17 Nisan 2019 Çarşamba

YARIN NE OLACAĞINI SORMAKTAN KAÇINMAK MI...


Gelin beraberce geçmişe bir yolculuk yapalım. 1990’lı yıllara.1991’de Sovyetler Birliği’nin çöktüğü yıllara ve sonrasına. Sovyetler Birliği çökünce iki kutuplu dünya düzenini tutan sacayaklarından biri yıkıldı, işlevsiz kaldı. Ve akabinde yenidünya düzeni kuruldu.
Bu kurulan yenidünya düzeninin düzenli bir dünya olmadığı 1990 sonrası yaşanan olaylarda anlaşıldı. Bu arada uluslar arası ticari şirketler kar amaçlı yatırımlarını sürdürmeye devam ediyorlardı. Tek istekleri daha da büyümek ve daha fazla kar elde etmekti. Doymak bilmeyen iştahlarını gidermek için gözlerini üçüncü dünya ülkelerine dikmişlerdi. Gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarını ve ucuz işgücünü kendi çıkarları doğrultusunda kullanmanın hesabı içindeydiler.
Bu arada topluma tüketim alışkanlığı sistematik olarak pompalandı. Kitlelerin beyinleri uyuşturulmaya çalışıldı. Olmayan kaynağa rağmen kredi kartı furyası ile kitleler borçlandırıldı. Daha fazla kredi kartı daha fazla borç demekti. Ve daha fazla harcama demekti. Bu ise daha fazla kar anlamına geliyordu. Furyaya algı yanılsaması yaşayarak ve tepkisizce uyanlar borçlarını ödeyemez konuma geldiler. Bankalar daha fazla kredi kartı dağıtmak için sokaklara caddelere kredi kartı başvuru stantları açtılar. İnsanlar ise düşünmeden cüzdanlarında renk renk kredi kartı taşımak için o stantlara koştu. Kredi kartı taşımanın ayrıcalığını yaşamak keyfine erişmek için(!).
Yenidünya düzensizliğinin revize edilmesi sürecinde 11 Eylül trajedisi yaşandı. O trajediden bu yana geçen süreçte dünya halkları ABD’nin jandarmalığında büyük dönüşümlere ve olaylara tanık oldu. Nerede bir sorun varsa orada ABD ve müttefikleri bir bilen(!) olarak daima hazırdı.  Onlar Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de, Suriye'de, Libya'da, Somali’de, Latin Amerika’da kısacası Afrika ve Asya’da at koşturmaya devam ediyorlardı.
Bu arada çarpıcı rakamlar insanın dudaklarını uçuklatacak boyutlara ulaştı. “Dünyanın en zengin 200 kişisinin toplam serveti 1999’da 1 trilyon dolardı. Aynı tarihte en yoksul 43 ülkeye yayılmış 582 milyon insanın toplam geliri ise 146 milyar dolar civarında idi.”  Ve yine 2000’li yıllara gelindiğinde dünyadaki insanların yarısı günde 2 doların altında harcama yapabiliyordu. Ne ki, aynı yıllarda ABD’nin savunma bütçesi milyar dolarlarla ifade ediliyor ve arttıkça artıyordu.
