Yakında sonbahar
esintisine direnme başlar. Günün yakıcı sıcağından kurtulmanın direncidir belki
de o, kocaman ya da küçücük bir susku, acılı, çileli bir bilinmezlikle.
Yaşam yolunda birbiri
ardına akıp giden yılların özge bir tadı olduğunun somut görüntüsüyle.
Önemli olan birbiri
ardına akıp giden zamanın boğuculuğunda, dinlemesini, konuşmasını bilen,
diğerinin yaşam anlayışına saygılı olan bir anlayışı benimseyen akıllı bir
insan olmaktır.
Günümüzün mega kentlerinde
yaşamın her anı giderek, durdurulamayan bir hızla insanın tüm hücrelerine
siniyor.
Macera arayanından,
yaşam mücadelesi verenine kadar, bardaktaki su, kafedeki çay, toplu taşım
araçlarında ki devasa kalabalık, her şey ama her şey günümüzün yaşam mücadelesi
özelliği taşıyor.
Sokaklar, ana arterler,
Avm'ler, kafeler oldukça kalabalık.
Lakin, zorunlu ihtiyaç
hiç bitmez derler ya, işte o nedenle arada bir de olsa insan dışarıya
çıkıyor.
On sene yaşayıp
alıştığım Avrupa yakasından taşındım
Anadolu yakasına. Orada kahveler içildi, sohbetler bir başka bahara kaldı
tanıdık yüzlerle.
Birdenbire hızlandı
sanırsın zaman. Tek tek seslerin ayırt edilemediği, çıkan seslerin nereden ve
kimden geldiğinin anlaşılamadığı o kalabalık yerden uzaklaşmak, yıllarca
alıştığı yerden ayrılmak insana zor geliyor. Yeni yere alışmak gibi.
Sokakları daha az
kalabalık olan Avrupa yakasında, insanlar tüm telaşlarıyla koşturadursunlar,
zaman durdu. Sesler yok oldu birdenbire.
Zamanı geriye
sardığında görebileceğin sessiz film dönemi gibi, sesliyken sessize dönüşmek.
Yaşamın ya da zamanın
hiçbir olayı belki de bu denli etkileyici ve sarsıcı olamaz. Çok duygulanınca
insan artık hissedemez gibi oluyor günün doğuşunu, gecenin başlangıcını.
Sarsıntılar her daim insanın yüreğindedir.
Aslında bu ayrılıklara
alışkınım yıllardır. Anadolu'nun en ücra köşesinde ki köyden, en kalabalık
kentlere görevim nedeniyle taşınıp durdum.
O anlarda yabancı bir
tanık gibi izler insan yaşanan ayrılıkları. Eliniz, kolunuz ve yüreğiniz bağlı,
bir ışık selinin peşine kapılır gidersiniz. Karışırsınız rüzgâra sele.
Yine de yeni yaşam
alanına alışmak benim için çok zor.
Belki de basamakları bir
bir çıkmanın, gençlikten uzaklaşmanın bedelidir bu kim bilir.
Avrupa yakasında varoşların
bildik, tanıdık yüzleri vardı.
Burada ise o varoşlarda
ki insan yüzlerini ara ki bulasın.
Devasa çok katlı
binalar, kendini beğenmiş insan tipleri, onlarca kafenin olduğu
cadde ve sokaklar.
Yaşam anlayışımda
bunlara yer yok, olmadı da. Benimsemem zor olacak desem de, görünen o ki
benimsemem çok zor.
En önemlisi, çok katlı
binaların olduğu sitelerde yaşayanlarla varoşların insanını bir tutmak, aynı kefeye koymak mümkün değil
bana göre.
Görünen o ki, devasa
kentin sokaklarında toplumun durumu eskisi gibi değil.
Sorunlar daha fazla,
insanların bir diğerine bakışı hoyratça...
İnsan sorgulamadan
geçemiyor.
Her gün yaşanan
dramlar,
İnsana, hayvana, diğerine,
kadına, çocuğa, yaşlıya yapılanlar, düşünen sorgulayan insanın
dimağını dumura uğratır hale geldi.
Sokaklarda çekinerek
gezer olduk.
Birine baksan, dönüp
neden bakıyorsun der diye başımızı öne eğer olduk.
Gittikçe de bozulma
devam edecek gibi.
Bunun en önemli nedeni
yetersiz eğitimin getirdiği
Bencillik
Cehalet
Duyarsızlık
Erdemsizlik
Demokrasi anlayışından
uzaklaşmak
Saygıyı kaybetmek
Umursamazlık
İşsizlik
Yoksulluk v.s.
Ne derseniz deyin...
Rüzgârın yersiz bir
şakası gibi, garip bir sarsıntı bu. Devasa kent sokakları, günlük işler ve
sorumluluklar insana ne zaman izin verir, eski günlere ne zaman dönülür, bunu
da zamana bırakalım.