27 Şubat 2020 Perşembe

FIRÇADAKİ SON ŞİİR


Düş Batımı ve Bakıç Acısı romanlarının yazarı, değerli yazar Hanife Mert'in yazmakta olduğu ve sona yaklaştığı "Fırçadaki Son Şiir" adlı Orhan Veli biyografik romanından mini bir bölümü bloğumda paylaşıyorum. Kendisine başarılar diliyorum.
... 
Artık soğuk, karlı, tipili, yağmurlu kış mevsimi görevini tamamlamış bir memur gibi devir teslim yapmış ve görevi ilkbahara bırakmıştı. Havalar ısınmış, doğa canlanmış, güneş cömertçe yeryüzünü ısıtmaya ve ışıtmaya başlamıştı. Doğa gibi insanlar da, yeni güne uyanmış bebeğin saflığı, mahmurluğu, canlılığı, hareketliliği tadında karşılamıştı baharı. Kıpır kıpır içleri, umut doluydu. Zira yeni başlangıçlar, yeni umutlar doğururdu...
Orhan'da da benzer durumlar mevcuttu. Heyecanlı, umutlu, ve inançlıydı. Sıkıntıları olsa da çözeceğine yürekten inanıyordu. Yüreği sevgi doluydu, coşkuluydu...
Bir taraftan şefinden gelen ikazlar, bir taraftan Veli Bey ve Fatma Nigar Hanımın evlendirme çabaları, diğer yandan yayınlanan şiirleri ve gelen tepkilere rağmen inancını yitirmemişti. Öncelikle Fatma Nigar Hanımın, kısmen de Veli Bey'in, karabasan gibi üzerine çöken evlendirme konusundaki ısrarının yersiz olduğunu anlatmalıydı. Çünkü bu konu Orhan'ı rahatsız ediyordu.
" Evlenme konusu çok uzadı. Ben daha kendi arzularıma bile gem vuramayan biriyken, kendime bir ailenin sorumluluğunu nasıl yüklerim? Yok bu böyle olmayacak, annemle konuşup halletmem lazım gelecek" dedi iç sesi.
Sabah evden çıkacağı sırada Fatma Nigar Hanım Orhan'ı durdu:
-Orhancığım, güzel evladım ne oldu konuştuğumuz konu, düşündün mü? diye sordu.
Orhan bu soruyu bekliyordu."İşte tam zamanı"diye düşündü..
-Düşündüm... dedi sustu...
Fatma Nigar Hanım merak ve heyecanla baktı oğlunun yüzüne.
Orhan annesinin olumlu bir yanıt alacağı hissine kapılmasını engellemek için tekrar konuşmaya başladı:
-Bak anne seni çok severim bilirsin...
Fatma Nigar Hanım teyit edercesine başını öne arkaya doğru salladı.
-Bilmem mi evladım, elbet bilirim. Ben de seni çok severim. Teklifimi geri çevirmeyeceğini de bilirim dedi gülerek.
Orhan ciddiyetini bozmadan devam etti:
-Senin üzülmeni de istemem. Gel evlenme konusunu erteleyelim. Şundan emin ol ki adayın kim olduğunun önemi yok. Bu konuda bir fikrim olursa ilk sana söyleyeceğim, dedi.
Kapıya doğru yürüdü. Fatma Nigar Hanım Orhan'ın kesin tavrı karşısında öylece baka kaldı ardından. Artık bu girişimlerinin sonuç vermeyeceğini anlamış, kararı Orhan'a bırakmıştı.
Melih'in yokluğu, baharın gelişi ve şiire dair düşüncelerini harekete geçirememek sıkıntıya sokuyordu Orhan'ı. Kafasında sürekli şiiri, yapmak istediklerini ve sonucunu düşünüyordu. Zira düşünceler beynini esir almış gibiydi. Zihninde her kafadan bir ses çıkıyordu. Aslında şiire dair düşünceleri Oktay ve Melih'le yaptıkları zorlu tartışmalarının ardından son şeklini almıştı. Üçü de hem fikirdi. Ancak düşüncelerini eyleme geçiremedikleri için huzursuzdu. Ona göre eyleme dönüşmemiş düşünce etkisiz bir düşünceydi.
