24 Ocak 2020 Cuma

SEN HİÇ BABA OLDUN MU OĞUL?



Hazanla birlikte yapraklar sararmaya, gazel olup dökülmeye başladı. Uzun süre yaşam döngüsü tekmil canlıya şekil vermeye devam etti. Ağır aksak geçen günler sonrasında havalar aniden soğudu. Soğuk ve ayaz başkentin semalarında demoklesin kılıcı gibi salınmakta. Puslu havada insanlar her zamankinden aceleci.
Parklar karla kaplı, yollar buz, sokaklar çamur deryası. Araba egzozlarından çıkan dumanlar, bacalardan çıkan kurumlar başkentin ufuklarında gezinmekte. Dışarı çıkmak ne mümkün. Buğulu camlardan gamlı yürekler dışarıyı seyretmekte. İnce kum gibi yağmakta olan kar, sokakları, caddeleri, çatıları beyaza bürüdü. Ağaç dalları kuş seslerine hasret.
Sessizce durduğu pencerenin önünde, dışarıyı iç sıkıntısı ile seyrederken yutkundu, acı acı gülümsedi. İsteksizce, fersiz bir şekilde arkasını pencereye döndü. İrade dışı atılan adımlarla odanın ortasına gelip durdu. Çaresizliğin hançerlediği adam, buruk bir hissiyatla, sessiz sessiz ağlamaktaydı.
Düşünceler yorgun zihnine kanlı bıçaklar gibi saplanıyor, tarifsiz acılar vererek açtığı yaranın üzerine olanca gücü ile iniyordu.
Sakalları intizamsız bir şekilde uzamış, yüzü her zamankinden solgun, alnında kabaran damarlar yüzündeki sıkıntıya eşlik ediyordu. Beklenmedik bir şekilde aldığı acı haber karşısında manen iflas etmişti. Hayat ne acımasız diye düşündü. Felek ne kadar kahpe, ne kadar zalim.
Umutsuz yaşanır mı hiç diye düşündü uzun uzun. Umut her daim yüreklerde olmalı dedi belli belirsiz duyulur duyulmaz bir sesle. Bir çiçek gibi bir sevda gibi açmalı umut, gözyaşları ile sulanmalı, gözyaşlarında hem acı vardır hem umut dedi yorgun bakışlarla.
Canından çok sevdiğinin yanında olmaması, göçüp gitmesi dünyadan umutları yok eder kimi zaman. Yüreğiniz katılır, ağlamak istersiniz ağlayamazsınız. Konuşmak istersiniz konuşamazsınız. Bakarsınız etrafınıza, görürsünüz lakin içinizdeki fırtınayı gösteremezsiniz. Belki bir yararı olmayacağını düşündüğünüz için, belki daha fazla acı çekmemek için, belki de anlamayacaklarına, iletişim kuramayacağınıza inandığınız için.
Geçmişi düşündü uzun uzun. Gün tükenmez oldu, bütün sinirleri gerilim içindeydi. Düşünceler tarifsiz acılar vererek açtığı yaranın üstüne olanca gücü ile inerken odanın ortasında ayrıldı. Kapıya yöneldi, merdivenleri indi, sokak buz dışarısı ayazdı. Aldırmadı yürüdü yürüdü… Aradan geçen zaman asırlar kadar uzun bir zamandı. Akşam iş dönüşü kalabalığı ile eve döndü.
Yaşam döngüsünü kim durdurabilmiş ki diye düşündü. Gideni, geçen zamanı bir an bile geri getirmek olası mı?
Asırlardır sezdirmeden tekmil yaşamdan bir şeyler alıp götürmedi mi zaman?
Beklentilerimiz, hayallerimiz, gülüşlerimiz zaman içinde yok olmadı mı?
Bizlere kalan sadece onurlu bir bakış, dürüst bir yaşam, acıya isyan değil midir?
Lakin son demde gerçekçi olmak lazım geldiği belleklerimizde yerini almalı değil mi? Anılarımız ve gelecek umutlarımız olmasa, geriye ne kalırdı ki?
Anılarımızı unutmadan, umutlarımızı kaybetmeden yaşam oyununu bozmaya yeltenmeden direnmeliyiz artık.
Yaşam budur işte. Yaşam gerçeğini görmeliyiz ve en önemlisi zaman gerçeğini görmeliyiz. Unutmamak gerekir ki herkes evreni sığdıramaz yüreğine, herkes daha büyük yağmurlar içinde var olamaz. Kocaman bir yüreği, kocaman bir yaşamı yüreğinin süzgecinden geçiremez.
Ve çekip gitti yaşamdan, kayıverdi ansızın sonsuzluğa.
Hiç yorgunum demedi, hiç hastayım demedi, hiç yüzündeki gülümsemesini kaybetmedi, hiç kimseyi üzmedi bildiğim.
Yaşam ona çok şey öğretmişti. Acıyı da mutluluğu da görmüştü ahir ömründe.
Kol kanat germişti çocuklarına. İlkokulu üçe kadar okumuştu. Çocuklarını okutmuştu yıllarca, cahil kalmasınlar istemişti.
Çocukları ah çocukları.
Hasta yatağında solgun yüzünü görünce hüngür hüngür ağlayan çocukları. Onun her şeyi idi onlar. O yine ağlamayın diyebilmişti hasta yatağında.
Her gidiş zamansız derler ya. Onun gidişi yaşlı da olsa zamansızdı. Kabullenmek zor olacak hem de çok zor.
Hazin bir tören oldu Karşıyaka mezarlığında. Kalabalıktı mezarlık. Komşuları, akrabaları, çocuklarının iş arkadaşları yerlerini almışlardı sessizce. Soğuk aman vermiyordu. Eşi omzuna aldığı şalın varlığına rağmen üşüyordu, üşüdüğünün farkında bile değildi, kızarmış gözlerinde gözyaşları durmak bilmiyordu.
Çocukları, torunları orada idi. Uzaklarda olan akrabaları ve torunları gelmişlerdi mezarına bir avuç toprak atmak için. Ataya son görevi yapmak için.
Büyük oğlu kimseyi indirmedi kabrin içine. Ortanca ile yüklendiler. Bize düşer dedi onu kabre indirmek. Kalabalık bir yas, bozulmayan bir sükûnet yeriydi. Herkes duygulu bakışlarla bakıyordu olan bitenlere. Kıbleye çevirdi. Başındaki düğümü çözdü elleriyle büyük oğlu.
Arada bir ses çınladı. “Ahiret yolculuğudur oğul” diyordu yanındakine. Devam etti duyulur duyulmaz bir sesle:
“Sen hiç baba oldun mu oğul?
Çocuklarına kol kanat gerdin mi hiç?
Onları küçük yaşta kan uykusundan uyandırmaya kıyabildin mi?
Bir babanın gülümseyen bakışlarına hiç şahit oldun mu?
Hiç çaresizlik gözyaşı döktün mü oğul?”
Mekânın cennet olsun babacığım. Nurlar içinde uyu ebedi uykunda. Unutma ki seni özleyenler peşinde gelecekler bir gün yanına…
H.Güzel