Savunma bütçesi ABD’nin Irak ve Afganistan girişimlerine paralel olarak arttıkça arttı. Savunmasız ülkelerde savunmasız insanlara atılan kurşunlar ve yaşamını kaybedenlerin sayısı da bütçe artışına paralel artmaya başladı.
ABD başkanı Roosevelt, 1940 seçim kampanyasında, “Oğullarımız hiçbir yabancı savaşa yollanmayacak” sözünü vermişti. Oysa kısa süre sonra ABD II. Dünya Savaşı’nda ve Kore Savaşı’nda yer alacak ve üzerine düşeni o savaşlarda yerine getirecekti. Başkan Roosevelt’in sözleri ise tarihin çöplüğündeki yerini alacaktı.
Bugün dünya’da ABD’ye duyulan tepkinin altında yatan gerçek nedir? Bana göre tepkinin en önemli nedeni ABD’nin yaptıklarıyla alakalı ve orantılıdır. Filistin halkının İsrail ile mücadelesinde uğradığı katliamlara ABD kayıtsız kalmış, silahlarının kullanılmasına sesini çıkarmamıştır. Keza Afganistan ve Irak’ta ABD uygulamalarına duyulan tepki yine o ülkelerde ABD’nin yaptıklarıyla orantılı değil midir? İkinci Irak savaşı öncesine bakıldığında Irak’a uygulanan ambargo nedeni ile yüz binlerle ifade edilen Irak’lı çocuk hayatını kaybetmiştir. Aynı ABD Irak- İran savaşında Saddam’ın destekçisi olmuş ve hatta Saddam’ın 1989 yılında Halepçe katliamına sesini çıkarmamıştır.
Bu süreçte iki kutuplu uluslar arası ortam için oluşturulmuş Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, Uluslar arası Para Fonu gibi ABD denetiminde ticari örgütlerle dünya ekonomisine yön verilmeye çalışıldı. 1980’li yıllarda Avrupa Birliği oluşumunun şekillendirilmesi ile Avrupa ayrı bir ekonomik güç olmaya doğru koşmaya başladı. Ayrıca Kuzey Amerika Serbest ticaret Birliği (NAFTA), Güneydoğu Asya Serbest Ticaret Birliği (AFTA), Karadeniz Ekonomik işbirliği (KEİ) kuruldu.
 Kısacası ekonomik alanda da gözle görülür bir kutuplaşma ve yeni bir ekonomik anlayış ortaya çıkmaya başladı. Bu anlayış içerisinde bir yandan gelişmiş ekonomiye sahip ülkelerin daha fazla kar amaçlı girişimlerine karşılık gelişmekte olan ülkelerin halkını doyurmaya yönelik çalışmaları dünya gündemine damgasını vurdu.
Bir yandan aç karnını doyurmaya çalışan Afrika ve Asya halkları diğer yandan var olan zenginliğine zenginlik katma çabasında olan gelişmiş ülkeler. Bu açmazın sonucunda gelişmekte olan yoksul ülkelerde ekonomilerini ve ekonomik kaynaklarını kendi çıkarına kullanmaya çalışan ülkelere karşı bir karşı koyma dürtüsünü de beraberinde getirdi.
Süper güç olan ABD şu günlerde piyasaya sunduğu ekonomik krizle de gündemdeki yerini korumaktadır. Krizde de süper güç konumundadır.
Bu bağlamda bize düşen Horace’nin “Yarın ne olacağını sormaktan kaçın” sözü mü olmalıdır? Yoksa sormalı mıyız?