Onlar artık biliyordu ki Türk Edebiyatı'nda şiiri, anane şiiri olmaktan, şairanelikten kurtarmak gerekiyordu. Bunda hemfikirdiler. Şiir bir söz söyleme sanatı olduğuna göre sözü etkili kılan şey ona yüklenen anlamdır. Yani şiirde anlam önemlidir. Anane, şiiri nazım kuralları çerçevesinde muhafaza etmiştir. Nazımın belli başlı unsurları ise vezin ve kafiyedir. Kafiyeyi ilk insanlar ikinci satırın temini,yani hafızayı güçlendirmek amacıyla kullanmışlardır. Zamanla bu durum hoşlarına gitti ve bunu vezinle birlikte kullanmayı maharet saydılar. Bu haliyle şiir günlük konuşmadan tamamen farklı ve nisbi bir *garabet arz etmektedir.
İnsanları duygusallığa sevk eden ve belli bir kesime hitap eden sözcükleri; aruz- hece gibi ölçülerle; redif, kafiye, mısra gibi dayatmalarla ve ayrıca teşbih, teşhis, tecaülü arif gibi sanatlarla kurallara boğmaktan kurtarmak gerekiyordu. Sözcükler özgürleştirilmeli, duygular anlatılırken net ifadeler kullanılmalı. Şiir bir kesime değil, tüm halka mal edilmeli. Dağdaki çoban, şehirdeki memur, meyhanedeki sarhoş, sokaktaki satıcı, kerhanedeki hayat kadını, hapishanedeki kader mahkumu da şiire konu edilmeli. Onlar da şiir okuyabilmeli" düşüncesi geçiyordu zihninden. Orhan çocukluğundan kalma; alnından şıpır şıpır ter damlayan, avuçları nasırlı Çamur İhsanları, Çolak İsmail'leri, Karpuzcu Tahsin'leri hiç unutmamıştı...
Bu düşünceler eşliğinde kendini, PTT müdürlüğünün bulunduğu Evkaf Apartmanının önünde buldu. Vakit bir hayli geçmişti. İçeri girip girmeme konusunda kararsızdı. Yine asık suratlar, ceza zarfları ve nasihatler istemiyordu. Ani kararla içeri girdi. Düşünceleri gerçekleşmişti. Masasına geçti. Ağzı açılmamış ceza zarfları karşılamıştı. Onlara baktı hüzünlü... Sonra servis şefine baktı gülümseyerek. Şef gözlerini kaçırdı... "Yapacak bir şey yok. Tek çare..." diyordu düşünceleriyle. Orhan şefin masasına geldi:
-Ne yapmam gerekiyor şefim? diye sordu.
Mehmet Şef başını masadan kaldırdı. Gözlüklerinin üzerinden Orhan'a baktı.
-Olmuyor bu şekilde Orhan Bey... dedi. Orhan anlamıştı.Masasına geri döndü. Çekmeceden çıkardığı çizgisiz beyaz kağıda istifasının kabul edilmesi için gereğini arz ettiği ve altına adını soy adını yazıp imzaladığı kağıdı şefine verdi. Duygusal bir sahneydi yaşanan. Vedalaştıktan sonra oradan ayrıldı . İnanılır gibi değildi. Artık o tekrar işsiz kalmıştı. Annesine babasına ne diyecekti, diye düşünürken vazgeçti bu düşünceden. Artık olan olmuştu. Pişman değildi. Önüne bakmalıydı. Zira edebiyat adına, özellikle şiir adına yapacakları çok fazla şey vardı.
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
...
diye başlayan dizeler geldi geçti zihninden.
*garabet: dil kurallarına ve genel kullanışa aykırı olan, yadırganan sözcük ve tümceler kullanma durumu.
Muhabbetle,
Hanife Mert.