21 Ocak 2020 Salı

SU AKAR MECRASINI BULUR


Gözlerini ufka doğru gezdirdi.
Geniş araziye uzun uzun baktı.
Kasabayı düşündü.
İnsanlarını, gurbete gidenleri, kalanları.
Canlarını çoktan gurbete dağıttın dedi içinden.
Oysaki kimi canını adadı, kimi ömrünü.
Kiminin kahpe kurşunlarla damarlarında oluk oluk kan boşaldı toprağına, kiminin alnından ter.
Kimi kahpece ve onursuzca yaşadı, yaşamakta duvar diplerinde; kimisi çilesine sevdalandı, onursuzluk olsa da sokaklarında.
Berrak sulara hasretsin artık. Sırtını dayasan da kayalık yamaçlara.
Çiçekli dağın zirvesindeki özgürlüğe inat eteklerinde kalleşlik sarmaş dolaş olmuş.
Kasabadan gidenleri düşündü.
Aradan yıllar geçmişti.
Koskoca yıllar.
Gurbete çıkanlar gönüllerde hasretleri çoğalttı.
Yıllar Hasan’ı, Erdem’i, Ali’yi delikanlı yaparken, Ayşe’yi, Emine’yi on altısında, on yedisinde gözlerden kıskanılacak güzellikte genç kız yaptı.
Recep ne gurbeti tanımıştı ne de sılayı.
Tatmamıştı bir lezzeti lakin belayı görmüştü.
Kahvelere yöneldi.
Kahvenin önünde koca çınarın altında okey oynayanların yanına sandalye çekip gölgeliğe oturdu.
Delikanlılar okey oynuyordu.
Bunların arasında Altay’da vardı.
Eski arkadaşlarındandı Altay.
Ölümüne beraberlik sözü vermişler kan kardeşi olmuşlardı yıllar önce.
Okey oynayanlardan biride Altaydı.
Recep’i görünce kahveciye seslendi.
-Muzaffer amca demli bir çay yolla. Hoş geldin Recep, nerelerdesin sen, görünmüyorsun, dedi.
-Buralardayım Altay, işlerim vardı. Onlarla uğraştım. Kahvelere de bu ara pek çıkamadım, dedi çayını yudumlarken.
-Ne işin vardı. Hasat mevsimi değil, kendini eve kapatıp durma. Gel arada bir sohbet edelim.
-Bağların oraya gittim az önce.
-Bağlara mı?
-Evet, tarlaları bir dolaşmak istedim, diye cevap verdi Recep.
Okey oyunu bitmiş Altay Recep’in yanına sandalyesini çekmişti.
Can arkadaşının hüzünlü yüzünü görünce o da hüzünlendi. Derin bir nefes aldı. Oturduğu sandalyeden kalkıp elini Recep’e uzattı.
Dudaklarından yayılan tebessümle:
-Ben senden yanayım, senin yanındayım Recep. Allah da bizimle bir, bizden yana merak etme. Her şey düzelir. Bu günler, bu sıkıntılarda geçer.
Recep sıkıntılı konuştu.
Altay’ın yüzüne bakmadan, gözlerini kaçırarak:
-Budak domuzu yine olay çıkarmış. Veli’nin su hakkını almaya kalkışmış. Kasabanın belalısı oldu bu adam. Önüne gelene külhanbeylik yapıyor.
-Sıkma canını Recep. Su akar mecrasını bulur. İstiyorsan yoluna çıkalım. Lakin çekirge misali bir iki derken üçüncü sıçrayışta o da belasını bulur. Elini bulaştırma bence. Ekmeğine bak. İki çocuğunu düşün. Beş para etmez biri ile takışıp geleceğini heder etme. Lakin yok illa Budak’la kapışacağım dersen beni de yanına al. Ancak dediğim gibi kin tutmak yüreğe yüktür. Eden bulur meraklanma. Kimsenin ahı kimsede kalmaz.
Recep rahatlamıştı Altay’la konuşunca.
Ona sevgi ile baktı.
Yiğit delikanlı diye geçirdi içinden.
Bir o kadar da merhametli, insancıl.
Birer çay daha içtiler.
Gün öğleye yaklaşmıştı.
Recep Altay’dan müsaade isteyip eve yollandı.
Bir belaya bulaşmadığı için o da rahatlamıştı.
İyi ki şeytana uyup kavga yerine gitmemiş uzakta beklemişti.