4 Nisan 2019 Perşembe

MECRASINI BULMUŞ BİR IRMAK GİBİ



Sinan anlatılanlara kulak kabartıyordu. "Şehrin kalabalık pazarlarından, varoşları kendilerine mekan bellemiş olanların pek uğramadığı alışveriş merkezlerinden, ana caddelerde çift egzozlu arabaların kulakları sağır edercesine çıkardığı iç gıcıklayıcı homurtulardan, omuzunda ceketleri ile külhanbeyi tavırlı şakır şakır tespih çeken zengin takımının değişmez mekânı gece kulüplerinden, yoksulun vazgeçmediği birahanelerden, salaş lokantalardan, seyyar satıcılardan, işsizlik kahvelerinden, amele pazarlarından, sigortasız çalışan işçilerden bahseden; yaşadıklarını ya da yaşamak istediklerini hararetle anlatırken sigarasından çektiği dumanı hoyratça dudaklarının arasından bir çırpıda üfürenlerin durumuna şaşırıyor insan" diye düşündü Sinan.
Sinan'ın yanında otuz otuz beş yaşlarında, sert bakışlı, avurtları çökük, favorileri oldukça uzun, saçları kısa kesilmiş biri oturuyordu. Yolculuk boyunca pek konuşmadılar. Nedense adamdan uzak durması gerektiğini düşünmüştü Sinan. Bakışları ürkütücüydü. Ağzını eğerek alaycı konuşuyordu. Belki karakteri böyleydi belki de bilerek yapıyordu. Çevresindeki insanlara karşı umursamaz bir tavır içerisindeydi. Sorumsuz, umursamaz ve çevresini önemsemeyen insanlardan her zaman uzak durması gerektiğini düşünmüştü. Bu davranışı gösterenlerin içten pazarlıklı olduklarını hissediyordu. Kendinden başkasını sevmezlerdi. Çıkarcı bir anlayışları vardı.  Güçlünün yanından ayrılmazlardı. Çok konuşan, bir dediği diğerini tutmayan, yalanı gerçekmiş gibi anlatan, kısık gözleriyle etrafı sinsice izleyen insanlardan hiç bir zaman hoşlanmamıştı. Lakin bu tipler son zamanlarda epeyce artmıştı. Parklarda ve kalabalık yerlerde bunlarla sık karşılaşılır olmuştu.
İlk otobüse bindiklerinde birbirlerine selam vermiş, hal hatır sormuşlardı. Adam konuşurken belli belirsiz gülümsüyor, gözlerini bir açıp bir kapatıyordu.
"Memlekete mi gidiyorsun" diye sordu Sinan.
"Evet. Gurbetten memlekete baba ocağına gidiyorum." diye cevapladı adam. " Adım Ömer aylardır gurbette çalıyorum. Sılayı özledim. Çocuklarda çoktandır 'baba gel' diyorlardı. Patrondan bir kaç günlüğüne izin aldım. Geri döneceğim. Bizim oralarda yapacak pek bir iş yok. Tarla tapan dersen babam zaten onu yapıyor. Bana da gurbetin yolu düştü."
Gözleri uzaklara daldı. Epeyce bir süre sustu. Güven vermeyen yüzü karardı. Belli ki bir iç hesaplaşma içindeydi.
"Ne iş yapıyorsun"  diye sordu Sinan.
"Konfeksiyon işinde çalışıyorum. Epeydir çocuklardan uzak kaldım. Gidip bir görüp tekrar döneceğim." diye tekrarladı Ömer.
"Çocukları neden yanına almıyorsun? Bak seni de özlemişler. Çalıştığın yerde bir ev kiralayıp çocuklarını da yanına almalısın. Hem sen hem de onlar rahat eder."
"Kolay mı gurbet elde ev kiralayıp kalmak. Aldığım para üç beş kuruş. Ev kirasına mı vereyim. Evin günlük ihtiyaçlarını mı karşılayayım. Patron çalışana fazla para vermiyor. Anca idare ediyorum. Yoksa kim istemez eşini, çocuklarını yanına almayı."
"Ne diyeyim ki. Elden gelen bir şey yok" diye Ömer'i teselli etmeye çalıştı Sinan.
"Bak Ömer, yaşam bazen gelgitlerle insanı yorar. Hayat tek düze değildir. Bazen seni yorar. Tıpkı etrafındaki bentleri yıkan azgın bir ırmak gibi. Bazen de sakindir. Mecrasını bulmuş bir ırmak gibi. Sen de ben de bu gelgitleri yaşarız. Yolumuzu bulmaya çalışırız."
Sinan daha önce Ömer hakkındaki düşüncelerinden utandı. Ömer feleğin sillesini yemişti. Sıkıntısı, kızgınlığı da bundan olmalıydı.
"Gardaş siz ne işle meşgulsünüz" diye sordu Ömer.
"Öğretmenim. Tayinim çıktı. Yeni görev yerimi görüp, ev kiralayacağım. Gidişim o nedenle. Bak bende senin gibi oradan oraya  savrulup duruyorum. Memleketin her köşesinde görev yapmak için çırpınıp duruyoruz. Vatan evlatlarını iyi bir eğitim verip yetiştirmenin, hayata hazırlamanın çabasındayız. Ben de uzun yıllar oldu baba ocağından ayrılalı. Eşim ve çocuklarımla gurbetteyiz."
Ömer yol arkadaşının bir öğretmen olduğunu duyunca bir an heyecanlandı.  Gözlerinin içi gülmeye başladı. Sert bakışları yumuşadı.



