23 Kasım 2018 Cuma

AYRIMCILIĞIN DÖŞEDİĞİ TAŞLARA TAKILMAMALI İNSAN



Çeşitli coğrafyalarda dolaşalım.
Zihnimizde kurgulayıp sorgulayalım ve ayrımcılık konusunu kısaca ele alalım.
Tercih sebebi olmasa da çeşitli coğrafyalarda yaşayan insanlar arasında ayrımcılık vardır ve ne yazık ki yaşananlara bakıldığında her zaman insanoğlunun özünde, varlığında olacağı görülmektedir.
Yaşamın her alanında; sevgide, kültürde, ekonomide, insanın renginde, düşüncede, yaşamda, kadın erkek varlığında, semt ve okul bağlamında, zengin fakir ikileminde, kent merkezi ile varoşlar arasında, yeşille mavi arasında.
Bu bağlamda insanların yaşamı bir gül bahçesi olmaktan uzaktır.
Oysa ki ayrımcılığın döşediği taşlara takılmadan yaşamak için olağanüstü bir gayret sarf etmeliyiz.
Bazen ciddi biçimde sendelesek de bunu başarmak zorundayız.
Ayrımcılığı yaygınlaştıranlara, insanlar arasındaki sevgi, saygı ve birliktelik anlayışına engel çıkaranlara karşı da; insan hak ve hukukunu kendisine rehber edinerek mücadele etmek durumundadır insanoğlu.
Bunu başarmak için evrensel müziğe, edebiyata, kültürel gelişime, ekonomik ve siyasi işbirliğine önem verilmeli; ırkçılığa, insanları ötelemelere, yok saymalara, küçük düşürücü ithamlara karşı koymalı, olaylara doğru yorum getirilmeli.
Hiç kimse hiçbir zaman içinde biriken öfkesini yönelteceği, yaşananlardan sorumlu tutacağı diğerine ihtiyaç duymamalıdır.
Öteki kavramı yerine biz kavramı daima öncelikle dikkate alınmalıdır.
Diğerini öteleyerek hiç kimse kahraman olamaz, olamamıştır da.
Önemli olan insanların birbirini anlaması, sevgi, saygı, anlayış ortamında ve müştereklerde birleşmesidir.
Her türlü yıkıma, bağnazlığa, ötekileştirmeye, ayrımcılığa karşı karşılıklı anlayışı, birlikte yaşamanın taşlarını döşemeli, geleceği bu bağlamda inşa etmeliyiz.

15 Kasım 2018 Perşembe

KALDIRIMLARDA İNSAN SELİ


Başımı camdan uzatıp gökyüzüne bakıyorum bir süre. Uzaklarda bir kuş sürüsü kanat çırpıyor özgürce.
Kim bilir belki de gün geçtikçe yok olan yaşam alanlarına bakıyorlardır.
Belki de büyük bir keyif alıyorlardır kanat çırpmaktan.
Yol kenarlarında, kaldırımlarda akan insan seli.
Koşuşturuyorlar acele ile. Belli ki gün bitmeden işlerini tamamlamanın aceleciliği var üzerlerinde.
Oysaki gün henüz daha yeni başlıyor. 

Simitçiler tezgâhlarını çoktan açmışlar.
Açlığını bastırmanın en kolay ve ucuz yolu simit almak.
Simitçi tezgâhlarının etrafı hiç boş kalmıyor.
Eski ve yıpranmış giysilerle kaldırımlarda ilerleyenlerin çoğunun elinde birer simit var.
Sıcak çorba tüten lokantalar ise müşteri bekliyor.

Güneşin fazlaca etkili olmadığı bir kasım günü sokaklarda volta atıyorum.
Tarifsiz düşüncelere kapılarak. Annelerinin elinden tutmuş çocukları düşünüyorum.
 Düşündükçe, yaşananları gördükçe yoksulluğun pençesinde kıvranan çocukların geleceğinin nasıl biçimleneceğini anlamak kolaylaşıyor.
Ya düşündükleri gibi olacaksın ya da düşündükleri gibi biçimlendirecekler seni.. 

9 Kasım 2018 Cuma

BİR MİLLETİN VAR OLMA MÜCADELESİNİN ÇELİKLEŞMİŞ İFADESİDİR


Mustafa Kemal Atatürk, her an yüreklerimizde varlığını sürdürecek kadar büyüktür.
Büyüklüğünü anlamak için yok olmakta olan bir milletin nasıl ve hangi zor şartlarda kurtarıldığına bakmak yeterlidir.

Mustafa Kemal, sadece Kurtuluş Savaşı sırasında askeri anlamda emperyalist güç odaklarına karşı verdiği müthiş mücadele ile değil; savaş sonrasında siyasi, kültürel ve ekonomik anlamda da aldığı önlemlerle ve yaptığı uygulamalarla da büyüklüğünü kanıtlamıştır.
Mustafa Kemal bir direniştir.
Bir milletin var olma mücadelesinin çelikleşmiş ifadesidir.
Vefa ve namus borcumuzdur.
Varlığımız, bağımsızlığımız, yarınlarımız, onurumuz, toprağı vatan yapan düşüncemiz, bilgimiz, enerjimiz, aydınlanmamız ve erdemimizdir.

