Düş Batımı ve Bakıç Acısı romanlarının yazarı, değerli yazar Hanife Mert'in yazmakta olduğu ve sona
yaklaştığı "Fırçadaki Son Şiir" adlı Orhan Veli biyografik
romanından mini bir bölümü bloğumda paylaşıyorum. Kendisine başarılar diliyorum.
...
...
Artık soğuk, karlı, tipili, yağmurlu kış mevsimi
görevini tamamlamış bir memur gibi devir teslim yapmış ve görevi ilkbahara
bırakmıştı. Havalar ısınmış, doğa canlanmış, güneş cömertçe yeryüzünü ısıtmaya
ve ışıtmaya başlamıştı. Doğa gibi insanlar da, yeni güne uyanmış bebeğin
saflığı, mahmurluğu, canlılığı, hareketliliği tadında karşılamıştı baharı.
Kıpır kıpır içleri, umut doluydu. Zira yeni başlangıçlar, yeni umutlar
doğururdu...
Orhan'da da benzer durumlar mevcuttu. Heyecanlı,
umutlu, ve inançlıydı. Sıkıntıları olsa da çözeceğine yürekten inanıyordu.
Yüreği sevgi doluydu, coşkuluydu...
Bir taraftan şefinden gelen ikazlar, bir taraftan Veli Bey ve Fatma Nigar Hanımın evlendirme çabaları, diğer yandan yayınlanan şiirleri ve gelen tepkilere rağmen inancını yitirmemişti. Öncelikle Fatma Nigar Hanımın, kısmen de Veli Bey'in, karabasan gibi üzerine çöken evlendirme konusundaki ısrarının yersiz olduğunu anlatmalıydı. Çünkü bu konu Orhan'ı rahatsız ediyordu.
" Evlenme konusu çok uzadı. Ben daha kendi arzularıma bile gem vuramayan biriyken, kendime bir ailenin sorumluluğunu nasıl yüklerim? Yok bu böyle olmayacak, annemle konuşup halletmem lazım gelecek" dedi iç sesi.
Sabah evden çıkacağı sırada Fatma Nigar Hanım Orhan'ı durdu:
-Orhancığım, güzel evladım ne oldu konuştuğumuz konu, düşündün mü? diye sordu.
Orhan bu soruyu bekliyordu."İşte tam zamanı"diye düşündü..
-Düşündüm... dedi sustu...
Fatma Nigar Hanım merak ve heyecanla baktı oğlunun yüzüne.
Orhan annesinin olumlu bir yanıt alacağı hissine kapılmasını engellemek için tekrar konuşmaya başladı:
-Bak anne seni çok severim bilirsin...
Fatma Nigar Hanım teyit edercesine başını öne arkaya doğru salladı.
-Bilmem mi evladım, elbet bilirim. Ben de seni çok severim. Teklifimi geri çevirmeyeceğini de bilirim dedi gülerek.
Orhan ciddiyetini bozmadan devam etti:
-Senin üzülmeni de istemem. Gel evlenme konusunu erteleyelim. Şundan emin ol ki adayın kim olduğunun önemi yok. Bu konuda bir fikrim olursa ilk sana söyleyeceğim, dedi.
Kapıya doğru yürüdü. Fatma Nigar Hanım Orhan'ın kesin tavrı karşısında öylece baka kaldı ardından. Artık bu girişimlerinin sonuç vermeyeceğini anlamış, kararı Orhan'a bırakmıştı.
Bir taraftan şefinden gelen ikazlar, bir taraftan Veli Bey ve Fatma Nigar Hanımın evlendirme çabaları, diğer yandan yayınlanan şiirleri ve gelen tepkilere rağmen inancını yitirmemişti. Öncelikle Fatma Nigar Hanımın, kısmen de Veli Bey'in, karabasan gibi üzerine çöken evlendirme konusundaki ısrarının yersiz olduğunu anlatmalıydı. Çünkü bu konu Orhan'ı rahatsız ediyordu.
" Evlenme konusu çok uzadı. Ben daha kendi arzularıma bile gem vuramayan biriyken, kendime bir ailenin sorumluluğunu nasıl yüklerim? Yok bu böyle olmayacak, annemle konuşup halletmem lazım gelecek" dedi iç sesi.
Sabah evden çıkacağı sırada Fatma Nigar Hanım Orhan'ı durdu:
-Orhancığım, güzel evladım ne oldu konuştuğumuz konu, düşündün mü? diye sordu.
Orhan bu soruyu bekliyordu."İşte tam zamanı"diye düşündü..
-Düşündüm... dedi sustu...