3 Nisan 2019 Çarşamba

ENFLASYON KONTROLDEN ÇIKABİLİR



Mart ayı enflasyon rakamlarını TUİK açıkladı. Bu açıklamaya göre, TÜFE  aylık %1.03, yıllık %19.71 artış gösterdi.
TUİK verilerine göre aylık en yüksek artış % 3.48 ile sağlık grubunda oldu.
Ana harcama grupları itibariyle 2019 yılı Mart ayında endekste yer alan gruplardan, gıda ve alkolsüz içeceklerde % 2.44 , eğitimde % 1.45, ulaştırmada % 0.75 ve lokanta ve otellerde % 0.67 artış gerçekleşti.
Dünya gazetesi yazarı ve Altınbaş Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Emre Alkin, mart ayı enflasyon verilerini değerlendirdi.

Rakamlara bakıldığında çekirdek enflasyonda çok ufak bir iyileşme görüldüğünü ifade eden Alkin, "Böyle olsa da enflasyondaki yükseliş trendinde bir değişiklik olmadığı anlaşılıyor" diye konuştu."
Prof. Dr. Emre Alkin devamla şunu söylüyor, "Çekirdek enflasyon da düşüşe karşı dirençli."
  
Haber böyle.

Enflasyon yediden yetmişe herkesi yakından ilgilendiren bir durum.

Ülke ekonomisinin içinde bulunduğu kriz koşulların atlatması için üretime hız verilmeli, ülkemizde üretilecek olan temel gıda maddelerinin ithal edilmesi yerine üretilmesi için gerekli önlemler alınmalıdır.
Çok değil, daha bir kaç yıl öncesine bakıldığında ülkemiz gıda ürünlerinin üretiminde kendi kendine yeten ülkeler arasında sayılıyordu. ne oldu da çeşitli gıda ürünlerini başka ülkelerden almaya başladık?
Enflasyonun düşmesi, fiyat artışlarının durması ve makul seviyeye çekilmesi, sanayi üretiminin artırılması, tarımsal alanda yeterli üretimin yapılması için gerekli desteğin üreticiye verilmesi hem üreticiyi hem de tüketiciyi rahatlatacak, enflasyon ve fiyat artışlarını aşağıya doğru çekecektir.

Halkın en önemli sorunu geçim derdidir. İşsizliğin düşmesi, istihdamın artmasının sağlanmasıdır.
İnsanlar zorunlu ihtiyaçlarını karşılamakta sıkıntı çekiyor.

Omurgasını sanayinin oluşturduğu ekonomide, ortaya çıkan resesyonun önüne geçilmeli, krize derinleşmesi engellenmelidir.
Ekonomide ki  büyüme oranının gerilememesi için gerekli ekonomik kararlar alınmalıdır.
Ekonomide küçülme devam ederse, iş yerlerinin de kapısına kilit vurması durumunda işsizlik oranı gittikçe artacak, insanların işini kaybetmesi sonrasında geçimini sağlaması, evine bir lokma ekmek götürmesi zorlaşacaktır.
Devletin ve özel sektörün milyarlarca dolar dış borcu ise ekonomi için hiç de kolay olmayan bir rakama ulaşmış görünüyor.
Umarım ekonomi yönetimi olumsuzlukların yaşanmaması için gerekli önlemi alır.