GİDERSİN



"Dur diyecek " yoksa eğer...
Zaten
"Eyvallah" demeden de çekip gider insan
Yaşanmışlıkları unutarak hemde
Belki tam öğle vaktinde gidersin
Belki güneş ortalığı kavururken
Ya da karlı bir günde yüzünü yakarken keskin bir ayaz
Gideni seyreden varsa bir yerlerde
Ya da ılık rüzgarlar eserken gidersin.
Ve insan...
Yürümek için doğrulduğunda başladı gitmesi
Devam ediyor halen.
Bazen hüzünlü...
Bazen bir gülümsemeyle
Bazen düşler içinde uyandığında bir gece yarısı
Yüreğinin üstünde hissettiğinde ağır yükü.
Ellerin ceplerinde gidersin ,
Islak bir gök varken başının üzerinde
Sonra dön bak denize,
Yaşam ağaç dallarında büyürken
Rüzgarda kavrulurken nehir
Gidersin.
//___Hüseyin GÜZEL___//

17 Ocak 2020 Cuma

A MİLLİ BAYAN VOLEYBOL TAKIMININ BAŞARISI


Türkiye A Milli Bayan Voleybol Takımı, Almanya'yı yenerek Tokyo'da yapılacak olimpiyatlara katılma hakkını elde etti. Bu başarı milli gururumuzdur. Voleybolcu gençlerimizi kutlarım.

Lakin, genç kızlarımızın bu başarısından sonra Düzce Kaynaşlı belediye başkanı sosyal medyada şu paylaşımda bulunmuştu. "Allahu Teala'nın 'örtünün vücut hatlarınız belli olmasın' emrine karşı çıkarak, açılıp saçılacaksın, kendini teşhir edeceksin sonra da 'Tokyo'ya gidiyoruz' diye sevineceksin. Dünya şampiyonu olsan ne yazar..."

Bayan Voleybol takımı, Voleybol Federasyonunun belirlediği ve uluslararası müsabakalarda belirlenen kurallar çerçevesinde maçlara çıkmaktadır. Bir kere bunun bilincinde olmak lazım. Hangi Ortadoğu ülkesinde uluslararası kabul gören modern giysilerle müsabakalara çıkan bayan voleybol takımı var?
Bunu kadını dört duvar arasına sıkıştırıp sadece çocuk yetiştirmeleri gerektiğini düşünenlerin anlamasını beklemek zaten zordur.
O kızlarımız çağdaşlığın ve uygarlığın başarısını ortaya koydular. Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nde kadın erkek eşitliği vardır. Kadınlarımızı giyimlerinden dolayı öteleme anlayışı doğru bir yaklaşım değildir. Ne yani, maçlara şalvarla mı çıksınlar.
Bu ülkede her alanda gençlerimizin başarısının devamı için hep birlikte yapacağımız bir sürü iş varken bu yaklaşım haksızlıktır.
Bir olaya bakış açısını değiştirip, hayattaki tıkanıklıkları aşmak tek çaredir.
İnsan bazen duydukları, gördükleri karşısında yüzünde beliren acı bir tebessümle " bu kadar da olmaz" diye düşünüyor. Gel gör ki, anlayışsızlığın tavan yaptığı kesimlerde "değersizlik" duygusu devam ediyor.
Başkaları tarafından biçilmiş bir değere ait olmaktansa, gerçeğe ulaşmak, doğruyu bulmak için çaba sarf etmeli.
Hep diğerlerinin gözünden, sözlerinden kendini görüp neye layık olup olmadığını düşünmek yerine, kendi değerini ve yol haritasını bulmalı insan.
Suni gündemlerin etkisinden uzak durup, insanlarımızın ve gençlerimizin başarısından mutluluk duyup, onların tekrarlanacak başarılarına odaklanmalıyız.