Fatma Nigar Hanım merak ve heyecanla baktı oğlunun yüzüne.
Orhan annesinin olumlu bir yanıt alacağı hissine kapılmasını engellemek için tekrar konuşmaya başladı:
-Bak anne seni çok severim bilirsin...
Fatma Nigar Hanım teyit edercesine başını öne arkaya doğru salladı.
-Bilmem mi evladım, elbet bilirim. Ben de seni çok severim. Teklifimi geri çevirmeyeceğini de bilirim dedi gülerek.
Orhan ciddiyetini bozmadan devam etti:
-Senin üzülmeni de istemem. Gel evlenme konusunu erteleyelim. Şundan emin ol ki adayın kim olduğunun önemi yok. Bu konuda bir fikrim olursa ilk sana söyleyeceğim, dedi.
Kapıya doğru yürüdü. Fatma Nigar Hanım Orhan'ın kesin tavrı karşısında öylece baka kaldı ardından. Artık bu girişimlerinin sonuç vermeyeceğini anlamış, kararı Orhan'a bırakmıştı.
Melih'in yokluğu, baharın gelişi ve şiire dair
düşüncelerini harekete geçirememek sıkıntıya sokuyordu Orhan'ı. Kafasında
sürekli şiiri, yapmak istediklerini ve sonucunu düşünüyordu. Zira düşünceler
beynini esir almış gibiydi. Zihninde her kafadan bir ses çıkıyordu. Aslında
şiire dair düşünceleri Oktay ve Melih'le yaptıkları zorlu tartışmalarının
ardından son şeklini almıştı. Üçü de hem fikirdi. Ancak düşüncelerini eyleme
geçiremedikleri için huzursuzdu. Ona göre eyleme dönüşmemiş düşünce etkisiz bir
düşünceydi.
Onlar artık biliyordu ki Türk Edebiyatı'nda şiiri, anane şiiri olmaktan, şairanelikten kurtarmak gerekiyordu. Bunda hemfikirdiler. Şiir bir söz söyleme sanatı olduğuna göre sözü etkili kılan şey ona yüklenen anlamdır. Yani şiirde anlam önemlidir. Anane, şiiri nazım kuralları çerçevesinde muhafaza etmiştir. Nazımın belli başlı unsurları ise vezin ve kafiyedir. Kafiyeyi ilk insanlar ikinci satırın temini,yani hafızayı güçlendirmek amacıyla kullanmışlardır. Zamanla bu durum hoşlarına gitti ve bunu vezinle birlikte kullanmayı maharet saydılar. Bu haliyle şiir günlük konuşmadan tamamen farklı ve nisbi bir *garabet arz etmektedir.
İnsanları duygusallığa sevk eden ve belli bir kesime hitap eden sözcükleri; aruz- hece gibi ölçülerle; redif, kafiye, mısra gibi dayatmalarla ve ayrıca teşbih, teşhis, tecaülü arif gibi sanatlarla kurallara boğmaktan kurtarmak gerekiyordu. Sözcükler özgürleştirilmeli, duygular anlatılırken net ifadeler kullanılmalı. Şiir bir kesime değil, tüm halka mal edilmeli. Dağdaki çoban, şehirdeki memur, meyhanedeki sarhoş, sokaktaki satıcı, kerhanedeki hayat kadını, hapishanedeki kader mahkumu da şiire konu edilmeli. Onlar da şiir okuyabilmeli" düşüncesi geçiyordu zihninden. Orhan çocukluğundan kalma; alnından şıpır şıpır ter damlayan, avuçları nasırlı Çamur İhsanları, Çolak İsmail'leri, Karpuzcu Tahsin'leri hiç unutmamıştı...
Onlar artık biliyordu ki Türk Edebiyatı'nda şiiri, anane şiiri olmaktan, şairanelikten kurtarmak gerekiyordu. Bunda hemfikirdiler. Şiir bir söz söyleme sanatı olduğuna göre sözü etkili kılan şey ona yüklenen anlamdır. Yani şiirde anlam önemlidir. Anane, şiiri nazım kuralları çerçevesinde muhafaza etmiştir. Nazımın belli başlı unsurları ise vezin ve kafiyedir. Kafiyeyi ilk insanlar ikinci satırın temini,yani hafızayı güçlendirmek amacıyla kullanmışlardır. Zamanla bu durum hoşlarına gitti ve bunu vezinle birlikte kullanmayı maharet saydılar. Bu haliyle şiir günlük konuşmadan tamamen farklı ve nisbi bir *garabet arz etmektedir.
