15 Eylül 2021 Çarşamba

BEYAZ BİR SAÇIN İÇİNDE...


 

Bir beyaz saçın içinde, karşılaşğımız çok insan vardır.

Hayatımıza yön veren anılarımız ve olaylar vardır.

Şahit olduğumuz adalet ve adaletsizlikler vardır.

Mutluluklar ve acılar vardır.

Kaybettiklerimiz vardır.

Çocukluğumuz, gençliğimiz vardır...

Bu bağlamda, halk arasında bilinen şu sözü unutma, "kendine ağır geleni başkasına yapma"...

Sonu belli olmayan bir yoldur hayat.

Neyin ne zaman nerede karşına çıkacağını bilemezsin.

Öyle bir an gelir ki, bir şeyler alır götürür senden engel olamazsın.

Bazen hayatın getirdiklerinden kaçmak istesen de kaçamazsın...

Yapman gereken "seçme ve karar verme hakkını doğru kullanman" olmalıdır...

 

7 Eylül 2021 Salı

BİN TON YÜK ASILIYKEN OMUZLARINDA


 

"İnsan yaşadığı travmanın sonucunda ya kaderine boyun eğer ya da travma öncesine geri döner. Ya acısının ağırlığında çaresiz kalır ezilir ya da şafağın sökmesi gibi acıyı söküp atar. " diye düşündüm.

Geç olmuştu. Herkesin günün yorgunluğu ile gözleri kapanmaya başlamıştı. Yanan ocağın ateşi de yavaş yavaş sönmeye başlamıştı. İstirahate çekildiler, yatıp uyudular.

Saatler sonra şafağın alacasında, günün koşuşturmacasının ilk dakikalarında anamın konuşmalarını, babamın kuru öksürüğünü, küçük kardeşimin hayvanları dışarı çıkarmak için çıkardığı gürültüyü, kısacası evin içindeki gürültü patırtıyı duyduğumda uyandım.. Lakin, ne horozların sesi, ne kardeşimin çok sevdiği kangal köpeğinin havlaması, ne  dışarıdaki seslerin giderek artması, ne sokak kapısının gürültüyle açılıp kapanması, ne anamın kahvaltınızı yapın aç karnına dışarı çıkmayın uyarıları derin uyuşukluğumdan uzaklaştıramamıştı beni. Durumunu fark eden anam yanına yaklaştı. Dağılmış saçlarımı usulca düzeltti.

"Oğul" dedi, "kalk yüzünü yıka açılır kendine gelirsin. Bak bugün hava daha güzel. Dünkü fırtınadan eser kalmamış. Kahvaltını yaptıktan sonra dışarı çıkar dolaşırsın."

Anamın yüzüne baktım. Ses etmeden yatağımdan ağır ağır doğruldum. Her tarafım tutulmuş gibiydi. Vücudum kalkmama direniyordu. Yorgundum. Yan tarafta bulunan eskimeye yüz tutmuş pantolonumu ve yakası yıpranmış mavi gömleğimi giydim.

Kendi kendime "dün dışarıda fırtınalar kopuyordu. " dedim.  Bunalmıştım. Başım çatlayacak gibi ağrımış, beni sersemletmişti. Zar zor kendimi eve atmıştım. "Bu havalar insanı yaşamından bezdirir" diye düşündüm. Evin önüne çıkıp maşrapaya doldurduğum soğuk suyla yüzünü yıkadım. Anamın  dediği gibi kendime gelmiş, vücudumda uyuşukluk kalmamıştı.

Yüzümü kuruladığım havluyu omzuma attım. Tekrar içeri girmekten vazgeçip evin yan tarafındaki bostanın içine girip küçük bir taşın üzerine oturdum. Yeşermiş taze soğan yapraklarına hayranlıkla baktım. Ne güzel de büyümüşlerdi. Etrafta kanat çırpan serçelerin çıkardığı sesleri dinledim. Ağaç dallarının rüzgârda çıkardığı hışırtıya kulak verdim. Bir süre daha bostanın içinde oturup yeni bir gelecek özlemiyle düşünceye daldım. Sonrasında etraftaki sesler gittikçe azalıp uzaklaştı. Bir süre sonra da duyulmaz oldu. 

Anamın sesi de duyulmaz olmuştu. Belli ki günlük işlerini bitirmenin telaşındaydı. Zamanın sakinleştiriciliğinde zihnimi yoran duygular farkına bile varmadan sessiz bir düşünceye itiyordu beni. Ana yollardan oldukça uzak, ilçe merkezine zorunlu olmadıkça gidilmeyen bu köyde, bu şartlarda yaşamak başkalarına göre bir kaderdi belki, kanıksanmıştı çaresizce ama bana göre değildi. Yol haritasını kendim çizmeliydim. Yeni bir yaşam kurmalıydım. Dar zamanıma büyük dünyalar sığdırabilmeli, zor olanı başarmalıydım. Düşüncelerimi gerçekleştirmeye çalışırken ailemle bağlarımı zayıflatmamalı onlardan destek almalı, onlara destek olmalıydım. Köy yaşamında uzun süredir değişmeyen koşulların ağırlığı su götürmez bir gerçek olduğuna göre ilerleyen zamanda maddi ve manevi özgürlüğümü kendim belirlemeliydim. Hayat şartlarının her daim yokuşlarla, dikenlerle, taşlarla döşeli olduğunu unutmadan.

Bir süre sonra anam söylenerek geldi. Çehresinde yorgunluk vardı. Yanında divana oturdu.

"Kahvaltını yapmadın sen oğul" dedi. "Dur sana çay koyayım, peynir ekmek bir şeyler ye aç durulmaz. Hastalanırsın. Bir de o derdi başımıza çıkarma."

"Yok be ana çok olmadı kalkalı. Acıkmadım daha. Acelesi yok. Bak sen sabah beri yorulmuşsun. Dinlen biraz. Sonra da birlikte güzel bir kahvaltı yaparız. Zaten gün öğleye yaklaşmış. Sen de acıkmışsındır."

Ana yüreği bu dinler mi hiç. Yorgunluğuna bakmadan kahvaltı hazırlamaya başladı. Tezek alevinden kararmış çaydanlığı ocağın üzerine koydu, taze yufka ekmeği ile peyniri de yere serdiği sofra bezinin üzerine. Çayın bir süre demini almasını bekledikten sonra bardağa doldurduğu çayın birini kendisi aldı diğerini de bana uzattı.

"Sabahtan beri bir şey yemedin  oğul" dedi usulca. "Aç durulmaz. İnsanın her daim karnı tok sırtı pek olmalı".

"Doğru dersin de ana sabah erkenden bir şey yemeyi içim almadı. Sonra birlikte kahvaltı yaparız diye de işlerini bitirmeni bekledim."

"Oğul, işler bitmez. Her gün aynı şeyleri yapmak zorundayız. Şartlar değişmedikçe  de bu durumu değiştiremeyiz.  Değişeceği de yok. Nasıl değişsin ki. Her gün aynı şeyleri yapmak  zorundayız. Yapılacak işler de belli zaten. Farklı bir uğraş mı var. Sabah erkenden kalkar önce hayvanların bakımını yaparsın sonra evin diğer işlerini. Bak oğul,  bir insanın kendine has erdemleri, kusurları varsa, günahları varsa bizimde kendimize has yapılması gereken işlerimiz, bir yaşam tarzımız var."

"İyide ana, insan  yaşam tarzını  değiştirmesi için çaba sarf etmeli."

"Nasıl yapacağız  bu söylediğini. Yıllarca bildiğimiz, yaptığımız işler aynı. Bizden geçti artık kurulu düzenimizi dağıtıp, başka yerde yeni bir iş ve yaşam kurmak. Belki bunu sizler yapabilirisiniz. Gençsiniz, her işi yapabilecek güce sahipsiniz. Önünüzde uzun bir hayat var.  Taşı sıksanız suyunu çıkarırsınız."

Anamın söylediklerini düşündüm bir an. Söyledikleri açık ve doğruydu. Bugüne kadar nasıl yaşamışlarsa bundan sonra da aynı şekilde yaşamaya devam edeceklerdi. İsteseler de bunu değiştiremeyeceklerdi. Nasıl yaşadıklarına dair sorulacak sorulara verecekleri cevaplar da değişmeyecekti. Yaşamın güçlüğü, karşılaştıkları dertler, sıkıntılar, kaygılar onları bekliyor olacaktı. Tıpkı geçmişte olduğu gibi. Ömürlerinin bitmek tükenmek bilmez acılarla, çilelerle geçtiği akıllarına bile gelmezdi bu durumda. Çünkü her gün aynı çileyi çekiyorlardı yaz kış değişmeden. Dünden bugüne hayat şartları onları vakitsiz acılarla, sıkıntılarla, zamansız derinleşen alın çizgileriyle baş başa bırakmıştı.

Başımı ı yere eğip karmakarışık düşüncelere daldığımı gören anam sofrayı topladı. "Duracak vakit değil, kalan işleri bitirmem lazım" dercesine beni düşüncelerimle baş başa bırakıp sessizce uzaklaştı.

 

 


6 Eylül 2021 Pazartesi

SAYGI DUYULMASI GEREKEN BİR İNSANDI BABAM


 

Yüzüme bakan babam titreyen sesiyle "oğul" dedi, "okumanızı istedim sizlerin. Senin ve kardeşlerinin. İstedim ki bizim çektiğimiz yokluğu ve sıkıntıyı sizlerde çekmeyesiniz. Yaşam zorluklarla doludur. Gün gelecek belki de dikenler, taşlar ayağınıza değecek. Zorluklarla ve sıkıntılarla karşılaşacaksınız. Gitmek, buradan uzaklaşmak istediğinizi biliyorum. Uzaklara gidip yeni bir yaşam kurma isteğinizde haklısınız. Sizlere ömrüm boyunca rahat bir yaşam sunamadım. Çalıştım çabaladım, elimden gelenin en iyisini yapmaya uğraştım. Lakin yapabileceğim bu kadardı. Daha fazlasını istesem de yapamadım. Daha iyisini sizler yapacaksınız bundan eminim. Ancak bu şu demek değildir. Okuyup buradan uzaklara gitmek rahat bir yaşam sürmenizi sağlamaz. Nereye giderseniz gidin doğru yoldan ayrılmayın, muhtaca yardım edin, yoksulu koruyun ve muhannete muhtaç olmamak için çalışın. Geldiğiniz yeri unutmayın. Gittiğiniz yerde inşallah bizlerin çektiği sıkıntıları çekmezsiniz.

İnsanı yok sayan, hiç bir insani ilişkiye değer vermeyen anlayıştan uzak durun. Güce erişmek ve her daim güçlü kalmak yolunu seçmeyin. Samimi olmayan  davranış içinde olmayın. Bu davranışı benimseyenlerden uzak durun. Haksızlığa her daim karşı çıkmasını bilin, haksızlık yapmayın. Kimseyi ötekileştirme yolunu tutmayın, aşağılamayın."

Orta boylu, gecesini gündüzüne katıp yağmura, çamura, soğuğa aldırmadan günlük işleri bitirmeye çalışan, kavruk yüzlüydü babam. Kahverengi gözlerinde insana dostluk ve güven veren bir sıcaklık vardı. İri burnunun kusurunu bıyıkları gizliyordu. Yılların yorgunluğuna rağmen dik duruşundan bir şey kaybetmemişti. Uzun yıllar büyük bir özveri ile mücadele etmişti. O mücadelesi yılların yıpratıcılığına rağmen devam ediyordu. Öte yandan kırsaldaki yaşamı ile hesaplaşması hem yitip gitmiş  kuşağa, atalarına bir saygı duruşu hem de gelecek kuşağa yol göstericiydi.

Ocağın üzerindeki yemek tenceresini indiren ana yer sofrasını hazırlarken eşine bakarak " yeter artık bırak çocuklar yemeklerini yesinler. Günün yorgunluğunu çıkarsınlar. Başladın yine vaaz vermeye." diye çıkıştı.

Eşinin serzenişine aldırmayan baba sofranın başında her zamanki aldırmazlığıyla konuşmaya devam etti.

"Yahu bir sus kadın. Ben çocuklar hayatın zorluklarını, gel gitlerini görsünler, doğruyu yanlışı birbirinden ayırt etsinler, zalimin yanında yer almasınlar, haklının ve muhtacın yanında dursunlar, gelip geçici günü birlik kararlar yerine yaşamlarını zora sokmayacak kararlar alsınlar istiyorum. Hayat kolay değil. Kolay olsa bu sıkıntılar yerini rahat bir yaşama bırakmaz mı? Hayatın yolu dikenlerle, taşlarla döşeli. Mühim olan o dikenlere taşlara takılıp tökezlememek. Elin adamı kapısının önünde tembel tembel oturuyor, bunlarda mı otursunlar?"

"Merak etme tökezlemezler." diyen ana en küçük oğlunun dağılmış dalgalı ve uzun saçlarını eliyle düzeltti.

Dertlerle yıpranmış bedeni, yanan ocakta tezeklerin alevlere teslim olması gibi, yorgunluğa yenik düşen baba sustu. Günün kızılca kıyametinde yaşadığı şok yeterince güçlü olmalıydı ki sofranın kalkmasıyla sırtını ağır aksak ocağın kenarına yasladı. Yüzünde ki derin çizgiler yaşadığı zor yaşam koşullarının dışa vurumuydu. Yıllarca saçları ağarıncaya kadar bir köşede saklanmadan, ilkbaharda ani fırtınalara, sonbaharda ani kara ayaza aldırmadan tarlada tapanda karın tokluğuna çalışmış, çocuklarını yetiştirmek, okutmak, kimseye muhtaç etmemek için gecesini gündüzüne katmıştı. Tek derdi bin bir zorlukla yetiştirdiği çocuklarının kendilerinin çektiği sıkıntı ve çileyi çekmemesiydi. Durgun ve sessiz bir şekilde ceketinin yan cebinden tütün tabakasını çıkardı. Sigara kağıdından bir yaprak kopardı. Baş parmağı ile işaret parmağı arasına yerleştirdiği sigara kağıdını hafifçe çukurlaştırıp içine bir miktar tütün koydu. Sardığı sigarayı ispirtosunu eksik etmediği çakmağı ile yaktı. Sigarasından derin bir nefes alırken dikkatle çocuklarının yüzüne bakıyordu. Öfke yoktu bu bakışlarda, yılgınlık yoktu, hayata dair nefret de yoktu, sadece tökezlemeden kan ter içinde, eli sabanında, bazen yakıcı güneş altında bazen hastalıkla boğuşarak işlediği kara toprakta aldıkları ile büyütülen çocuklarına olan sevgi vardı.