemem, hanım oralara alışamaz ana !
(5. oğul)
Ana abim söyledi, hizmete bizim hanımı çağırmışın,
Olur mu öyle şey, doğalgazdan sobalı eve nasıl alışsın.
Birde önceden başlamış günleri var, onlar yarım mı kalsın?
Kusura bakma ana gönderemem, bu sene bizimki kalsın!
(ortak çözüm)
Dört kardeş hanımlarıyla biararaya geldiler.
Anamızın isteği yerinde, acil çözüm bulalım dediler.
Bizler ne yapacağız diye düşünürken, aklı gelinler verdiler.
Kusura bakma ana, sana hizmete ancak bacımızı uygun gördüler!

NOT: İlgili paylaşım sosyal medyada dikkatimi çekti. Değerli bir arkadaş sayfasında paylaşmıştı. Şiir Mahir ODABAŞI'na ait.
Lakin acı ama günümüzün gerçekleri.