İnsanları duygusallığa sevk eden ve belli bir kesime hitap eden sözcükleri; aruz- hece gibi ölçülerle; redif, kafiye, mısra gibi dayatmalarla ve ayrıca teşbih, teşhis, tecaülü arif gibi sanatlarla kurallara boğmaktan kurtarmak gerekiyordu. Sözcükler özgürleştirilmeli, duygular anlatılırken net ifadeler kullanılmalı. Şiir bir kesime değil, tüm halka mal edilmeli. Dağdaki çoban, şehirdeki memur, meyhanedeki sarhoş, sokaktaki satıcı, kerhanedeki hayat kadını, hapishanedeki kader mahkumu da şiire konu edilmeli. Onlar da şiir okuyabilmeli" düşüncesi geçiyordu zihninden. Orhan çocukluğundan kalma; alnından şıpır şıpır ter damlayan, avuçları nasırlı Çamur İhsanları, Çolak İsmail'leri, Karpuzcu Tahsin'leri hiç unutmamıştı...
Bu düşünceler eşliğinde kendini, PTT müdürlüğünün
bulunduğu Evkaf Apartmanının önünde buldu. Vakit bir hayli geçmişti. İçeri
girip girmeme konusunda kararsızdı. Yine asık suratlar, ceza zarfları ve
nasihatler istemiyordu. Ani kararla içeri girdi. Düşünceleri gerçekleşmişti.
Masasına geçti. Ağzı açılmamış ceza zarfları karşılamıştı. Onlara baktı
hüzünlü... Sonra servis şefine baktı gülümseyerek. Şef gözlerini kaçırdı...
"Yapacak bir şey yok. Tek çare..." diyordu düşünceleriyle. Orhan
şefin masasına geldi:
-Ne yapmam gerekiyor şefim? diye sordu.
Mehmet Şef başını masadan kaldırdı. Gözlüklerinin üzerinden Orhan'a baktı.
-Olmuyor bu şekilde Orhan Bey... dedi. Orhan anlamıştı.Masasına geri döndü. Çekmeceden çıkardığı çizgisiz beyaz kağıda istifasının kabul edilmesi için gereğini arz ettiği ve altına adını soy adını yazıp imzaladığı kağıdı şefine verdi. Duygusal bir sahneydi yaşanan. Vedalaştıktan sonra oradan ayrıldı . İnanılır gibi değildi. Artık o tekrar işsiz kalmıştı. Annesine babasına ne diyecekti, diye düşünürken vazgeçti bu düşünceden. Artık olan olmuştu. Pişman değildi. Önüne bakmalıydı. Zira edebiyat adına, özellikle şiir adına yapacakları çok fazla şey vardı.
-Ne yapmam gerekiyor şefim? diye sordu.
Mehmet Şef başını masadan kaldırdı. Gözlüklerinin üzerinden Orhan'a baktı.
-Olmuyor bu şekilde Orhan Bey... dedi. Orhan anlamıştı.Masasına geri döndü. Çekmeceden çıkardığı çizgisiz beyaz kağıda istifasının kabul edilmesi için gereğini arz ettiği ve altına adını soy adını yazıp imzaladığı kağıdı şefine verdi. Duygusal bir sahneydi yaşanan. Vedalaştıktan sonra oradan ayrıldı . İnanılır gibi değildi. Artık o tekrar işsiz kalmıştı. Annesine babasına ne diyecekti, diye düşünürken vazgeçti bu düşünceden. Artık olan olmuştu. Pişman değildi. Önüne bakmalıydı. Zira edebiyat adına, özellikle şiir adına yapacakları çok fazla şey vardı.
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
...
diye başlayan dizeler geldi geçti zihninden.
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
...
diye başlayan dizeler geldi geçti zihninden.
*garabet: dil kurallarına ve genel kullanışa aykırı
olan, yadırganan sözcük ve tümceler kullanma durumu.
Muhabbetle,
Hanife Mert.
Hanife Mert.
Hocam çok teşekkür ederim bloğunuzda paylaştığınız için. Kitap bitince göreceğiz ki haklarında bilmediğimiz ne çok şey var. Yaşamlarında maruz kaldıkları sıkıntıları gördükçe bizler ne yapıyoruz ki diyebiliyoruz. Orhan Veli'yle birlikte Cahit Sıtkı Tarancı, Nazım Hikmet, Sait Faik Abasıyanık, Yaşar Kemal gibi pek çok şair ve yazarın da hayatına kısa bir bakış yapıyoruz. Umarım başarılı bir şekilde aktarırım..
YanıtlaSilBen teşekkür ederim Hanife Hanım kardeşim.
SilÇalışmanızda başarılar dilerim.