Bu nedenle Mustafa Kemal’in bize sunduğu gerçek zenginliğimizin, özgür birey olma erdeminin, bağımsız ve çağa uygun yaşam tarzımızın öneminin bilincinde olmalıyız.
Bu zenginliklerimizin ve Mustafa Kemal’in milletimize kazandırdığı kavramların, devrimlerin ve değişimlerin ayırdında olmalı onlara sıkı sıkıya sarılmalıyız.

O’nun vurguladığı gibi; düşünce, bilgi, beden yönünden güçlü ve yüksek karakterli birey olmalıyız.
Emanet ettiği cumhuriyete, fikirlerine ve düşüncelerine sahip çıkmalıyız.

O’nu yaşıyor ve yaşatıyor olmalıyız. 

7 Kasım 2018 Çarşamba

ÖFKE VE KİN DOĞRULUĞUN SINIRLARI DIŞINDADIR


Montaigne şöyle der  “Öfke ve kin doğruluğun sınırları dışındadır; bu tutkular yalnız işlerine akıllarıyla bağlanamayan insanların işine yarar. Doğru ve temiz işler hep ölçülü ve ağırbaşlıdır. Ölçü olmayan yerde kavga, gürültü ve haksızlık vardır.
Doğru yol uğrunda kendimi ateşe atabilirim; ama elden gelirse başkalarını yanmaktan korurum. Montaigne şatosu gerekirse herkesin evi ile birlikte yansın; ama gerekmezse kurtulmasına sevinirim. İşimin bana verdiği imkanlarla onu korumaya çalışırım.”
İnsan yaşamında gündem o kadar hızlı, bazen o kadar coşkulu, bazen o kadar kırıcı ve baş döndürücü bir hızla değişmektedir ki yetişmek ne mümkün. Yaşamın hay huyunda gidip gelenlerin bir kısmı çıkara ve bencilliğe başvururlar. Kurnazca asıl niyetlerini açığa çıkarma cesaretini göstermeden hareket ederler. Bu harekete cesaret dememeliyiz. Öyle gayretli kimseler vardır ki, bütün arzuları diğerlerine eziyet etmektir.
Onları bu çabaya iten şey nedir o halde?
Amaçları mı?
Yoksa çıkarları mıdır?
Beyinlerinde sakladıkları “ savaş “ senaryosu gerçekten nedir?
Ya da ego tatmin merkezlerinde büyüttükleri şey dikkate alınmama karşısında saldırganlık mıdır?
Ne yazık ki, çevremize baktığımızda kimi; yükselme, dikkate alınma, liderlik oluşturma, emir verme, kendisi gibi düşünmeyenleri aşağılama ya da hakaret etme, düşüncelerindeki garipliği başkalarına aktarma tutkusu olanlarla karşılaşırsınız.
Montaigne diyor ki Öfke ve kin doğruluğun sınırları dışındadır; bu tutkular yalnız işlerine akıllarıyla bağlanamayan insanların işine yarar.”
Tutku nedir peki?
Bence tutku insan gövdesinde var olan ve atılmayı bekleyen bir safradır. Bu öyle bir safradır ki, yolu tıkanmadıkça, içinde bulunduğu insanı hareketli, atılgan, canlı ve diri tutar. Ancak, yolu tıkanır da akmak için mecrasını bulamazsa işte o zaman gerçek yüzünü gösterir.
Peki ne yapar?
Saldırganlaşır, yakıcı ve acı verici bir ağrıya dönüşür.
Yükselme, dikkate alınma ve söz söyleme hakkı elde etmeye çalışan insanlar, eğer önleri açık ve ilerleyebiliyorlarsa acı verici, saldırgan değil, aksine beceriklidirler. Aksi durumda ise saldırgan kimlikleri harekete geçer, etrafında olan bitenleri hazmedememe, kötü görme, gibi bir çıkmaza düşerler.
Ve yine Montaigne der ki “doğru yol uğrunda kendimi ateşe atabilirim; ama elden gelirse başkalarını yanmaktan korurum.”
Doğru olan nedir?
Montaigne’in dediği gibi “doğru yol uğrunda kendini ateşe atmak mıdır?”
Bencilce çıkarlarımızı korumak için harekete geçmek ve etraftakileri görmemek, insanları yok saymak, insanları kendi amaçlarımız doğrultusunda kullanmak mıdır?
Yoksa akıl, bilim, kültür, sanat sevgisi gibi hasletleri oluşturmak, insanlara yardımcı olmak, etrafa azim ve kararlılık aşılamak mıdır?
Her ne isen o sun aslında.
Seni senden iyi anlayabilen yine sensin.
Önemli olan o aklı yerinde ve insanlığın mutlu geleceği için kullanmadır.
Bence gerisi boştur vesselam.
Mevlana der ki:
    “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız
    
 Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir...
.......
    
 Güneş olmak ve altın ışıklar halinde 
    
 Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
    
 Gece esen ve suçsuzların ahına karışan 
    
 Yüz rüzgarı olmak isterdim....”
........
“Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”
.......
“Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.”
İnsanoğlu arasında dostluklar, iyilikler daim olsun derim.
Bencillikle, duyarsızlıkla, anlaşılmaz tutkularla bir yere varılamaz.