30 Eylül 2023 Cumartesi

YOL HARİTANDA


 

Çevremizde dostlarımız, güvendiğimiz insanlar var. Arkadaşlar, yakınlarımız, eşimiz, oğlumuz, kızımız var.

Benliğimizin derinliklerinde biriktirdiğimiz, sakladığımız garip bir yalnızlık, kabuğuna çekilme ve bu yalnızlığın çöreklendiği adalarımız var.

Kırılganlıklarımız, yıllar boyu değişmeyen yazgımız var.

Düne, bugüne dönüp bakıldığında çok şeyin var olduğunu görürüz.

Lakin, tüm bunlara rağmen,

İnsan yaşamında her şey bir gün mutlaka geçip gidecek.

Nefes alırken göğsüne batan iğne, yutkunurken boğazına düğümlenen lokmalar, çekilen zorluklar, sıla özlemi.

Kısaca yaşamında her ne varsa bir gün hepsi geçecek.

Geride belki sadece ve sadece bir küçük sızı kalacak. O da kalırsa kalanlarda.

Kimse senin nelerle başa çıkmaya çalışğını, neleri başardığını, neleri başaramadığını, neler hissettiğini, sevinçlerini, korkularını bilemeyecek.

O nedenle,

Yol haritanda çizdiğin yolda dik yürü hep, dürüst ol, kimseye hiç bir şey için boyun eğme.

 

BİZLER HENÜZ ÇOCUKTUK


 

Eğer yaşam akan bir ırmak ise. O ırmağın bize öğrettikleri vardır. Şaşkınlıkla karşılanan öğrenilenlerin yanısıra benimsenenleri de bir kenara not etmek lazım.

Bu bağlamda, günlük yaşamda her karşılaşma, her öğrenilen; insan üzerinde bir etkileşimin, durulan yerin sembolüdür.

Lakin, her karşılaşma ve öğrenilen ile etkileşime girmek yorucu olabilir. Bu durumda belirgin, gerçekçi örneklere odaklanmak yaşamımızı kolaylaştıracaktır.

Varlığımızı sürdürmenin yolu, başkalarının bize önerecekleri yöntem ve verecekleri icazet ile olmamalı, kendi düşüncemiz geçerli olmalıdır.

Her insanın duyguları, yargıları vardır. Öyle anlar var ki, kimi zaman yardım etme amaçlı yaklaşımda, kimi zaman da zor durumda bırakma amaçlı yaklaşımda duygular ve yargılar harekete geçer.

Babam çiftçiydi.

Uzun yıllar çiftçilikle uğraştı.

Bizler henüz çocuktuk.

Rahmetli babam, Köydeki ilkokul da değil, ilkokul dahil ortaokul ve liseyi ilçe merkezinde okumamız için elinden geleni yaptı.

Çok iyi hatırlıyorum. Köylüler babama; "okuyup da ne olacaklar, köyde kalsınlar sana yardımları olur. Bak tek başına sıkıntılı anlar yaşıyorsun" derlerdi. Babam hiç birini, çok ağır çalışma koşulları olmasına rağmen dikkate almadı. Kendi duyguları ve yargıları ile hareket etti. Belki çok fazla zorluk çekti ama bizlerin okuyup meslek sahibi olmamız için kararlı duruşundan vazgeçmedi.

Söylenenler karşısında her daim verdiği cevap; "umuda ve cesarete ihtiyacımız var. Umudu kimse bize vermez, kendimiz yaratacağız. Cesareti kendi benliğimizde bulacağız. Çocuklarımın okuması için var gücümle çalışacağım. Söylenenlerin, şunu yap bunu yap diye icazet verenlerin hiç biri umurumda değil. Önemli olan çocuklarımın, benim gibi çok zor ve ağır koşullarda yaşamlarını devam ettirmemesidir" olmuştur.

Geleceği şekillendirecek olan da babamın bu düşüncesidir.

Yetişme, yönlendirme ve bilinçli hareket etme ayakta kalmanın en önemli üçlü sac ayağıdır.

Kısacası yol haritasında, doğru bilinenden vazgeçmemektir.

 

14 Eylül 2023 Perşembe

HEY GİDİ KOCA REİS


 

Yeşil otları üstünde o düşsel toprağın kokusunu duyumsayarak uzun yıllar köylerde, kasabalarda, şehirlerin varoşlarında binlerce öğrenci yetiştirdim. Bu süreçte doğaldır ki birçok insanla tanışma fırsatım oldu. İstenen ya da istenmeyen çeşitli anlaşmazlıklara tanık oldum, yaşadım.

İnsan alıştığı, insanlarını tanıdığı bir yerden, tanımadığı, bilmediği bir yere giderken her daim çekingen davranmış, tedirgin olmuştur.

Kolay da değil bu.

Ev bulmak, taşınmak, okula ve çevreye alışmak hem zaman hem de sabır isteyen bir durum olmuştur.

Taşınmak elzemdi, lakin alışmak; alıştığın, benimsediğin yerden ayrılıp gitmek kolay olmuyordu.

Ayrılıp gitsen bile geride bıraktığın arkadaşları, dostları, öğrencileri unutmak da kolay değil elbette. Kimileri ile telefonla da olsa konuşmak, hal hatır sormak; sağlık haberlerini almak, oğlunun kızının başarısını duymak insanı her zaman mutlu eder.

Lakin öyle anlar, durumlar vardır ki uzaklarda olan bir dostunun, arkadaşının yaşadığı bir acıyı duymak, haber almak insanı her daim üzen, kahreden bir durumdur.

Eylül 1999’da Aydın Germencik’e tayinim çıktığında da benzeri bir tedirginlik yaşamış; taşınmadan önce hem ev bakmak, hem de okulu ziyaret etmek amacıyla eşim ve o zaman henüz daha küçük olan oğlum ve kızımla kendi kullandığım arabayla Uşak’tan Aydın’a; oradan da Germencik’e gitmiştim.

Yola çıktığım gün 17 Ağustos Marmara depreminin olduğu gündü. Arabanın radyosundan deprem nedeniyle bölgede yaşananları; yıkılan binaları, yerle bir olan köy ve kasabaların haberlerini dinlerken; enkaz altında kaldığını düşündüğüm yüzlerce insanın ve yakınlarının o an çektiği acıları yüreğimde duyumsadım.

Depremin yarattığı moral bozukluğuyla yolumuzu tamamlamıştık.

17 Ağustos Perşembe günü okul müdürüyle görüşmek amacıyla, önce okula uğramış; Germencikli olan müdürün sıcak ve güler yüzlü karşılamasının verdiği cesaretle kalabileceğim düzenli bir ev olup olmadığını sordum.

Okul müdürü kendi oturduğu mahallede tanıdığı bir komşusunun evinin kiralık olduğunu söyledi. Hep birlikte kalkıp eve bakmak için mahalleye gittik. Kiralık dairenin bulunduğu ev üç katlı bir binaydı. En alt katta Yaşar amca; orta katta da büyük oğlu oturuyordu. Kiralık olan üçüncü kat ise en küçük oğluna aitti.

Yaşar amca güler yüzlüydü. Saygılı, konuşmasını bilen biriydi. Konuşmasından yıllar önce ayaklarından geçirdiği bir rahatsızlık nedeniyle pek fazla sokağa çıkmadığını anlamıştım. Evin sahibi olan en küçük oğlunu seslemiş, gelince de eve bakmıştık. Yaşar amcanın saygılı yaklaşımı sonucu ben ve eşim evi kiralamak için kararımızı vermiştik. Lakin biz taşınana kadar evde yapılması gereken ufak tefek tamiratların yapılmasını söylemiş, belli bir kaparo vermiş ve anlaşmıştık.

O gün Aydın ovasının yakıcı sıcağına daha fazla dayanamamış; evi kiraladıktan sonra Uşak’ın serin havasına bir an evvel kavuşmak için yola koyulmuştuk.

Gerek Aydın ve gerekse Germencik. Denizli-Aydın arasındaki yerleşim birimleri. Büyük Menderes Ovasının devasa güzelliği. Etrafın yeşil tarlaları. Ormanlarla ve zeytin ağaçlarıyla, incir ağaçlarıyla kaplı dağları bizi adeta büyülemişti.

Yıllarca bozkırın çıplak arazilerine, susuz tarlalarına alışmış olan gözlerimiz o gün bayram yapmıştı. Yeşil bir bayram.

Aradan geçen günler sonrasında kasabadaki okul müdürlüğü görevimi Manisalı bir öğretmen arkadaşa devredip, eşyaları da kasabadan tanıdığım bir arkadaşın kamyonuna yüklemiş, biz de çoluk çocuk kendi arabamızla Germencik’e doğru yola koyulmuştuk.

İkindi vakti ulaştığımız Germencik’te kamyondaki eşyaların boşaltılması için lazım olan bir iki taşıyıcının bulunması için ev sahibine telefon etmiştim. Hem de geldiğimizi bildirmek için. Gönderdiği bir iki değil tam yedi taşıyıcıydı. Gelenlere kamyondaki eşyanın üçüncü kata taşınması gerektiğini ve bu iş için talep edecekleri ücreti sordum.

İstedikleri miktarı duyunca önce inanamadım. Gerçek mi şaka mı bu dedim. İstediğimiz paraya ancak taşırız deyince; geldikleri için teşekkür edip, kamyoncuya ve muavine dönüp ben de yardımcı olacağımı ve eşyayı taşımaları teklifinde bulundum. Kabul ettiler ve birlikte eşyayı taşıdık. Gerçi yorulmuştuk ama yaptığımıza değmişti. Çünkü istedikleri para miktarı eşyayı Uşak’tan Germencik’e getiren kamyon parası kadardı. Maaşımın o tarihte 261 milyon olduğu düşünülürse istedikleri miktar tamı tamına 75 milyondu. Böylece Germencik’te ilk dersimi almıştım.

Bu sokağa ilk gelişimdi. Sokak ve evler; pencereler, kaldırımlar, araçlar ve yakıcı bir esinti. Dışarısı mı sıcak yoksa içerisi mi diye düşündük ilk günlerde. Öylesine sıcak vardı.

Çarşıya oldukça yakındı bulunduğumuz sokak. Yüksek, yer yer bozulmuş kaldırımıyla hafif yokuş bir sokak. Sokağın tam köşesinde sola dönüldüğünde Germencik Lisesi ve Şehit Cafer İlköğretim Okulu. Lisenin karşısında hükümet binası ve yanında da İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü binası vardı. Sokak aralarında her biri elli ile  yüz yaşında olan çam ağaçları sıra sıra diziliydi.

Okulların bulunduğu yerin anayola bakan tarafında el arabasına yerleştirdiği, kendi elleriyle yaptığı o nefis turşuyu satan turşucu ise gelen geçenlerin vazgeçemediği bir lezzeti tattırıyordu insanlara.

Sokağımızın az ilerisinde sağa dönüldüğünde genişçe bir alan vardı. Gerçi şimdilerde o alana birkaç katlı betonarme apartman yapıldığını duymuştum. İşte o zamanlar o boşluğun sol tarafında, iki katlı, düz damlı, önünde geniş sayılabilecek bir bahçesi olan evde oturuyordu Kenan amca. İki oğlundan büyük olanı yıllar sonra evlendirmiş, üst katı onlara vermişti. Dünya tatlısı bir de torunu olmuştu. Diğer oğlu ve eşiyle birlikte kendisi de alt katta oturuyor hala.

Ne zaman eşimle birlikte o tarafa gitsek mutlaka ak saçlı Kenan amcayı; koca Reisi, sıcak bir gülümseyiş ve kocaman bir sevecenlikle karşımızda bulurduk. Uzun yıllar kamyon şoförlüğü yaptıktan sonra Germencik’e yerleşmişti. Küçük oğlu ile oğlum aynı sınıfta ilkokula başlamışlardı. Tanışmamız bu vesileyle olmuştu. Her daim sorardı hocam nasılsın, bir isteğin, eksiğin var mı diye. Sağ olsun, sorması bile benim için önemliydi. Çünkü güvenebileceğim bir insan vardı artık.

Okuldan geldiğim zaman telefonu açar “hocam bu tarafa gel” derdi. “Biliyorum, yorgunsun ama gel yorgunluk çayını birlikte içelim, Emine ablan yeni demledi” derdi. Kenan amcayla zaman içinde baba oğul gibi olmuştuk. Öylesine sevgi dolu yüreğine alışmıştım ki. Germencik’ten ayrılmak çok zor oldu. Biliyordum ki geride kalan Koca Reis sohbet için beni arayacaktı.

Ankara’ya taşındıktan sonra uzun süre telefonla hal hatır sorduk. Sohbet ettik, dertleştik. Halen de konuşuruz, dertleşiriz uzaklarda olsak da.

Hey gidi Koca Reis. Ne vardı hastalanıp yatağa düşecek. Yapılır mıydı bu şimdi karda kışta, soğukta ayazda. Daha seninle oturup rakı içecek, sohbet edecektik. Olmadı be Koca Reis. Kendine dikkat et.

2013 senesinin başlangıcında yazdığım bu yazıyı; " Hey gidi Koca Reis. Ne vardı hastalanıp yatağa düşecek. Yapılır mıydı bu şimdi karda kışta, soğukta ayazda. Daha seninle oturup rakı içecek, sohbet edecektik. Olmadı be Koca Reis. Kendine dikkat et. " deyip bırakmıştım.

Acı haber tez gelir  derler ya. İşte öyle.

Aldığın haberle yıkılırsın ya bazen. İşte öyle.

Kenan amca'nın dört aydır yoğun bakımda entübe halinde yattığı haberini  verdiler Germencik'te kalanlar.

İnsan ne diyeceğini bilemiyor. Acı karşısında ne denir ki.

Gözlerin nemli, yutkunur durursun. Tek kelime etmeye insanın hali kalmaz.

Germencik'te o yıllarda okul çıkışında beni gördüğünde "gel hele hocam bir çay içelim. Emine ablan yeni demlemiştir şimdi."

Geçmiş olsun Koca Reis.

Umarım sağlığına kavuşursun.