13 Şubat 2020 Perşembe

CORONA VİRÜS



Geçen Aralık ayında tespit edilen corona virüs (covid-19) salgınında şu ana kadar hayatını kaybedenlerin sayısı 1389'a virüse yakalananların sayısı ise 60.329'a yükseldi. Bu sayı her geçen gün artmaktadır.
Hong Kong'da dünyaca ünlü, salgın hastalık uzmanı profesör Gabriel Leung, yeni tür corona virüs salgınının kontrol altına alınmaması halinde dünya nüfusunun %60'ını etkileyebileceğini söyledi.
Hal böyleyken
Sars, Ebola, Corona virüs ve benzeri salgınların yayılmasında etkili olan şey nedir sorusuna verilecek kısa cevap;
Gıda ürünleri cevabıdır.
Bu tür virüs salgınlarının Afrika ve Asya kaynaklı olması da insanların beslenme alışkanlıklarıyla, kısacası yedikleri gıda ürünleriyle yakından alakalıdır.
ABD dünyanın en güvenli gıda ürünlerine sahip olmakla övünen bir ülke.
Belki öyle, belki de değil.
Çünkü orada da her yıl insanlar gıda kaynaklı hastalığa yakalanıyor ve binlerce kişi hayatını kaybediyor.
Tarladan mutfağa, sudan mutfağa, yaban hayatından mutfağa tehlike her yerde.
Epidemiyoloğ'lar (salgın hastalıklar uzmanı), kontamine (bulaşmış)  gıdayla neden olduğu hastalıklar arasındaki esrarengiz bağı araştırmak için çaba sarf ediyor.
Suçlu yiyecekler mutfaklarda, restoranlarda, sokaklarda satılan gıda ürünlerinde, deniz ürünlerinde, yolcu gemilerinde, çiftliklerde, aile toplantılarında, pazar yerlerinde, eğlence merkezlerinde, huzurevlerinde, toplu taşım araçlarında, kalabalık meydanlarda, AVM'lerde kısacası insanların bulunduğu her yerde.
Özellikle çok genç ve çok yaşlılarda,
İnsanları zayıf düşüren ve öldüren hastalıklara,
Yaşamımızın en az tehlikeli etkinliklerinden biri olduğunu düşündüğümüz,
Yemek yemekten yakalandığımız gerçeği gün gibi ortada.
İlk bakışta insan yaşamının olmazsa olmaz temel bir unsuru olan,
Refah,
Güvenlik,
Ve hatta sevgiyle bütünleşmiş,
Gıdalarla,
Tehlikenin,
Yan yana olması
Gıda üretimi ve denetimi konusunda
Daha bir dikkatli olmamızı,
Tükettiğimiz besinlerin tehlikeli
Böcek ilaçları,
Kanserojenler,
Kimyasallar,
Zehirli metallerle  kirlendiğinin bilincinde olmamızın önemini bir kez daha kavramamız gerekir.

4 Şubat 2020 Salı

YALANLAR ÜZERİNE KURULU BİR YAŞAM



Vural Savaş'ın "Aşk, Şiir ve Müziğin Coşkusuyla" kitabındaki "İnsan hayatında en önemli şey aşk ve sanattır" yazısında, Yılmaz Karakoyunlu'nun 13 Mart 1998 tarihli " Günahların Gömülmesi "  başlıklı makalesinde yer alan ilginç bir bilgiye yer veriliyor.
"Arap dünyasında 'defnüzzünüp" denilen bir takiyye yöntemi vardır. Bu takiyyeyi Türkçeye 'günahların gömülmesi' diye çevirebiliriz. Günahkârlar kendilerini temize çıkartmak için bir meydanda toplanırlar. Yüksek sesle suçsuz olduklarını ve günahlarından kurtulmak istediklerini söylerler. Kendi elleriyle bir küçük çukur kazarlar. Buna 'fazilet çukuru' denir. Geçmişle ilgileri kalmadığını ve günahlarını fazilet çukuruna gömdüklerini haykırırlar. Birisi çukuru örter ve emaneti devralır. Böylece günahkârlar sanki bir suçları yokmuş gibi birdenbire arınmış olurlar..."
Ne güzel bir yaklaşım değil mi? Birilerine karşı hata yap, günah işle sonrada açtığın çukura günahlarını koy ve kurtul. Hayatın içinde yaşananları deşifre eden bir uygulama olsa gerek bu. Bu gelenek olasılıkla şimdilerde tamamen ortadan kalkmıştır. Lakin, geçmişten günümüze uzanan çizgide insanların yaptıklarından kurtulmak için çareler aradığını da gözler önüne sermektedir.
Elbette bu çare arayış herkes için söz konusu değildir.
Tarihi geçmiş incelendiğinde kendi çıkarı için diğerine yapılan zulümler, haksızlıklar, ötekileştirmeler, yalanlar üzerine kurulu bir yaşam inşa edildiği görülür. Ne yazık ki bugün bu yanlışlar devam etmektedir. Oysa ki, önemli olan insanlığın yaptığı hataları görüp bir kez daha tekrarlamaması, huzur ortamı içinde yaşamasıdır.
Tüm olumsuzluklarda, mağdur olanlar travmalar yaşamakta, diğeri ise içinde bulunduğu düşüş ve çürüme ile yüzleşmek ve itiraf etmekten  çok uzakta kendini ve yaptıklarını sorgulamaktan kaçınmaktadır.
İnsanlığa karşı yapılan adaletsizlikler geçmişten günümüze devam eden çıkarcılığın, cehaletin sonucudur. İnsan kolayca yargılamak, hüküm vermek ve hayatı böylece devam ettirmek ister. Oysa ki yargılama kolay bir şey olmamalı. Gerçeği bulmak için çaba sarf etmeli.
Dünyanın çeşitli bölgelerinde toplumlar sancılı günler geçiriyor.
Yaşanan sancıyı umuda, mutluluğa, güvene, hoşgörüye dönüştürmek için elden geleni yapmak gerekir. İkiyüzlülükten kurtulmak, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu iyi analiz etmek gerekir. Gerçekten insanlığın buna ihtiyacı var.