Montaigne şöyle der “Öfke ve kin doğruluğun sınırları
dışındadır; bu tutkular yalnız işlerine akıllarıyla bağlanamayan insanların
işine yarar. Doğru ve temiz işler hep ölçülü ve ağırbaşlıdır. Ölçü olmayan
yerde kavga, gürültü ve haksızlık vardır.
Doğru yol uğrunda kendimi ateşe atabilirim; ama elden
gelirse başkalarını yanmaktan korurum. Montaigne şatosu gerekirse herkesin evi
ile birlikte yansın; ama gerekmezse kurtulmasına sevinirim. İşimin bana verdiği imkanlarla onu korumaya çalışırım.”
İnsan yaşamında gündem o kadar hızlı,
bazen o kadar coşkulu, bazen o kadar kırıcı ve baş döndürücü bir hızla
değişmektedir ki yetişmek ne mümkün. Yaşamın hay huyunda gidip gelenlerin bir
kısmı çıkara ve bencilliğe başvururlar. Kurnazca asıl niyetlerini açığa çıkarma
cesaretini göstermeden hareket ederler. Bu harekete cesaret
dememeliyiz. Öyle gayretli kimseler vardır ki, bütün arzuları diğerlerine eziyet etmektir.
Onları bu çabaya iten şey nedir o halde?
Amaçları mı?
Yoksa çıkarları mıdır?
Beyinlerinde sakladıkları “
savaş “ senaryosu gerçekten nedir?
Ya da ego tatmin merkezlerinde
büyüttükleri şey dikkate alınmama karşısında saldırganlık mıdır?
Ne yazık ki, çevremize baktığımızda kimi; yükselme, dikkate alınma, liderlik oluşturma, emir verme, kendisi gibi
düşünmeyenleri aşağılama ya da hakaret etme, düşüncelerindeki garipliği başkalarına aktarma tutkusu olanlarla karşılaşırsınız.
Montaigne diyor ki “Öfke ve kin doğruluğun
sınırları dışındadır; bu tutkular yalnız işlerine akıllarıyla bağlanamayan
insanların işine yarar.”
Tutku nedir peki?
Bence tutku insan gövdesinde var olan ve
atılmayı bekleyen bir safradır. Bu öyle bir safradır ki, yolu tıkanmadıkça,
içinde bulunduğu insanı hareketli, atılgan, canlı ve diri tutar. Ancak, yolu
tıkanır da akmak için mecrasını bulamazsa işte o zaman gerçek yüzünü gösterir.
Peki ne yapar?
Saldırganlaşır, yakıcı ve acı verici bir
ağrıya dönüşür.
Yükselme, dikkate alınma ve söz söyleme
hakkı elde etmeye çalışan insanlar, eğer önleri açık ve ilerleyebiliyorlarsa
acı verici, saldırgan değil, aksine beceriklidirler. Aksi durumda ise saldırgan
kimlikleri harekete geçer, etrafında olan bitenleri hazmedememe, kötü görme,
gibi bir çıkmaza düşerler.
Ve yine Montaigne der ki “doğru
yol uğrunda kendimi ateşe atabilirim; ama elden gelirse başkalarını yanmaktan
korurum.”
Doğru olan nedir?
Montaigne’in dediği gibi “doğru
yol uğrunda kendini ateşe atmak mıdır?”
Bencilce çıkarlarımızı korumak için
harekete geçmek ve etraftakileri görmemek, insanları yok saymak, insanları
kendi amaçlarımız doğrultusunda kullanmak mıdır?
Yoksa akıl, bilim, kültür, sanat sevgisi
gibi hasletleri oluşturmak, insanlara yardımcı olmak, etrafa azim ve kararlılık
aşılamak mıdır?
Her ne isen o sun aslında.
Seni senden iyi anlayabilen yine sensin.
Önemli olan o aklı yerinde ve insanlığın
mutlu geleceği için kullanmadır.
Bence gerisi boştur vesselam.
Mevlana der ki:
“Ölümümüzden sonra mezarımızı
yerde aramayınız
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir...
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir...
.......
Güneş olmak ve altın ışıklar halinde
Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan
Yüz rüzgarı olmak isterdim....”
Güneş olmak ve altın ışıklar halinde
Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan
Yüz rüzgarı olmak isterdim....”
........
“Sevgide
güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece
gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne
olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”
.......
“Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice
elbiseler gördüm, içinde insan yok.”
İnsanoğlu arasında dostluklar, iyilikler daim olsun
derim.
Bencillikle, duyarsızlıkla, anlaşılmaz tutkularla bir
yere varılamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder